Kendini Demokles zanneden guguk kuşları
2. Cumhuriyet ütopyasının Türkiye Masa şefi aradaki illiyet bağını kurdu: “Dünya Savaşı sırasında, tek kurşun bile atmadan 90 binden fazla Türk askerinin donarak öldüğü Sarıkamış faciasının yaşandığı bölgede, Ergenekon iddianamesinde 1. sıradaki sanık olarak gösterilen 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk komutasında tatbikat...”
O ve sürüsündekiler için “1915’den 2010’a..., Sarıkamış’dan Sarıkamış’a..., 3. Ordu’dan 3. Ordu’ya... Enver Paşa’dan Ergenekon Sanığı Saldıray Paşa’ya... ” değişen hiçbirşey yoktu. Yine onlara göre, Alman Mareşali Goltz’un Enver Paşa’yı kastederek yazdığı “Kafkasya’da maalesef kendilerini Napolyon Bonapart zanneden birçok adam var” sözü, Ümraniye Soruşturmasıyla başlayıp, ahtapot gibi kollara ayrılan operasyonlar silsilesinin hedef aldığı herkes için geçerliydi...
Sistemli olarak yaratılan bulanıklığın ortasında, kimin kendini Napolyon, kimin Amerigo Wespuci, kimin dünyayı kurtaran adam sandığını söyleyebilecek durumda değiliz. Ömrümüz vefa ederse biz, olmadı çocuklarımız, ama umutluyum, muhakak ki torunlarımız kimin ne olduğunu, başlayan, başlayacak olan davalar neticelendiğinde öğrenecektir.
Napolyon olsalar yine iyi
Bunun için en az üç nesil opsiyonlu konuşuyor olmamız bile, bu garabetin suçlularını, yahut kendini Napolyon sananları, guguklaşan hukuk sisteminin içinde aramamız gerektiğini anlatmaya yetmiyor mu? Ki onlara kendini, iktidarı sonsuz bir güçten ibaret olduğunu sanan Demoklesler demek daha yerinde olacaktır...
Birkaç gün önce Oktay Yıldırım’ın Ümraniye sürecinde yaşadıklarını yazdığı kitabı geldi. İçinden çıkan mektup “Ben bu davanın 1 no’lu, en uzun süre tutuklu kalan, kalmaya devam eden sanığıyım...” diye başlıyordu.
Ondan hemen sonra Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ve Ulusal Kanal Haber-İstihbarat Müdürü Ufuk Akkaya’nın “9 Kasım 2009 tarihinden beri tutukluyuz...” diye başlayan mektupları...
Keza diğer gazetecilere gönderilen bütün diğer mektuplar...
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, önceki gün Hürriyet’te yaptığı açıklamada Ümraniye’nin tutuklu sanıklarını kast ederek “O kadar zaman yatmış bir adama ”pardon“ diyemezsiniz” dedi.
Keşke, -hukukçu olmasa dahi- yüksek yargının, en yüksek koltuğunda oturan zat olarak söyleseydi; Peki aralarından yok yere ömründen yıllar çalındığı ispat olunanlara (olursa) ne dememizi tavsiye edersiniz?
Korkunun faydası yok
Türk Milleti, fedakarlığının ne uğruna olduğunu bildiği için, Sarıkamış’ta şehit olan askerlerimizin arkasından, bağrına taş basıp, “vatan uğruna ölmeleri gerektiği için öldüler” diyebilmişti. Madem böyle bir özdeşleştirme yapılıyor. Yapanlara sormak lazım;
Ümraniye Davası ve aynı rotayı izleyen diğer iddianamelerin tutukluları için, serbest kaldıkları gün “Onlar yatmaları gerektiği için yatmışlardır” diyebilecek misiniz?
Ne uğruna?
Kendini Demokles sanan hukukçuların, kafalarının üzerinde sallanan iktidar kılıcını görünce, korkudan üç buçuk atmaları uğruna mı?
* * *
Altında bir cinlik vardır
Başbakan’ı eleştiren bildiriyi imzaya açan Gülay Göktürk’ün, Ahmet Altan’ın kopyası olduğunu savunan Rıza Zelyut, kariyerlerini iktidar tapınmacılığı ve kelle avcılığına borçlu olanlara güvenmediğini yazdı
Türkiye’nin sürüklendiği uçurumu yabancılar bile görüp yönetimi eleştirirken susanlar; Başbakan Erdoğan’ın otoriter girişimlerini ya susarak ya da doğrudan doğruya destekleyenler; şimdi Başbakan’ı eleştiren bir bildiri hazırlamışlar. Bildiride denilen şu: ’Başbakan Erdoğan’ın gazete patronlarının köşe yazarlarını kontrol etmesi gerektiğini savunan açıklamasının varlığımızı borçlu olduğumuz basın özgürlüğüne ve genel olarak ’Demokratik Türkiye’idealine aykırı, vahim bir tutum olduğunu düşünüyor ve bu açıklamayı protesto ediyoruz.’
Katı destekçisiydiler
Bu bildiriye imza atan bazı gazeteciler şunlarmış: Cüneyt Ülsever, Taha Akyol, Nazlı Ilıcak, Yasemin Çongar, Abdurrahman Dilipak, Hadi Uluengin, Avni Özgürel, Haluk Şahin, Ahmet Taşgetiren, Mümtazer Türköne, Mehmet Tezkan, Ferai Tınç, Yasin Aktay, Şahin Alpay, Ergun Babahan, Ayşe Böhürler, Ali Bulaç, Ahmet Hakan Coşkun, Cengiz Çandar, Mustafa Erdoğan, Gülay Göktürk, Okay Gönensin, Nuh Gönültaş, Etyen Mahçupyan, Güngör Mengi, Nuray Mert ve Yıldıray Oğur.’
Bu imzacıların büyük bölümü; şimdiye kadar Başbakan Erdoğan’ın en katı destekçileri idiler. Türkiye’de basın özgürlüğü yok edilirken susanlar bunlar.
Bırakın bu işi; çağdaş demokrasilerde hükümeti denetleyen en önemli güç olan yargının; tam bir saldırı altına alınmasını da bunlar alkışladılar.
İmza işini başlatan Gülay Göktürk; Ahmet Altan’ın bir başka kopyasıdır.
Gençliğindeki sol totalitarizm tapıncını AKP döneminde tarikatçi totalitarizme aktarmakta hiçbir sakınca görmeyen birisidir.
Bunlar; hükümete hizmet edecek özel mahkemeler kurulurken; yargının arama, sorgulama, tutuklama kuralları ayaklar altına alınıp iktidar karşıtları Gulag Takımadaları’na sürülürken bırakın eleştirmeyi, alkışladılar.
Kendilerine karşı olan aydınları, gazetecileri ispiyon ettiler; kelle avcılığına kalkıştılar.
Bu işi de demokratlık, liberallik adına yaptılar.
Şimdi bunlar kalkmış, basın özgürlüğünü savunmak adına Başbakan Erdoğan’ı eleştiren bir bildiri yayımlıyorlar. Bunlar yapıyorsa, işin altında bir cinlik vardır...
Yüzünüz çok kızaracak
O yüzdendir ki böyle bir bildiriye karşı çıkıyorum. Bunlar; şimdiye kadar yazdıkları ile bir laneti hak ettiler. Bu ekiptekiler; Başbakan’ı eleştiren bildiri hazırlayacaklarına; ’Bizler şimdiye kadar yazdıklarımızla demokrasi dışı eğilimlerin güçlenmesine hizmet etmişiz!’diyen bir özür bildirgesi yayımlasalar; kendileri için daha hayırlı olur.
Bekleyin Gülay’lar, Hadi’ler, Yasemin’ler, Taha’lar, Ergun’lar, Cengiz’ler, Etyen’ler, Şahin’ler vb... bekleyin.
Yakında yüzünüz daha çok kızaracak...
l Rıza Zelyut / Güneş
* * *
Ölü dövücüler sevindi
Ne tesadüf değil mi? Çiçek’in “imzasının gerçek olduğunun” Jandarma Kriminal’ce de doğrulanması ile Başbakan’ın “çözüm olursa orduyu Kıbrıs’tan çekeriz” demeci aynı güne denk geldi. Kaderin intikamı oldu!
Yarın bir gün! Yeni bir Habur bekleyin.
Bu konuda son bir yıldır bütün yazdıklarımı yine tekrarlıyorum; bugüne kadar yapılanlar ve yapılacak olanlar “Orduyu çökertme kaba propagandasıdır” ve sinsi bir uluslararası ustalıkla, çok planlı bir şekilde yürütüldü. Orduda “darbe yapmak” kurum kültürü olmuş. 1960’ta, 1971’de, 1980’de darbe yapmış. Her 10 yılda bir “darbe yapan” sonra yönetimi sivile bırakıp kışlasına çekilen kurum, 1990’dan sonra iç ve dış dinamiklerin etkisiyle kendi kendisine “darbeden vazgeçme” kararı aldı. Kanıtı da şu; son darbeyi yaptığı 1980’den bu yana 30 yıl geçmiş, 2010’a gelmişiz, “28 şubat ittirmesi” ve seçim öncesi Genelkurmay internet sitesine konulmuş üfürük bir e-muhtıra hariç “halkın iradesi üzerinde” bir kaza-bela çıkartmamış. Herkes anlasın. Şöyle söyleyeyim: Ordu “kendi darbesini kendisi öldürmüş”, 30 yıldır darbe yapmaya kalkışmamış, kalkışanı da kendisi önlemiş. Ordu darbe yapacaktı, “balyoz, sarıkız, oraj-moraj” adıyla bir yığın süfli sıfat sıralayanlar aslında “ölü dövücüler” dir.
l Necati Doğru / Vatan
* * *
Devlet Bahçeli’nin, Başbakan Tayyip Erdoğan’a, “yaşanmış, sorumluları belli 28 Şubat’tan hesap sorma” çağrısı yapması çok önemliydi.
Doğrusu Bahçeli’nin bu sözleri neden öne çıkamadı, onu da anlamış değilim.
l Şükrü Küçükşahin / Hürriyet
* * *
Tanrı demokrasiyi korusun!
“Askerin mağlubu olduğu güç savaşının galibi AKP ise Tanrı demokrasiyi korusun!” demekten başka bir şey gelmiyor aklıma...
Bu bağlamda AKP iktidarıyla ittifak ilişkisi içindeki “liberaller”den gerçek ve samimi olanlarına büyük bir görev düştüğü kanaatindeyim.
Madem normalleşiyoruz, yani “asker ve nüfuzu” siyasetten tasfiye ediliyor, liberallerin de artık AKP iktidarıyla bu ilişkilerini gözden geçirip “normalleştirmeleri” gerekmiyor mu?
AKP’yle aralarına normal bir mesafe koysalar daha iyi olmaz mı?
İktidarla yakın temas, bunlardan bazılarının zaman içinde bağımsız entelektüel kişiliklerini yitirmelerine neden oldu... Kimileri tamamen angaje olup AKP’cileşti... İktidara, maddi çıkar ilişkisiyle de perçinlendiler. Sözüm böylelerine değil.
Türkiye ne kadar değişirse değişsin, AKP iktidarda kaldıkça onlar için bir “asker sorunu” varlığını hep güçlü biçimde sürdürecektir. Çünkü “asker sorunu” onların AKP’yle ittifakının meşru zeminini oluşturmaktadır.
Sözüm, AKP’yle ilişkilerini henüz normale dönemeyecek kadar derinleştirmemiş olanlara...
AKP’yi eleştirmenizin, bu partinin liderliğindeki otoriter eğilimleri gündeme getirmenizin zamanı artık gelmedi mi?
l Kadri Gürsel / Milliyet
* * *
TRT halkı sponsor yapmasın
TRT bildiğim (!) kadarıyla kamu kanalı. Yani halktan kesilen vergilerle yayın yapıyor. Elektrik faturalarını, aldığınız TV ya da radyo aygıtlarının bandrollerini incelemeniz yeterli... Bugünlerde TRT kuşak programları da dahil bir iki yapımında para ödüllü yarışmalar getiriyor ekrana. İyi de dağıtılan ödül kimden çıkıyor? Elbette senden, benden; bizden. TRT halkı sponsor etmemeli kendine. l Mesut Yar / Posta
* * *
Emniyetin tasfiyesini Taraf mı üstlendi(!)
Odatv.con’dan Hakan Cem Işıklar’ın haberine göre, İçişleri Bakanlığı, aynı zamanda Taraf Gazetesi’nde yazan Diyarbakır İl Emniyet Müdür Yardımcısı Kerim Taş hakkında soruşturma başlattı. Işıklar’ın, Taş hakkında aktardıkları şöyle: “Taraf gazetesine yazı yazan Taş, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları ile ilgili peşin hüküm koyup belli çevreleri suçlu ilan ediyor ve ordunun itibarını kaybettiğini söylüyor. Böyle bir süreçte sorumlu bir emniyet müdürünün sağduyuya hitap etmesini beklemek acaba demokrasi düşmanlığı mı olur. Durumun farkına varan İçişleri Bakanlığı da Kerim Taş’ın bu garip tutumu hakkında soruşturma başlatma kararı alıyor ve bazı müfettişlerini Diyarbakır’a gönderiyor. ”
Odatv’nin haberini okurken düşündüm de, Taraf’ın sütunlarını açtığı emniyet mensuplarının, şu veya bu nedenle mesleklerinden olmaları kaçınılmaz hale gelmeye başladı. Devlet memuru olan ve kamuoyuna yapacakları açıklamaların sınırları kanunla belirlenmiş olan emniyet mensuplarına, “tabuları yıkıyoruz” ayağıyla gaz verip, içlerindekini dökmelerini sağlayarak, bilinçaltlarını deşifre ederek, sakın Emniyet’teki tasfiyenin yürütmesi de Taraf’a ihale edilmiş olmasın? Dost görünen düşman hesabı! Hem iki, bilemediniz üç yazıda bir, onu kovun, bunu atın imalarında bulunan ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki kadrolarla ilgili şifreli mesajlar gönderen Önder Aytaç da Taraf yazarı değil mi?
* * *
Saldıray Paşa, NATO’da hiç görev yapmamış, dolayısıyla tasfiyeyi hak etmiştir.
-Yalçın Küçük
* * *
MİNİ YORUM
Büyük devlet vizyonuna ters
Yenişafak’tan İbrahim Karagül, LEAP 2020 adlı kuruluşun, “Türkiye büyük devletlerin vizyonunun parçası olmaya sırt dönüyor” diye özetlenebilecek analizini aktardı. Bunun için mi Başbakan Irak’ı işgal eden ABD askerlerinin sağ salim evlerine dönmeleri için dua ettiğini söyledi? Felluce’de kimbilir kaç kuşağı etkileyecek hastalıklardan kırılanlar için de bir Fatiha okumuş mudur kendileri?