Kendin koydun da itiraz eden mi oldu?
Kendin koydun da itiraz eden mi oldu?
Ertuğrul Özkök’ten filmlerde ezan sesi duyamamaktan yakınan Yılmaz Erdoğan’a basit soru
Mülakatı okurken, şöyle bir duyguya kapıldım.
Şimdi muhafazakârlık moda ya, acaba Yılmaz Erdoğan da mı mahalleye ayak uydurdu?
Neden mi böyle düşünüyorum? Bakın şöyle diyor:
(...)
- “Divan şiirini madara ettik, Farsçayı, Arapçayı madara ettik. İngilizceyi, Fransızcayı, Batı kültürünü, Amerika’yı kendi kafamızda yücelttik. Şimdi Farsça bir şiir okuduğumda bir lise öğrencisi seninle alay eder.”
Geriye bir tek, “Neden Necip Fazıl senaryosundan film çekmiyorsunuz” demediği kalmış.
(...)
O böyle deyince, ben de şunları düşünüyorum:
- Türk çocuğuna Farsça şiir okumaya kalkarsan elbette güler. Svahili dilinde okursan da güler. Ama anlayacağı Türkçe ile Fars şiiri okursan gülmez.
(...)
En renklisini de sona bırakıyorum.
Soruyor Yılmaz Erdoğan:
“Türkiye’deki bir sette günde beş kez ezan için durursun, aziz Allah dersin, beklersin, çay içersin ama filmde duyulmaz o ezan. Neden?”
Sevgili Yılmaz;
Bunu niye bize söylüyorsun ki.
İzmir’de Yeni Doğan Mahallesi’nde Organize İşler’i çekerken, ezan sesi koydun da itiraz eden mi oldu?
Her İtalyan filminde çan sesi duymuyoruz.
Ezan sesi duyduğumuz, camide namaz seyrettiğimiz dünya kadar Türk filmi var.
Kimsenin de böyle bir kompleksi yok.
O nedenle, durup dururken, Türk filmlerinin jeneriğine ezan sesini monte etmeyi ben anlamadım.
80 bin camimizden günde beş vakit ezan sesi geliyor.
İsteyen yaptığı filmde fona ezan sesi koyar, isteyen de koymaz.
Ama mahalle istedi diye filmlere ezan kotası koymaya kalkmak bana doğru görünmedi.
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
İki yıl önce “Noel Baba”ydı...
Twitter’daki takipçileri, “Türkiye’deki bir sette günde beş kez ezan için durursun, aziz Allah dersin, beklersin, çay içersin ama filmde duyulmaz o ezan. Neden?” diyen Erdoğan’a Noel Baba kılığına girdiğini Neşeli Hayat filmini hatırlattı:
- “Noel Baba yerine Nasreddin Hoca olsaydın, ezanı da koysaydın derler adama...”
- “Noel baba hohoho filmini ben mi çektiydim anacım”
Muhafazakar rüzgarla yelken şişirme sendromu
Eğer bu kadar mustaripsen bu konudan, tüm filmlerinde ezan sesi kullanır, öne çıkarırsın. Hatta öyle bir çekersin ki izleyince tüylerimiz diken diken olur.
“Adam ezan sahnesini ne çekmiş yahu!” diye gözlerimiz dolu dolu çıkarız sinemadan.
Çünkü kimsenin ezan sesinden filan korktuğu yok ki. (...) Muhafazakar rüzgardan yelkenleri şişirmeye çalışarak tüm yönetmenleri ve ülke sinemasını bir potaya sokup dine bakış konusunda yaftalamak (...) Yılmaz Erdoğan’a hiç yakışmıyor...
Rahşan Gülşan / Habertürk
“Mahalle”nin destek mesajı gecikmedi
Kekeme bir imam karakteri koymuştu filmine Erdoğan. Kekeme imam... Her şeyden önce din hakkında en ufak bilgisi olan biri için teknik olarak mümkün olmayan bir karakterden bahsettiğimiz anlaşılacaktır.
Yeşilçam’ın bidayetinden beri aldığı yanlış konumun, eğik duruşun -maalesef- bir tecellisiydi bu durum.
Önceki gün Film Arası dergisi elime geçti. Yılmaz Erdoğan ile yapılan esaslı bir söyleşiyi okuma imkanım oldu. ‘İşte bu’ dedim kendi kendime, Anadolu’nun mert ve zihni açık insanına yakışan duruş.
Nedim Hazar / Zaman
Duyan “ağzından bal damlayan zat” sanacak
İtalya dönüşü havaalanında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Tayyip Erdoğan’ın vaktiyle “edepsiz”liğinden girip “alçak”lığından çıktığı, meydanlarda bas bas “ahlaksız, cibiliyetsiz” diye bağırdığı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında, “Sayın Kılıçdaroğlu siyasetin edebi yanını, adap yönünü hala anlayamadı. Önce eleştiri ve hakaret kelimelerini iyi öğrenmesi lazım... Bir defa kimsenin kimseye hareket yetkisi yoktur, böyle bir hakkı da yoktur” dediğini duyunca önce “ironi” yaptığını zannettim...
“Ben bozkurtla dolaşmıyorum. Ben eşrefi mahluk olan insanlarla dolaşıyorum” diyerek milyonlarca insanı alenen “hayvan” yerine koymuş biri olarak, “köpekle benzetme yapıyorsun” dediği Bekir Coşkun’un “kaleminden pislik aktığını” iddia edebildiğine göre, üslup tercihi başka türlü izah edilemezdi...
Ve fakat ironi değilmiş...
“Ağzından bal damlayan zat” son derece ciddi bir ifade ile dedi ki:
“Bir defa kimsenin kimseye hakaret yetkisi yoktur, böyle bir hakkı da yoktur. Kalkıp da Türkiye’de TSK’nin başında bulunan paşa ki, bunu sadece Genelkurmay Başkanı olarak değerlendirmek yanlış olur. Genelkurmay Başkanı’ndan al, diğer paşalara; geçmişte ölmüş olan ki, Gazi Mustafa Kemal’e kadar... Çünkü orada bir isim verilmiyor zaten, ‘paşa’ deniyor. Paşa denildiği zaman oraya kadar dayanır. Orada yapılan benzetme talihsiz bir benzetmedir. Ama bu zat, ne yazık ki bütün kaleminden hep pislik akan bir zat olduğu için, bu tür şeyleri yapıyor...”
Rövanşizmi çağrıştıran şu cümleler ise vak’anın vahametine tuz biber ekti:
“Bence şu anda paşaların bu işin hukuki yönünde de haklarını aramaları lazım. Bakın daha önce bir başka gazete böyle bir hakaret, bu denli bir hakaret söz konusu değildi... Böyle bir yazı yazılmıştı, kalktılar bütün paşalar dava açtılar, kazandılar. Ama burada hakaret var. Orada onbaşılık, generallik gibi bir şey söz konusu idi. Burada ise bir köpekle benzetme yapıyorsun... Ben şu anda hem Başbakan hem Ak Parti Genel Başkanı olarak konuşuyorum; bu tür bir hakarete o makamın ve o makamda bulunanların eyvallah etmemeleri gerekir...”
Başbakan’ın buna hakkı yok
Erdoğan’ın sözlerine medyadan ilk tepki gösteren kişi Melih Aşık idi. Aşık, dünkü Milliyet’te yayınlanan “Paşa” adlı yazısında şöyle dedi: “Tüm paşalar Bekir Coşkun için dava açabilir. Buna hakları vardır. Ancak Başbakan’ın “O zatın kaleminden pislik akıyor” demeye hakkı yoktur. Bir yazarla uğraşmak ve hedef göstermek Başbakan’a yakışmaz.”
En manidar cevap ise Erdoğan’ın hedefindeki isimden, Bekir Coşkun’dan geldi. Başbakan’a dava açacağını söyleyen Coşkun, “Yargı yoksa, o zaman sığınacağım tek yer kalır; sizin vicdanlarınız” dedi.
Sığınacak başka yer kaldı mı ki!
Kavgayı başlatan o yazı
“Sahipsiz kurt, o gece boyalı kulübenin önünden geçerken gördü onu... (...) Selam verdi:
“Adın ne?...
“Paşa...”
*
Merak etti:
“Şu önündeki şey ne Paşa?..”
“Yemek tabağım...”
“İçinde ne var?..”
“Kemiğim...”
“Şu ne?..”
“Su tasım...”
“Ya şu yumuşak koltuk gibi olan?...”
“Minderim... Üzerinde oturayım diye...”
“Kim veriyor bunları?..”
“Sahibim...”
(...) Kurt sordu:
“Peki şu omuzunda parlayan ne?..”
“Tasmam...”
“Ne işe yarar?..”
“Sahibim beni yönettiğine göre bu lazım... Nereye çekerse oraya...”
“Ya onun istediğini yapmak istemezsem?..”
“Karşılığında yapacaksın... Onca şey veriyor yani...”
*
Döndü gitti öbürü...
Giderken, kulübedeki Paşa’ya seslendi:
“Hiçbirisini istemem... Ben özümde kalayım daha iyi...”
(29 Nisan 2012 / Cumhuriyet)
Twitter’dan cevap verdi: Dava açacağım!
Erdoğan’ın “Kaleminden pislik akan bir zat...” dediği Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun tepkisini twitter’dan paylaştığı mesajlarla gösterdi:
“-Üzülmeyin arkadaşlarım. Benim kalemim hep şefkat, merhamet, sevgi istedi... Kine, nefrete, merhametsizliğe kızdım...
- Beni eleştirirken, “Kaleminden pislik akan” demesi, asıl bir başbakana yakışmadı... Tabii ki dava açacağım.
- Yargı yoksa, o zaman sığınacağım tek yer kalır; sizin vicdanlarınız”
Güneş yazarı “rüzgargülü” dediği Ahmet Altan’a yer arıyor
Seni nereye oturtalım?
Neymiş efendim;
‘Tek Vatan, Tek Bayrak, Tek Millet ve Tek Din’ diyen, Başbakan Erdoğan’a ’arkasında yüzde elli oy olsa da ülkenin laik yapısını değiştirmesi mümkün değildir. Arkasında yüzde elli var ama karşısında da yüzde elli var’ demiş.
İyi de ‘yetmez ama evet’çi Ahmet Altan, Sen bu yüzde elli’nin neresindesin?
Yoksa yine mi yön değiştirdin?
Lafı hiç dolaştırma...
Etiketleştirdiğin veya etiketleştirmeye çalıştığın yeni tiyatro oyununda hangi figürdesin onu söyle.
Etrafa yaymaya çalıştığın Türk düşmanlığı ve Türklük karşıtlığı söylemlerinle ‘seni nereye oturtalım?’
Yetmez ama Ahmet Bey ‘doğru yolu buldu’ tarafına mı?
Yoksa...
Yettin artık ‘rüzgargülü’ tarafına mı?
(...)
Solculuğunda içine ettiniz ya ne diyeyim sizlere!
Metin Özkan / Güneş
Sistem “başkancı” zaten
“Beyefendiye sordum, gerisi laf-ı güzaf” diyen milletvekili de var, “Başbakan’ın konuştuğu yerde bizim konuşmamız olur mu, o ne derse o” diyen bakan da var, “Başbakan uçurumdan atlarsa, biz de atlarız, Türk töresinde böyledir” diyen bakan da...
Ve hatta, 23 Nisan’da koltuğuna oturttuğu çocuğa “ister asar, ister kesersin” diye nasihat eden başbakan da.
*
Dolayısıyla...
Başkanlık sistemi getirmek için ekstra çabaya gerek yok. “Başkancı sistem” var zaten.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
THY “kapasitesiz”
Zamanında kalkan tek THY uçağı yok. Hepsi rötarlı. Hava alanlarında insanlar saatlerce bekliyor. Üstelik, rötar süresi eksik veriliyor. Yolcular yanıltılıyor. Pilotlar uçakta, “rötar yaptık, özür diliyoruz, anlayışınız için teşekkür ediyoruz” diye anons ediyor. Kimsenin anlayış filan gösterdiği yok. Herkes THY’nin kulaklarını çınlatıyor. Rötara ek, şimdi de, uçağa biniş kapısı son anda değişiyor. Uçuş biletinde yer alan kapı aniden değişiyor, insanlar kapı kapı uçak arıyor.
Rötara hava alanı kapasitesi yetmiyormuş, sanki ayarlamak çok zormuş gibi. Ya kapılara? Ona da, THY’nin kapasitesi yetmiyor.
Yalçın Doğan / Hürriyet
GÜNÜN SORUSU
Sorum daha birkaç ay öncesine kadar Genelkurmay’dan yapılan her açıklamadan sonra, “Asker konuşmaz” diye ahkâm kesen dinci ve liboş yazarlarla, iktidar partisi yandaşlarına:
Genelkurmay açıklama üzerine açıklama yapıp, durmadan birilerini kınıyor; bakıyorum da sizden en küçük bir itiraz gelmiyor. Neden? Yoksa bizi suçlayıp durduğunuz gibi, “postalcı” mı oldunuz?
Mustafa Mutlu / Vatan