Kendilerini savcı sanıyorlar

Hurşit Tolon hakkında verilen tahliye kararını eleştiren Mehmet Altan ve Fehmi Koru, kendilerini
rollerine öylesine kaptırmışlar ki, yazıları 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz dilekçesine dönmüş


İlk gününden itibaren kendilerini Ümraniye Soruşturmasını yürüten adli ekibe dahil sayan bir grup yazarın, ki kendileri yaygın olarak “yandaş” başlığı ile tanımlanıyorlar, ciddi bir kişilik çatışması yaşadıklarından şüpheleniyorum.
Sık sık “Elinde merceğiyle iz süren Sherlock Holmes” pozunda görmeye alıştığımız bu kişiler, iddianame hazırlamak, suçluları işaret etmek, yargılama yapmak, hüküm vermek, cezanın infazına soyunmak eylemlerini ‘yandaşlık gösterisi’ sınırlarının dışına taşırmaya başladılar. ’Gazeteci’ kişilikleri korkarım ki, polis, savcı, hakim, gardiyan, cezaevi müdürü, infaz memuru vs. olduğunu sanan ikinci kişiliklerinin altında ezilmeye başladı.
Altan’ın tahliye itirazı
Tolon’un tahliyesine karşı çıkan Mehmet Altan makale değil de itiraz dilekçesi yazmış gibi görünüyor. Mahkemenin kararına bakın hangi “gerekçelerle” itiraz ediyor fahri savcımız: “Tolon kendisini tahliye eden mahkemenin gerekçesini dayandırdığı gibi ”devlete ait gizli belgeyi bulundurmaktan“ değil, ”Ergenekon terör örgütünü kurmak ve yönetmek“ten tutuklu. Ayrıca ek iddianame de henüz hazırlanmamış. Tahliye kararı Cuma günü geç saatte verildiği ve araya haftasonu girdiği için savcılık itiraz hakkını 3 gün içinde kullanacak.
Orgeneral Tolon’un tahliyesi, yargısal uygulama açısından çok ilginç. Çünkü... Hepsi hukukçu... Hepsi aynı mekteplerden mezun... Hepsi aynı hocalarda okumuş... Yasalar aynı... Nasıl oluyor da, 9, 13., ve 14. Ceza Mahkemelerinin benzer kararları... 12. Ağır Ceza’da farklılaşıyor? Evrensel Hukuk’tan yana olan kim?”
Bu yazıyı okuyunca, Altan’ın örneğin ‘gözaltıların neden hep haftasonuna denk geldiğini, tutuklama kararlarının neden hep aynı mahkemeden çıktığını’ hiç sorgulamayışı takıldı kafama. Madem tek derdi “Evrensel Hukuk” iddianameleri hazırlanamadığı için aylardır cezaevinde olan kişilerin hakları, Eruygur veya Tolon ile ilgili de, Uçkun Geray örneğindeki gibi beraat kararı çıkabileceği ihtimali, “aynı mekteplerde” okuyan sayısız hukukçunun delil toplama, dinleme, gözaltı ve tutuklamalara olan itirazları üzerinde de durmasını bekleriz Altan’dan.
Efndim? Derdi hukuk olan biri “mahkeme kararına rağmen” suç olan “Ergenekon Terör Örgütü” ifadesini kullanmakta bu kadar ısrar etmezdi mi diyorsunuz?
Tahliyeye itiraz eden diğer isim Fehmi Koru. “Taburcu edilmesi gereken hastanın bürokratik prosedüre aykırı olduğu halde hastanede tutulduğunu öğrenmenin şoku”nu yaşıyormuş. ‘Bürokratik prosedüre uygun olarak taburcu edilen’ Levent Ersöz’ün maruz kaldığı işkence Fehmi Amca’nın şoku atlatmasına yardımcı oldu mu?
“Bir Ergenekon sanığının yakını bir Ağır Ceza Mahkemesi heyetinden nasıl olur da ”Bizden“ diye söz eder? Yürütülen yargılamaların âdil olduğuna kim inanır?” diyen Fehmi Amca da pek unutkan bu aralar. “Bir Başbakan’ın ”benim savcım“ ayrımı yaptığı yargılamanın tarafsızlığına kim inanır” diye eklememiş.
Yine aynı panik
Tıpkı soruşturma aşamasındaki iddiaların kanıtlanmış suçlarmış gibi sunulması, sanıkların peşinen mahkum edildikten sonra mahkeme safhasında savunmaların görmezden gelinmesi veya çarpıtılması sırasında gözlenen paniğin, Tolon’un tahliyesiyle tavan yaptığı ortada. Panik yapmaya imkan vermeyecek kadar ağırdan işleyen bir süreçte bu eli-ayağına dolanma halinin izahı ne ola?
Sözcü gazetesinin Tokmak köşesinde medyanın bu tavrı “kin” hatta “kan davası” olarak nitelendirildi. O yazıdan kısa bir bölüm: “Zehir saçan ağızları susmak bilmiyor. Çamur at izi kalsın anlayışı ile kendi düşüncelerinde olmayan herkesi karalayan bu tür yayın organları ”medyanın yüzkaraları“ olarak basın tarihine geçmiş bulunuyor. Bu tür kafalar ülkede adaletin tecelli etmesini aramıyor, kişisel garezlerinin tatmin olmasını isteyerek ülkede birliği ve dirliği tehlikeye sokuyor.”


++++++


İğrenç baskı
Ergenekon soruşturması çerçevesinde tutuklanan eski Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Şener Eruygur GATA’da tedavi görüyor. Orgeneral Eruygur’un eşi ile GATA Beyin Cerrahisi Servisi’nin şefi arasında geçtiği iddia edilen bir konuşmanın ses kaydı dün internete düştü.
Ortam dinlemesi yoluyla kaydedildiği tahmin edilen konuşmada, Eruygur’un eşine ait olduğu öne sürülen ses “13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin Savcı Zekeriya Öz’ün istekleri doğrultusunda karar verdiğini 12’nci ve 14’üncü Ağır Ceza Mahkemelerinin ise kendilerinden yana olduklarını” söylüyor.
İnsanların haberleşme mahremiyetine tecavüzün hiçbir bahanesi olamaz.
Ortadaki bant kayıt mıdır, montaj mıdır? Hiç fark etmez. Yapılan iş demokratik bir toplum için cinayettir. Canı yanmış bir kadının velev ki gerçek kişisel değerlendirmeleri olsun, bunlar niye medyaya sızdırılmıştır?
Hukuk ve ahlâk dışı müdahalelerin çokluğu bu tür sorulara cevap arayan insanları da şüpheci yapıyor ve komplo kırıcı gibi düşünmeye mecbur ediyor.
Emekli Orgeneral Eruygur’un eşi kullanılarak mahkemeler üstünde niçin bu iğrenç baskı oluşturuldu?
Aynı davanın tutuklusu Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, geçen hafta nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yedek hâkimi tarafından verilen bir kararla tahliye edildi.
Şimdi Savcı Zekeriya Öz’ün “Daha iddianameyi tamamlamadım” diyerek tahliye kararına itiraz etmesi bekleniyor. Ve son sözü, tahliye kararını veren yedek hâkimin görevli olduğu 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üç hâkimden oluşan heyeti söyleyecek.
Tarihi vebal var.. Tüm bu fitne fesat tertiplerinin varmak istediği hedef yargıçların vicdanlarını baskı altına almak ve onları adaleti değil kendilerini koruma mecburiyetine düşürmektir. Halk bu davada bir an önce gerçeğe ulaşıldığını görmek istiyor. İktidar bu mesajı almalıdır artık. Yoksa tarih AKP’yi insanların tuzağa düşürüldüğü, hukukun yerlerde sürüklendiği bir dönemin müsebbibi olarak mahkûm edecektir. Başbakan, telefon dinlemelerine, ortam dinlemelerine “bana ne ya” diyerek sorumluluktan kurtulamaz.
Devletin uzuvlarına hâkim olsun!
* Güngör Mengi / Vatan

++++++

İddianame zora girdi
Ergenekon olayı yeni bir aşamaya geldi. Yargıtay telefon dinlemelerinin kanıt olamayacağını ve sanıkların bunlara dayanılarak suçlanamayacağına karar verdi.
Ergenekon iddianamesinin birinci bölümü 2 bin 500 sayfa. Bunun neredeyse beşte dördü telefon dinleme kayıtlarından oluşuyor. Suçlamalar da bu kayıtlara göre yapılmış durumda.
Henüz 2. ve 3. iddianamelerden hiç ses seda yok. Anlaşıldığı kadarıyla 2. ve 3. iddianameler de yine telefon dinleme kayıtlarına göre düzenlenecek.
Kimi hukukçular “Yargıtay kararı 1. iddianame sahiplerini bağlamaz” görüşünü savunabilir. Diyelim ki doğru. Ama henüz yazılmamış iddianameye telefon kayıtları girebilecek mi? Girerse bu yasal olacak mı?
Sanıyorum bu son karar Ergenekon davasını sıkıntıya sokacaktır. Buna karşın işlerin arapsaçına döndürülmüş olması için de bir çıkış kapısı olarak kullanılabilir. Böylelikle olay tek dava olmaktan çıkarılıp parçalanabilir.
* Can Ataklı / Vatan

++++++

SORU CEVAP
Kendisine çamaşır makinesi hediye edilen seçmen, evinde su yoksa ne yapabilir?
Demokrasinin suyu çıktı, onu kullanabilir...
* Haldun Ertem

++++++


Belge’YE TEŞHİS KONDU
Geç Osmanlı hastalığı
Doğan Kuban, Cumhuriyet gazetesi Bilim Teknoloji ekinde Murat Belge’nin “Genesis: Büyük Ulusal Anlatı ve Türklerin Kökeni” isimli kitabının eleştirisini yaptı. İşte Kuban’ın eleştirisi: “Belge, ‘Türk milliyetçiliğinde bir medeniyet ile askerlik çatışması var’ diyor. Türkiye tarihi militarist bir kurgu demek 1923-38 arası cumhuriyet tarihinin hiçbir şeyini anlamamak demektir. Laikliği, köy enstitülerini, sosyal hakları, yirmi milyondan fazla öğrencisi olan bir Türkiye için militarist kurgu olarak görmek için takılacak gözlüğü hangi firma üretiyor acaba? Bence Atatürk asker olmasına karşın, hiç militarist olmadı.
Belge’nin yeni kitabı Genesis: Büyük Ulusal Anlatı ve Türklerin kökeni adını taşıyor. Amacı milliyetçi söylemi yargılamak. Kendisinin milliyetçi söyleme pek inanmadığını, fakat bazı insanların hala bu işlerle uğraştığını söylüyor. İnsanın dünya vatandaşı olması kimseyi ilgilendirmez. İnanmadığı bir konu üzerine bir kitap yazmak da kişinin kendi bileceği bir iştir. Fakat tarihi bilgilere aykırı olarak ‘Ulusal Kimlik’ sorununa Cumhuriyetle birlikte başlamak sorgu işareti ile birlikte gelir... Türk aydınlarının kendi tarihlerine Avrupa aynasından bakmaları Geç Osmanlı hastalığıdır.”
* odatv.com


++++++


Yasal ama ahlaksızmış(!)
Bülent Korucu, Başbakan ve Bakanların ticaret dehası çocukları için “yaptıkları etik olmayabilir ama sonuçta yasaya aykırı değil” deyip, çıkan haberleri eleştirdi. Dünkü gazetelerde ise birçok yazar siyasetin “etik” gözetilerek de yapılabildiğine dair aynı örneği verdi. Adnan Menderes, serbest ticarete atılmak isteyen oğlu Yüksel Menderes’e şu cevabı vermişti: “Oğlum, ben siyasette ve devlet hizmetinde bulunduğum sürece senin serbest hayat diye bir düşüncen olmasın, ticaret yapamazsın. Orada ne alıp, ne satacaksın? Benim senden beklediğim, devlet memuriyetine girmendir.”
Gazetemiz yazarı Sabahattin Önkibar’ın da hatırlattığı bu diyaloğu Milliyet’teki köşesine taşıyan Hasan Pulur, “Ben bu makamda otururken, sen ticaret veya benzer işleri düşünme!” diyen başbakanlar kaldı mı? Artık, bu işler aile boyu yapılıyor, oğullar, gelinler, mâaile... Kimi gemicikleriyle oynuyor, kimi yumurta tokuşturuyor, kimi de tek taş takıyor. “ dedi. Hürriyet’ten Oktay Ekşi ise daha yakın bir örneği gündeme getirerek ” Ahmet Necdet Sezer’in çocuklarının değil yaptıkları işleri isimlerini biliyor musunuz?“ diye sordu.
Melih Aşık’ın ‘Yolmaya geldik’ başlıklı yazısında ise şu örnekler vardı:
”Nihat Erim’in kayınbiraderi müteahhit imiş... Erim, Bakan olunca, bir genelge yayımlamış: “Benim bakanlığım süresince kayınbiraderim falanca ile kesinlikle iş yapılmayacaktır...”
İsmet İnönü benzer kaygılardan dolayı çocuklarının okuyup bilim adamı olmasını özellikle ister.
Bunları bizim kadar son yıllarda iktidarı ele geçirmiş olanlar da biliyor..
Ancak onların parolası futboldaki “Ölmeye, ölmeye geldik” misali, “Yolmaya yolmaya, yolmaya geldik”tir.


++++++

MİNİ YORUM
Correa da nezaket yoksunu

ABD Gümrük Ataşesi, Ekvador’a verilen uyuşturucu mücadele fonlarını devam ettirmek için narkotik polis şefinin ABD tarafından belirlenmesini şart koşmuş. Ekvador Devlet Başkanı Correa da ataşeden 48 saat içinde ülkeyi terk etmesini istemiş. Correa ’diplomatik nezaketsizliğini’ Amerikalı’ya “küstah” ve “ahmak“ diyerek sürdürmüş. Milli Gazete’den Afet Ilgaz, ”dik durmak böyle olur“ diyor. Allah Türkiye’ye de nezaketli işbirlikçiler yerine, sömürge valilerine diklenebilenler nasip etsin. Hani şu Diyojen’in fenerle aradıklarından!

Yazarın Diğer Yazıları