Kelaynağın hikâyesi...
Üstad Young ne güzel demiş "Bütün mana bir açıdan ibarettir: Bakış açısı."... Bütün mesele bu değil mi: Bakış açısı... Hayata, olaylara ve en büyük "mesele"ye bakış, durduğunuz yerle ilişkilidir... Durduğunuz yer ise geldiğiniz yerle... Coğrafi olarak değil elbette, fikri serüveninizle ve nihayet bu fikri kendi hayatınıza tatbikinizle alakalıdır.
Meşhur hadisteki gibi "dağıtırken yakınlarınızdan" başlayacaksınız ama va'z ettiğiniz şeye önce kendinizden... Fikri serüven hayatınızı yönlendirir: "Meseleye" bakış açınızı, doğru karşısındaki tavrınızı, her şeyinizi. Bu serüvenin sağlam temeli, olaylar karşısında vereceğiniz tepkinin, tepki çok mu yüzeysel oldu, "tavrın" karakterini belirler... Duruştaki dikliği, kararlardaki haysiyeti ve dahi vefayı, diğerkâmlığı ve sonunda adamlığı... Mesele budur...
Ve iş bu yazı, meseleye bu "açıdan" bakan, bu açının oluşması için yıllardır mütebahhir bir eda ile cehd eden ve hâlâ inatla "adamlık" çizgisinde sabit kadem olmaya çalışan, ahde vefanın kaybolmaması için didinen, 21. asrın kalleşliğine rağmen "delikanlı" olmaya çalışan kelaynağın macerasına dairdir.
Kelaynağın hikayesi "cehd" ile mânâ bulmaz mı?
Neslinin tükenmemesi için didinen; ne var ki "didinme" sadece kendisi ile ilişkili değildir, onu kalabalıklar içinde "cins" yapan değerlerle alakalıdır. Evet "cinstir" çünkü "değerleri" için mücadele eder; o "değerlerle" mücadele edenlerle işi olanlarla işi olmaz. Çünkü o değerler "kök"ü ifade eder ve kök her şeydir. Çünkü tasavvur ettiği medeniyet o kökler üzerinde yükselecektir. Ne "köksüz" bir iktidar hayaline, ne de sadece "lafta" kalan bir "dava" retoriğine nesiller verdiği medeniyet tasavvurunu heba etmez.
***
Çevre, mahalle değil, kelaynağın "cins" olarak tükenmemesi için bir şeyler yapması gereken adrestir.
Peki kelaynak matah bir şey midir ki, yok olmaması için çevrenin bu işe duyarlı olmasını beklemekteyiz?
Neticede A. Turan Alkan'ın deyimiyle "dijital hesap makinesinin abaküse galebe çaldığı" günümüzde kelaynak kabilinden şahsiyetler "ilerleme" fikriyatının önünde engel teşkil eder...
Bittabi ilerleme, tekâmül değil, pragmatik bir şeydir. Ve eskinin yerini işgal eder. Bu yerine oturuşun ikâme ile ilgisi yoktur. Çünkü ikâme mal, kavram veya radikal bir tabirle "insan" benzerinin yerini doldurur... Ama aydınlanmanın ilerlemesi, önceyi yok ederek ilerler. Öncenin her şeyini. O yüzden biz kavram olarak "tekâmül"ü tercih ediyoruz... Ve bu yok edişe her nasılsa direnebilmiş kelaynak "yeni" için her daim tehlike teşkil eder... Eskide kaldığı zannedilen tavırlarla bezeli hayata bakış açısıyla büyük tehlikedir. Bu bakışta hak olmayan bir şeyi almama vardır. Alırken eğilme, verirken dikilme yoktur; sadece öpülesi elleri öpme, önünde çökülesi dizlere baş koyma vardır. Kibir yerine vakar, hıyanet yerine vefa vardır.
Kazanırken "her ne şekilde" diye bir kavrama sığınma yoktur. Kaybederken "benden sonrası tufan" deme sorumsuzluğuna sahip değildir. Kaybettiği şeyi kutsal bir emanet gibi muhafaza edip kazanana teslim etme sorumluluğuna sahiptir. Ve tabii ki yalnızlık vardır kelaynağın kaderinde.
Zamana ayak uydurmuş "ebeveynler"in çocuklarına anlatacakları Kaf Dağı'nın ardında kalmış bir hikaye kahramanı, kendileri için ise "istihza" kaynağıdır.
"Bırak bu tarzı, hayatın içine dön, rüzgârı dikkate al, bu kafa ile kaybetmeye mahkûmsun, haklısın ama" diye başlar kendisini kelaynağın ebeveyni zannedenlerin nasihatleri... Vakar ile ukalalığı, müsamaha ile safderunluğu birbirine karıştıranlar için kötü örnektir nitekim...
"Yirmi yaşındayken Sosyalist olmayanın kalbi, kırk yaşında Sosyalist olanın aklı yoktur" diyen ideolog gibidir çevre...
Kelaynağa bakış da böyledir işte: Bakış açımızın bir türlü uyuşmadığı çağlar öncesinden gelen bir nesil. Tıpkı isim babası gibi çağlar öncesinden bugüne her nasılsa kalabilmiş bir tür...
Biliyorum, siz de seviyorsunuz onları...
Lakin sevmeyi "olmak"a tercih etmeliyiz...
İşte o zaman kelaynağın nesli tükenmez...