“Kek”remsi sorular
“Dannnn” - “Kekkkk”, belli ki Türkiye Gençlik Birliği’nin zarfını afiyetle yiyen Emrullah Uslu’nun midesine fena halde oturmuş...
Rahatlamak istemiş, gaz çıkarmayı denemiş dünkü yazısında...O sıkışma hissinden kurtulmak için “yavuz hırsızlığa” soyunmuş... Ama mesleki kökleri “polisliğe” dayandığı için olmalı; sırıtmış, uymamış, iğreti durmuş...
TGB’lilere dönüp; “Vozurtu yöntemiyle bir gerçeği gizleyemezsiniz; Batum’dan Başbakan’ı protesto eylemi için destek aldınız mı almadınız mı? Her biri en az üç bin TL olan otobüsleri kimin parasıyla kiraladınız? On binlerce lirayı bulan protesto parasını nereden buldunuz?” diyerek, bir “oh” çekerim umuduyla ne varsa kusmuş içinde ama...
Iııhhhh!
Serde, artık Yıldıray Oğur’la olan köşe komşuluğu hakkından mı, kendisini yetiştiren okyanus aşırı büyüklerine vefa borcundan mı bilinmez ama sakladığı onca “nereden buldun” sorusu varken, “işgöremez” diye tescillenmiş “gündemi çarpıtma” satırları farkında değil!
Ah benim kıskıvrak kalmış komiserim;
TGB’li gençlerden “Ankara’dan Erzurum’a gidecek parayı nereden buldunuz?” diye hesap sorarken, Genç Siviller’e “İstanbul’dan Ermenistan’a; Hrazdan Stadına gidecek parayı nerden buldunuz?” diye soramanın sancısıdır seni bu hallere düşüren!
Öncesinde kendinizi ne saydığınızı, sonrasında ne olmayı umduğunuzu bilemem ama evrimin şu anki görünen tezahüründe insansınız ya; Türkiye Gençlik Birliği’ne “Yurtsever vatandaşlardan para aldık yalanıyla bu işin üstünü örtemezsiniz” diye carlarken, “Ehud Barak’a ilk ayakkabı fırlatana bir milyon dolar vereceğiz” diyen Genç Siviller’e “Nereden geliyor bu değirmenin suyu?” diyememiş olmanın, yahut “1 milyon doları gönüllülerden toplayacağız” dedikleri vakit; “kimmiş bu pamuk elli, akrep girmemiş cepli gönüllüler” diye sorgulamamış olmanın vicdan yarasıdır belki acıtan canınızı!
Seni Nihal Atsız’ın “Selam”ıyla selamlıyor ve;
“Haydi artık dinsin bütün ızdırapların” diyorum Emrullah Komiser!
Haydi;
“Gönlündeki yaraların kanını dindir”mek için sor:
Ey “converse”li direnişçi;
Yurdumun üniversitelileri üç liralık yemekhane parasını bile ödeyemedikleri için ağlaşırken, sen The Marmara Oteli’nden, iki sene öncesinin parasıyla 190 liralık pankartı sarkıtmak için Haliç ve boğaz manzaralı bir odada konaklayabilmek için kimden destek aldın?
Yatağına 275 Euro’yu kim ödedi?
Kim “otobüse niye binmedin kardeşim” diye “hayat dersi” vermeye yeltenmeden otoparkına 35 TL’yi sayıverdi?
1 Mayıs alanındaki işçilerin duygusunu yakalayabilecek kadar efkarlan diye 30 euoroluk minibar paranı dahi ödeyen bu hassas kalpli gönüllülerin kimler?
Spontone gelişen eylem öncesi, -hani annelerin çaktırmadan okul çantasına sandviç sıkıştırması gibi-, sırt çantana “zincir, çekiç, balyoz, sopa, demir çubuk” sıkıştıran tedbirli “velin” kim?
Bu “Piere Cardin” eşarplı, liberal-muhafazakar! hanım kızların french tırnaklarının, hızmalarının, kalıcı dudak boyalarının, takma kirpiklerinin maliyeti de “eylem gideri” mi?
Herhangi bir “flaş gelişme” karşısında, anında toplanacak, anında “yaratıcı bir eylem senaryosu” yazacak, anında o senaryo için gerekli dekoru hazırlayacak, anında yüzlerce -hem de en iyi kalite kağıda- döviz hazırlatacak organizasyonun finansı nasıl sağlanıyor?
Velev ki “birkaç sivil adam”sınız;
Cepte para olmadan, sadece “dernekleşerek” birkaç saat içinde nasıl köşe dönülür; ulusal ve uluslar arası hibeciler heybelerinizi, ne niyetle doldurur?
***
Genç Siviller’in karşısına geçip bu soruları sormadan; hatta daha iyisi mesleğe geri dönüp bu soruların cevaplarını bizzat kendin bulmadan, kamuoyuyla paylaşmadan TGB’yi sorgulamaya hakkın var mı Emrullah Komiser!
+++
Yüz karası...
Meslektaşları iki yıldan fazladır demir parmaklar arkasında “marulu amacı dışında kullanmak”la suçlanırken ve hergün aralarına yenileri katılırken, gevrek gevrek sırıtıp “Yok efendim, muhalefet susturuluyormuş, bu gidişle hükümete ters kimseyi bırakmayacaklarmış... Yahu tetikçiliğin, hedef göstermenin, manipülasyonun ismi ne zamandan beri muhalefet oldu?” diye yazan gazeteciye ne nedir? İpucu başlıkta!
+++
Tıksırıncaya kadar yazmanın bedeli
Köşe yazarlarının gündeminde odatv internet sitesine yapılan baskın ve gözaltılar vardı
Darbe yapanları yargılayamayanlar... Doğruluğu kanıtlanamayan “darbe planlarını” bahane ederek, ülkenin tarihinde görülmemiş bir “cadı avı” başlattılar!
... Tek suçları, “mevcut iktidarı beğenmemek ve eleştirmek” olan herkesi, bir şekilde bu imparatorluğun kurbanı haline getirdiler! Konuşan dilleri kestiler! Düşünen beyinleri şişlediler! Hükümeti eleştiren kim varsa; etkisizleştirdiler!
***
Cuma gününden bu yana tanık olduğumuz gelişmeler; insanın kanını donduracak cinsten...
Önce Ergenekon sanığı ve Başkent Üniversitesi Kurucusu Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı tedavi eden bir profesör tutuklandı... Sonra; aralarında daha o sabaha kadar bu ülkenin güvenliğini sağlamakla görevli generallerin de bulunduğu çok sayıda komutan; yine “iddia halindeki” bir “darbe planı” nedeniyle bir çırpıda kodese tıkıldı. Ve bu tutuklamalar; sanıkların kendi ayaklarıyla geldikleri mahkemenin kapıları kapatılarak gerçekleştirildi... En azgın teröristleri, seri katilleri tutuklamak için bile böyle bir yönteme bugüne kadar başvurmayan yargıçlar; bunu, ülkenin halen görevde olan komutanlarına reva gördüler!
Dün ise... Dört gazeteci daha gözaltına alındı! Suçları; “Siyasi iktidarı yıkmak isteyen Ergenekon Terör Örgütü”ne yardım etmek... Ne yapmışlar yardım edip de?
Silah mı bulmuşlar, tetikçilik mi yapmışlar, örgüt toplantılarına mı katılmışlar? Bomba mı atmışlar?
Hayır! Davadaki “sehven” (bilinçli olarak yapılmayan hata)olaylarını gündeme getirmişler... Soruşturma ve yargılama sürecindeki hukuksuzlukları ortaya çıkarmışlar...
***
Dün gözaltına alınan gazetecilerin gerçek suçları belli: popüler deyimle “tıksırıncaya” kadar yazmak!
Bu karanlık günler daha ne kadar sürecek; artık bilmiyorum... Bildiğim tek şey; her gecenin bir sabahı olduğu! Ve ben o “sabah”ı inatla, umutla bekliyorum!
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Dik mi başımız!
Sanırım artık bıçağın kemiğe dayandığı yer...
Vicdanın susmaması gerektiği zaman...
Silivri’nin önünde ayağında eski ayakkabısı, belki cebinde sadece dolmuş parası, koca çantasında gözyaşları için mendilleri.. o kadınlar çığlık atarken, biz daha susacak mıyız?..
Koca Türk medyası...
Onurlu gazetecilik...
Şanlı-şerefli Türk basını...
Korkusuz gazeteciler...
Yüce meslek...
Vazgeçilmez özgürlüğümüz...
Tüm bunlar hâlâ geçerli midir?.. Doğru mudur?.. Var mı aslı astarı?.. Biz öyle miyiz ustalar?..
Dik mi başımız?..
Peki, şu soğuk günlerde Silivri önünde nöbet tutan üşümüş kadınlardan mı sorulur basın özgürlüğü?..
Onlar bizim özgürlüğümüzü savunacaklar...
Biz yere bakarken...
Öyle mi?..
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Kim ne dedi?
Odatv’nin dört mensubu Ergenekon örgüt üyeliği ve halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmekle suçlanıyor.
Bu suçlamanın inandırıcı olabilmesi için kanıtların bir
an önce kamuoyu ile paylaşılması
gerekiyor.
Melih Aşık / Milliyet
Eğer bugün sadece gazeteciliğinden rahatsız olduğunuz için Soner Yalçın’ı ya da başkalarını gözaltına alıp, evlerine, ofislerine baskın düzenliyorsanız veya bugün bu baskınlara ses çıkartmıyorsanız yani açık açık yazalım korku dağları sarmışsa vay halimize hepimizin...
Cüneyt Özdemir / Radikal
Çok sayıda gazeteci haberi öğrenmişti. Hiç olmazsa mesleki dayanışma için Levent’e kadar gidilemez miydi? İnsan böyle ’sıkıntılı’ bir günde hiç olmazsa böyle bir desteğe ihtiyaç duyar.
Yalçın Bayer / Hürriyet
İktidarın “Ergenekon” gerekçesiyle muhaliflere gözdağı verdiği inancı yaygınken, Oda TV’ye baskın, yanlış bir uygulamadır. Oda TV, gazeteci Soner Yalçın’a ait muhalif bir internet sitesi. Farz edelim, Ergenekon’la ilişkisi var ya da vardı. Ergenekon soruşturması 2007’de, Ümraniye’de ele geçen bombalardan sonra başladı. Baskını yapanlar, o günden bugüne Ergenekon belgelerinin Oda TV’de muhafaza edildiğini mi sanıyor?
Nazlı ılıcak / Sabah
Ne denir ki? Manzara yeteri kadar açık değil mi? Sırayla herkesi topluyorlar, herkesi susturmak için yola çıkmışlar. Nasıl savaşılır, nasıl bu gece yarısı yöntemleriyle başa çıkılır ki? İnanın bilmiyorum. (...) Kim gazeteci kim değil anlama zamanı... Bugün gazetelerde alınan tavırları, köşe yazarlarını göreceğiz. McCarthy’ciliğe destek mi olacaklar, kişisel hesaplaşmalarının esiri mi olacaklar?
Oray Eğin / Akşam
Bir yayın organının merkezinin basılması, buradaki bilgisayarların müsadere edilmesi, ayrıca görevli meslektaşlarımızın evlerinin basılarak gözaltına alınmaları hiçbir şekilde hoşgörülebilecek, göz yumulabilecek tasarruflar değildir. Özellikle muhalif çizgideki bir internet sitesinin böyle bir muameleye maruz kalması, dış dünyada Türkiye’de basın özgürlüğünün hükümetin ciddi baskısı altında olduğu yolunda yerleşmiş olan yargıyı daha da pekiştirecektir.
Sedat Ergin / Hürriyet
Bana göre burada önemli olan Soner Yalçın’ın Ergenekon üyesi olduğunun ve Odatv’nin halkı düşmanlığa ve nefrete sevk eden yayınlar yaptığının ileri sürülmesi. Düşmanlık ve nefrete sevk etmek gibi bir ifade çok lastiklidir ve kötü niyetli kişiler kullanılan her cümleyi “düşmanlık ve nefret yaratmak” olarak yorumlayabilir ve suçlama yapabilir. Bu da şu demektir ki, iktidara yönelecek her eleştiri bu kapsamda değerlendirilebilir.
Can Ataklı / Vatan
Tuhaf rüyalar görüp durdum bütün gece.
Önce bir “Oda”ya girdim, baktım “tivi” açık; hemen çıktım tabii! İkinci oda. “Tivi” yine açık, hey Allah’ım bu ne ya? Al başına belayı, “Penguen” temalı bir belgesel seyrediliyordu ikinci odada, durulur mu hiç orada?! Başka bir oda. Burada da “Zoraki Kral/The King’s Speech” adlı filmi seyrediliyor, iyi mi? Değil! “Oooo, şahane film di mi? Ben de korsan DVD’den seyrettim Sayın Cumb...” Diyecekkenağzımı kapatmayı akıl ediverdim, odadan çıktım.. Ağlayan bakanlar, “Oh olsun” diyen ileri demokratlar, sınırlı ve sinirli özgürlükçüler, salı nutukları arasından koşarak geniş bir meydana ulaştım. “Tahrir mi yoksa Tahran Azadlık Meydanı mı yoksa burası?” derken, ter basmış,uyanmışım.
Hayırdır inşallah...
Kanat Atkaya / Hürriyet
90’lı yılların ilk yarısı.. Türkiye yine sıkıntılı günler yaşıyordu.. Akşam televizyonu açtım.. 32. Gün başladı.. Haberci Deniz Arman ekrana geldi.. Evinin mutfağında, üzerinde önlük, kuru fasulye yapıyor.. Protein değeri şudur, yararı budur gibi ansiklopedik bilgileri de araya sıkıştırıyor.. Sadesi vardır diyor, kıymalısı şöyle yapılır, diye tarif ediyor; pastırmalısı şahanedir, sucuklusu yabana atılmamalıdır.. Kuru fasulye pişince ekrana döndü; oldu mu? diye sordu.. Bugünlük bu kadar dedi.. Noktayı koydu.. Dün böyle bir gündü..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Karıncayla sarı öküz aynı davanın sanığı oldu
Ve, kış gelmiş.
Şak...Karıncanın yuvası basılmış!
Yeraltında 6 metreye inen dehlizlerin krokileri yayınlanarak “İşte derin yapılanma” manşetleri atılmış.
Kazı çalışmalarında “Ne oldum deme, ne olacağım de, sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları” şeklindeki örgütsel doküman ele geçirilmiş... Akbabalar derhal olay yerine üşüşüp “İşte kanıtı, resmen istilaya hazırlanıyorlar” demiş.
Karınca tutuklanmış.
Ağustosböceği, “şark bülbülü” rumuzuyla “gizli tanık” olmuş... Karıncanın aslana suikast planı tertiplediğini, kuş ve domuz gribinin onun başının altından çıktığını, keneleri örgütlediğini, ayrıca, yuvasında yapılan aramada tavşanla zürafanın porno kasedinin ele geçirildiğini iddia etmiş... Telekulak olarak görevlendirilen baykuş, doğrulamış...
Fil bile inanmış.
Karıncanın yakınları, Avrupa Hayvan Hakları Mahkemesi adına bilirkişi olarak duruşmaları izlemeye gelen La Fontaine’e “Senin gibi bilirkişinin taaa” diye tepki göstermişler... Ancak, La Fontaine “Saçmalamayın kardeşim, ben böyle bi rapor yazmadım, yazmadığım şeyleri yazmışım gibi eklemişler” deyince, La Fontaine’in raporuna “sehven” montaj yapıldığı ortaya çıkmış.
Ağustosböceği Nuh’un gemisiyle dünya turuna çıkarken, sarı öküz karşılamış cezaevi kapısında karıncayı... “Anlattık o kadar, angus gibi dinlediniz, vermeyecektiniz beni” demiş.
Yılmaz Özdil / Hürriyet