Kedi miyavladı diye kızan Başbakan!
Başbakan’ın adamları, “Cezaevlerinde yalnızca altı gazeteci var” deyince Erdoğan, “İyi ama AB’li yetkililer yüzün üzerinde diyor” demiş, “Onların basın kartı yok” cevabını vermişler.
İşte Erdoğan’ın, “Silivri’dekilerin çoğu gazeteci değil” demesi bu yüzden. Velev ki, “gazeteci olduğu için” bir kişi bile cezaevinde bulunsa bir Başbakanın, “Altı gazeteci önemli değil” tavrı mı sergilemesi lâzımdı?
Rahmetli Peyami Safa bir kalem kavgasında, “Bir iki tane de komünistimiz oluversin, ne çıkar” diye yazan muhatabına, “Beyefendi! Beyefendi! Başınızda bir bit olsa, bir tanedir, mahzuru yok diyebilir misiniz” demişti. Erdoğan, “Altı gazeteci, önemli değil” derse, birileri de elbette, “Başınızda bir tane bit olsa, bir tanedir ne mahzuru var diyebilir misiniz” diye soracaktır. Üstelik öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, geçimini gazeteden sağlayan yüz gazeteciden neredeyse yetmiş, sekseninin basın kartı yok. Kimi, basın kartı nimetlerine(!) tenezzül etmediği için müracaatta bile bulunmuyor, kimini kurumu “gazeteci” olarak göstermiyor, kimi, istese de alamıyor.
Siz bir kişinin yaptığı işe mi bakıyorsunuz, elindeki karta mı? Hangi köylünün “çiftçilik kimliği” var? Şimdi onlar çiftçi değil mi yani? Biz basın kartı olan amma gazeteci olmayan, asla gazetecilik yapmayan nice insanlar biliriz, benim bildiklerimden biri, bir dönem önce AKP’den milletvekiliydi meselâ. Şimdi siz bu ve benzerlerine basın kartı var diye gazeteci mi diyeceksiniz? Yanlış hatırlamıyorsam Fatih Altaylı da basın kartı almamış, bu bilgi doğru ise biz şimdi basın kartı yok diye Altaylı’ya gazeteci değil mi diyeceğiz?
Velhasıl, Başbakan’ın adamları Başbakan’ı fena yanıltıyor, bu yanılma da Başbakan’ın işine geliyor.
Ama daha acı olan bir şey var...
Başbakan’ın, gazeteci olsun olmasın, suçları sabit olmamış, yani hüküm giymemiş bu insanları yüksek sesle, bağıra çağıra suçlaması! Yani, karine olarak masum sayılması gereken insanların Başbakan tarafından savcıların, hâkimlerin önüne atılması doğru mu? Erdoğan’ın bu yaptığı kelimenin tam anlamıyla bir hukuk faciası, büyük bir Türkiye ayıbı! Bırakınız Erdoğan’ın, “Ustalık dönemimiz” ve “İleri demokrasi” dönemi dediği Türkiye’yi, demokrasinin çeyreğinin olduğu bir ülkede bile devlet ve hükümet yöneticileri suçları sabit olmamış tutuklu insanları arenadaki aslanların önüne atar gibi hâkim ve savcıların önüne atmaz, atamaz.
En azından bu işleri alenî yapmaz, yapamaz.
Size bir örnek...
Müjdat Gezen bir laf ediyor, tam on beş AKP milletvekili teker teker Gezen’in aleyhinde dava açıyor. Ve Gezen bu davaların tamamında beraat ediyor. Bu sefer aynı sözleri söylediği için Başbakan Erdoğan dava açıyor ve Müjdat Gezen mahkûm oluyor. Dava aynı, ülke aynı, kanunlar aynı, davayı açan Başbakan olunca sonuç farklı...
Ne demek istediğimiz herhalde anlaşılmıştır...
Kaldı ki, değil altı gazeteci, tutuklu olanların hiç biri gazeteci olmasa dahi, insanların fikir beyan ettikleri için yıllarca tutuklu olmaları ve Başbakan’ın kendilerini meydan meydan, grup grup savcı ve hâkimlere hedef göstermesi doğru mu? Gazeteci değilseler insan da mı değiller? Hatta insan dahi olmasalar, bir kedi olsalar, miyavladılar diye belediyeyi göreve çağırmak insafla bağdaşır mı? Gazeteci bu, yazacak, haber yapacak? İnsan bu, konuşacak, hak arayacak, itiraz edecek... Kedi bu, miyavlayacak... Allah öyle yaratmış...
Daha ne diyeyim bilmem ki...
***
ÖNEMLİ BİR KİTAP: Silivri’de neler oldu, neler oluyor daha iyi anlayabilmek için arkadaşımız Yavuz Selim Demirağ’ın, “TSK’ya İndirilen Balyoz, Digital Terör” kitabını okumak gerekiyor. Togan Yayıncılık’tan çıkmış; haberiniz olsun..