Katliamı gerçekten Şam rejimi mi yaptı?
Humus yakınlarındaki Hule’de 49’u çocuk, 34’ü kadın 110 sivilin katledilmesi üzerine önce 10 Batı ülkesi sonra Türkiye, Suriye ile diplomatik ilişkilerini tamamen kestiler. Birleşmiş Milletler de bir rapor hazırlayarak katliamda 20 kişinin bomba ile 80’den fazla kişinin ise ateşli silahlar ile yakından taranarak öldürüldüğünü açıklamıştır. BM raporunda katliamın, Hule’ya yakın Taldavu köyündeki Esad yanlısı milislerce yapılmış olması ihtimalinin yüksek olduğu açıklanmıştır. Şam yönetimi ise katliamın El Kaide tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür.
Bundan on sene önce ABD’nin Irak’ta nükleer silah bulunduğu iddiası ile bu ülkeyi işgal ettiğini, dönemin ABD Dışişleri Bakanı’nın Amerikan yönetimi tarafından bu konuda aldatıldığı, sahte belgelerle desteklendiği ve daha sonra ABD Başkanı Bush’un televizyonlara çıkıp Oval Ofis’in dolaplarında kitle imha silahı arayıp bulamadığını unutmayanlar için Hule’de gerçekleşen katliamı Esad yanlıları yapmış olsa dahi sorgulanmadan kabul edilmesi mümkün değil. Lübnan’da Hariri suikastı da önce Şam’a yıkılmış sonra bu iddianın şüpheli olduğu ortaya çıkmıştır.
Üstelik bugün Suriye’de gerçekleşenlerin Suudi Arabistan ile ABD arasında 2006’da İran’ın Orta Doğu’da etkisini kırmak karşısında yapılan bir anlaşma çerçevesinde önce Esad’ın devrilmesi için düzenlenen bir operasyon olduğunu bilenler için Suriye’de gerçekleşen her şeyin sorgulanmadan kabul edilmesi mümkün değil. Kısa bir süre önce yazmıştık. Ancak bugün önemine binaen tekrar altını çizeceğim.
Amerikalı ünlü gazeteci Seymour Hersh’ı Türk kamuoyu İsrail istihbaratının Kuzey Irak’ta yaptığı faaliyetleri yazmış olduğu uzun makale ile gündeme taşımıştır. Hersch, The New Yorker dergisinde 2007 Mart’ında yazdığı “The Redirection” adlı makalesinde İran’ın ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden çok faydalandığını ayrıca Tahran’ın müttefiki Hizbullah’ın 2006’da İsrail Ordusu’na direnmesi sonucunda Orta Doğu’da İran’ın etkisinin arttığı analizini yaptığını kaydetmektedir. Ayrıca Suriye-İran ittifakı da İran’ın Orta Doğu’da gücüne üç katmaktadır. İran’ın güçlenmesinden büyük endişe duyan Suudi Arabistan ve ABD, yeni bir strateji geliştirmişlerdir. Bu stratejinin temelinde asıl tehdidin Sünni radikal terör örgütleri değil, İran olduğu kabulü yatmaktadır.
Geliştirilen yeni strateji, ABD ile Suudi Arabistan arasındaki dört ilkeli bir anlaşmaya dayanıyor. Anlaşmanın birinci ilkesi İsrail’in İran konusundaki güvenlik endişelerini S. Arabistan ve diğer Sünni Arap devletlerinin paylaştığıdır. İkinci ilke, S. Arabistan’ın Hamas’ı, İran ile bağlarını koparmak, El Fetih ile ortak hükümet kurmak ve daha az anti-İsrail bir söylem geliştirmek konusunda ikna etmesidir. (Hersch bunları yazdıktan beş sene sonra bu süreç başladı.) Üçüncü ilke, Amerikan yönetiminin Sünni Araplar ile Şii Hilaline karşı birlikte çalışması ve dördüncü ilke, S. Arabistan’ın Suriye’de muhalefete para ve lojistik destek aktarmasıdır.
Bu anlaşma çerçevesinde Lübnan’a da büyük bir rol düşmesi kararlaştırılmıştır. Lübnan’da Hariri suikastı sonrasında Suriye Ordusu işgal altında tuttuğu Lübnan’dan çekilmiştir. ABD ve S. Arabistan tarafından desteklenen Siniora Hükümeti, Lübnan’ın kuzeyinde (burası Suriye’nin de güney sınırı) Afganistan’da El Kaide kamplarında yetişmiş radikal Sünni örgütlerin yerleşmesinin önünü açmış ve silahlanmalarına destek olmuştur. Ayrıca Lübnan’da hapishanelerde bulunan Sünni terörist unsurlar da aflar ile 2007’de serbest bırakılmaya başlamıştır. Bu bölgenin Suriye’de ayaklanmanın merkezi olan Humus ve Hama’ya uzaklığı 50/100 kilometredir.
Bu arada Lübnan Dürzilerinin lideri Velid Canpolat da 2006’da Esad’ın devrilmesi için ABD’ye çağrıda bulunuyor ve Esad yerine Suriye’de Müslüman Kardeşler ile görüşülmesini önermiştir. Zaten 2005’te Amerikan Milli Güvenlik Konseyi ile görüşen Müslüman Kardeşler’e ABD’nin desteği ile Suudi ekonomik yardımı başlamıştır.
Bugün Suriye’de yaşananları Hersch’in 2007’de yazdıklarının ışığı altında anlamak daha kolay hale gelmektedir. Annan Planı devreye girdikten sonra Batı’nın Suriye muhalefetine ağır silah yardımına başlaması, Suriye’de çatışmaların bitmesini istemeyen tarafın Esad rejiminden çok, Batı olduğunu göstermektedir. Ancak ABD’yi ve İsrail’in endişelendiren, Şam’da ortaya çıkacak bir Müslüman Kardeşler rejiminin ne kadar kontrol altında olabileceğidir.
Bundan dolayı ABD’nin geliştirdiği son strateji Esad’ın Moskova’ya sürgün gitmesi ve Baas rejiminin devam etmesidir. Moskova, Mayıs 2012 başında yapılan bu Amerikan önerisine karşı olumsuz yaklaşmıştır. Esasen Putin’in önümüzdeki dönemde daha sert bir antiAmerikan çizgi izleyeceğinin ipuçlarının geldiği bir ortamda Moskova’nın bir süre daha Esad’a destek vereceği görülmektedir. Öte yandan ABD’den Kasım’da seçimler gerçekleşmeden Suriye konusunda ciddi bir karar çıkması mümkün görünmemektedir. Suriye daha uzun süre kanamaya devam edecektir.