Katiline âşık bir cemiyet
Sizi karakola davet eden polisin ve sizi yargılayan hâkimin Pitbulluna masum sokak kedilerini parçalatan birinin olmasını ister misiniz?
Sizi ameliyat edecek doktorun, sevgilisini testere ile parça parça edip çöp kutularına atmış birisi olmasına razı olur musunuz? Çocuğunuzun, babasının başını çekiçle ezmiş bir katil öğretmenin öğrencisi olması içinize siner mi?
Milli Eğitim Şûrası’nda mecburi eğitim süresinin 13 yıla çıkartıldığı kararının alındığını öğrenince Mehmet Şevket Eygi’nin bu minval üzere yazmış olduğu bir yazıyı hatırladım. Şûra sonucu gösteriyor ki yine “zarf”ta kalınmış, “mazruf” ıskalanmış. Okulda kalış süresi uzayınca eğitimin ve insanın kalitesi yükselecek ön kabulü temel alınmış. Yanlış, bin kere yanlış. Gerçi şûranın yapılmış olması eğitimin kifayetsizliğinin kabulünü göstermesi bakımından, önemli. Yani, ihtiyaç var ki, şûra yapılmış.
Gençliğin hali perişan, ülkenin geleceği tehlikede. Gazetelerin üçüncü sayfalarından birinci sayfalarına taşan baltalı, testereli cinayetler, erkek arkadaşı ile buluşabilmek için anne, cep telefonu için baba katletmeler hep lise ve yüksek okul öğrencileri arasından çıkmakta. Bunlar yakalanmasalardı hâkim olacaklardı, savcı olacaklardı, doktor olacaklardı, öğretmen olacaklardı. Bu cinayetleri işlememiş olsalardı bile işleme potansiyeli taşıyan bedenler olarak onlar bizim çocuklarımızdı, bizim öğrencilerimizdi.
Ayrıca okullardaki fiili durum zaten eğitimin sefaletini göstermesi açısından yeterli fotoğrafı veriyor. Okulu bitiren öğrencilerin bilgi, beceri ve davranışları ise daha bir içler acısı. x’leri, y’leri bilen çocuklar Yahya Kemal’i sağ, Kâbe’yi Peygamberimizin türbesi zannediyor. Yine gençlerin kahir ekseriyeti Tarkan’ı tanrı, sevdiği genci kendisini cennete taşıyacak peygamber, anneyi evin aşçısı ve son ütücüsü, babayı kurs taksitlerini ödeyen ve cep telefonu ihtiyacını karşılayan bankamatik, msn ve Facebook gibi paylaşım sitelerini teyze, amca, hala; yani hısım akraba sanıyor.
Daha da acısı bu resim bize “Çağdaşlık” diye pazarlanıyor, dayatılıyor. Bir şey bir kere “Çağdaş” oldu mu, bakınız ondan sonra mesele nasıl seyrediyor. “Çağdaş”a karşı çıkan “Çağ dışı” oluyor. Bir şey “Çağ dışı” ise, kastedilen “Şeriat” oluyor. Eğer bir şey “Şeriat” damgası yemişse, onun görüntüsü de “Afganistan’daki Taliban” olup çıkıveriyor.
Bu ne büyük bir tuzak..
Bu ne büyük bir aymazlık..
Bu ne büyük bir “operasyon”.
Bir kere birileri “Çağdaş” dedi diye o şey “Çağdaş” olmak zorunda mıdır?.
İkincisi, pek çok şey aynı anda “Çağdaş” olamaz mı?. Hal böyle olunca bir “Çağdaş”a diğer “Çağdaş”ın karşı çıkması niye ve niçin “Çağ dışılık” olsun?
Sonra niye “Çağ dışılık” dendiğinde “Şeriat” anlaşılsın? Allah, İslâm’ı ebedî din olarak insanlığa önerirken 2010 yıllarını hesap edemeyecek bir Yaratıcı mı?
Sonra “Şeriat” denince niye “Taliban” ve türevleri akla getirilsin de, meselâ Hz. Ömer dönemi akla getirilmesin?
Konuyu toparlayacak olursak; Millî Eğitim, asla millî değil. Böyle bir eğitimin çarkında heder olan nesillerle bu toplum, sadece hizmet sektöründen ve biraz da al-sat’la para kazanabilir, bu bir. Yine bu eğitim sistemi ile bu toplum siyaseten çalkantılardan kurtulamaz, devletin varlığı ve milletin bütünlüğünü tesis edemez, ne yaptığını bilen başka unsurların manivelâsı haline gelir, bu da iki.
Üçüncüsü, aile müessesesi darmadağın olur, komşuluk ilişkileri biter, manevî değerler daha da yozlaşır, yok olur. Böyle bir ortam Kürt’üyle Laz’ıyla Türk’ü Türk, Türkiye’yi Türkiye olmaktan çıkarır, kendi elimizle kendi belâmızı bulmuş oluruz. Bu belâ üzerinde yaşadığımız toprakların Irak’laşması gibi de tecelli edebilir, Sodom ve Gomore gibi bir felâketi celp etmesini de. Acınacak halinden memnun bir sistem ve olup bitenlere seyirci bir cemiyetin sonu başka ne olabilir ki?
Çöp bidonlarında bulunan kesik başlar da katiline âşık zavallıların değil miydi? Onların katili aslında biz değil miyiz?