Karen Fogg tapelerini unuttuk mu sanıyorsun?
Fatih Altaylı’nın savunulacak hiçbir tarafı yok da medyaya etik dersi vermek Cengiz Çandar’a mı kaldı Allah aşkına!
“Alo Fatih’dönemi, bir yanıyla AKP’nin Türkiye’de medya üzerindeki müthiş baskı döneminin, bir başka yanıyla ise Türkiye’nin yakın tarihinin en büyük ’medya utancı’nın simgesi” olmuş; öyle diyor Radikal’de yayınlanan dünkü yazısında.
“Ali Cengiz...” ay pardon kalemim sürçtü; “Alo Cengiz...” dönemi neyin simgesiydi peki?
“Alo Şahin (Alpay)...”, “Alo Mehmet Ali (Birand)...”, “Alo Oral (Çalışlar)...” neyin simgesiydi?
Yine çok pardon ya; siz telefonla değil e-postayla alıyordunuz “talimatları” değil mi?
***
Cengiz Çandar doğru söylemiyor;
Bir gazetecinin/bir medya yöneticisinin, iktidar alternatifi siyasi partilerin haberlerini sansürleme, anket sonuçlarında manipülasyon yapma gibi türlü dalavere ile kamuoyunu “Başbakan’ın talimatları”na göre şekillendirmeye kalkışması “yakın tarihin en büyük medya utancı” değildir;
Yakın tarihin en büyük medya utançlarından sadece biridir!
Bazı gazetecilerin “hükümet komiserleri” karşısındaki el-pençe divan duruşu nasıl bir rezalet ise, başka bazı gazetecilerinin “AB komiserleri”nin emirlerine amade duruşu aynı şekilde rezalettir; hatta rezaletin katmerlisidir!
Kendisini AKP’nin siyasi rakiplerini bertaraf “maşası” olarak kullandırtan bir gazeteci evet mesleğin yüzkarasıdır; ya kendisini “AB’nin Türk devletinin ve tarihinin hakkından gelebilmesi” için kullandıran gazeteci? O nedir? Arınması mümkünsüz zift karası mı?
Bir gazeteci için, Tayyip Erdoğan öyle buyuruyor diye MHP’nin (ya da başka bir siyasi partinin) sesini kısmak, etkisini kırmaya, etkisizleştirmeye çalışmak utanç vericidir;
Ya Karen Fogg öyle buyuruyor diye MHP’nin de ortağı olduğu 57. Hükümetin devrilmesine çalışmak, sivil darbe zemini hazırlamak?
Ya, yavru vatanın peşkeş tepsisine konduğu şu günlerde mumla aradığımız rahmetli Rauf Denktaş’ı tasfiye etmeyi planlamak,
Ya AB, “makbuz karşılığı nakit”le ödüllendiriyor diye Türk ordusunun Kıbrıs’tan çıkarılmasına, PKK’nın siyasallaştırılmasına, Diyarbakır merkezli ayrı bir yönetim oluşturulmasına levyelik yapmak, 30 milyon euroya “vatan pazarlamak”,
Bunlar bir gazeteci için gurur verici midir?
Habertürk merkezli sansür-baskı-müdahale-yeniden dizayn girişimlerinin yüz kızartıcı olduğu gerçeğini dillendiriyor olman seni Türk medyasının “yüz akı” yapmaya yeter mi?
Unuttuk mu sanıyorsun aşağıdaki Karen Fogg “tape(!)”lerini:
Karen Fogg’dan Cengiz Çandar’a(1 Nisan 2001): Birinci sayfada, AB ve Avrupa bütünleşmesi ile ilgili olarak, tercihen katışıksız Türk görüşünün dışında bir şeyler yazan her ay başka bir seçkin Türk köşe yazarının makalesi var. (...) Şimdi senin sıran? (Ödeme mümkün, makbuz gönder.)
Cengiz Çandar’dan Karen Fogg’a (3 Nisan 2001): Sevgili Karen, senin bir önerini nasıl geri çevirebilirim? Sizin sayfalarınızdan geçenler kuyruğunda en son sırada oluşum şaşırtıcı.
***
Bu Cengiz Çandar, o Fatih Altaylı’yı “utanç verici” buluyor diye ilke abidesi mi sayılacak şimdi...
Ne günlere kaldık Yarabbi!
Necip Fazıl’ı anlayan ‘tek adam’
Ankara’daki son durağım GATA’ydı. MHP Hatay Milletvekili Şefik Çirkin ile birlikte bir anlamda “selefi” de sayılan Hatay eski Milletvekili, TBMM eski Grup Başkanvekili Murat Sökmenoğlu’nu ziyaret ettik. Akciğer kanseri tedavisi devam eden Sökmenoğlu ile Çirkin arasındaki yakınlık sadece siyasi değil, ailevi bağları da var; “amcazade” oluyorlar kendileri.
Sağlık durumunu konuşurken moralli Sökmenoğlu. Ve fakat laf “memleket meselesi”ne gelince anında bulanıklaşıveriyor yüzü. “Ben hayatımda böyle bir dönem görmedim” diyor. Cumhuriyeti kuranların dizlerinin dibinde büyüyen, “Hatay Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” olan babasının statüsü dolayısıyla duruşu “devlet geleneği”yle mayalanan Sökmenoğlu’nun “böylesini görmedim” dediği hayatı boyunca tanıklık ettiği krizleri, batışları, çıkışları düşününce “vah” diyor insan, “vah ülkemin haline”...
Hasta ziyareti kısa olur diye kendisini yormak istemiyoruz ama beş-on dakikalık sohbet yetiyor “manidar” analizlerini aktarmasına.
“Necip Fazıl’ı en iyi anlayan adam” diyor Erdoğan’a.
“Büyük Doğu” düşüncesinin “icabında operatör bıçağı gibi cebir ve zorla tatbik edilecek bir ideal manivelası” olma özelliğini hatırlatıyor. Sonra Kısakürek’in “Başyücelik Devleti” ütopyasını. Hani diktatör mü, sultan mı, padişah mı diye tartışıp duruyorlar ya şu şıra, Sökmenoğlu’na göre tam da o ütopyadaki “başyüce”den başka bir şey değil Erdoğan’ın olmaya çalıştığı.
“İdeolocya Örgüsü”nü okuyanlar bilir; Necip Fazıl’ın ideal devleti “milletin en iyi düşünen ve en iyi yapanları”ndan (dolayısıyla millet adına düşünen, karar veren, uygulayanlardan) oluşmuş “Yüceler Kurultayı” tarafından yönetilir. İstisnai haller dışında ömür boyu görev yapan, “halkın değil hakkın seçtiği” 101 Yüceler Kurultayı üyesi, içlerinden birini “Başyüce” olarak görevlendirir. Beş yılda bir yapılan seçimleri kazanmak şartıyla ömür boyu devlet başkanlığı makamında kalma hakkına sahip olan “Başyüce”, Necip Fazıl’ın ifadesiyle aynı zamanda “başörnek”tir, “milletin görünürdeki en ahlaklı, en bilgili ve en akıllı ferdi”dir.
Kanuna aykırı davranamaz ama sözü kanundur!
Hükümet onun adına iş görür, yargı onun adına adalet dağıtır yani ne kadar “benim memurum, benim valim, benim bakanım, benim savcım” dese hakkıdır, haklıdır!
Başbakan’ı makamına o atar; hı beğenmedi mi, bir emriyle onu da, bakanlarını da sokağa da atar!
Bugün bütün soğukkanlılığınızı, tarafsızlığınızı giyin üzerinize ve öyle okuyun gazeteleri, öyle izleyin haber bültenlerini, öyle gözlemleyin çevrenizi;
Burası neresi?
“Başyücelik Devleti” olabilir mi?
“Üstad”ın ütopyasını gerçekleştirdiniz işte, aferin size!
Şaka gibi...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ankara’da metro açılışında konuşuyor:
“Londra’yı, Paris’i, bilenler bilir, orada yollar...”
Altındağ geldi gözümün önüne, “he, he” dedim, eminim o metroyu kullanacakların yüzde doksanı, hususi uçaklarıyla, Paris’e eşarp-çanta alışverişine gidiyordur hafta sonları!
“Başgan” Firarda
Onca gün Ankara sokaklarında gez dolaş, şehrin twitter fenomeni, televizyon yıldızı belediye başkanının izine rastlama. Tam “Başgan firarda” diye kayıp ilanı verecektim ki dünkü -başlayıp 14 yılda bitiremediği- metro açılışında arz-ı endam etti kendileri.
Başkentte “saha”yı gezince insanın sormadan edemediği soru şu:
- Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na Melih Gökçek yerine Tayyip Erdoğan mı aday acaba?
Çılgın açılışları duyuran duvar panolarını, sokak ilanlarını geçtim AKP’nin seçim bürolarında bile Gökçek yerine Erdoğan’ın fotoğrafları asılı. AKP niye halktan saklıyor sizce biricik “başgan”ı, dahası “yeniden başgan adayı”nı?
Ki “saklıyor” ifadesini rastgele seçmediğimi belirtmek isterim; Gökçek’in halkın arasına karışmaktan korktuğu söylentisi ayyuka çıkmış durumda. Anlatılana bakılırsa ya “otobüs üzerinde, Erdoğan’ın himayesinde” ya da dünkü gibi yine “Erdoğan elinden tutmuş halde resmi törenlerde” çıkabiliyor insan içine. Sair zamanlarda pufff; “başgan”ın buhar hali!
Ekrandan başka yerde gören yok cismini!
MHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mevlüt Karakaya bu durumu diline dolayanlardan sadece biri. “Hodri meydan” diyor; “Tek başına çıkamıyorsan, gel birlikte yürüyelim Ankara’nın caddelerini?”