"KAREN FOGG ÇOCUKLARI" REDDİ MİRAS YAPMAYA ÇALIŞIYOR

Geçmişinizi silebilir misiniz?
Kıbrıs Türk’üne Annan Planı’na “Yes be annem” dedirtebilmek için AB’nin sivil darbecileriyle işbirliği yapanlar şimdi “kandırıldık” diyor. Peki bu itiraf, yürüttükleri kirli propagandayı unutturur mu?


Mehmet Ali Birand önce Kanal D’deki yorumunda, ardından da Posta’daki köşesinde AB’yi ayakta alkışladı.
Peşin peşin “Hep yaptığı şey!” deyip, okumamazlık etmeyin. Eskiden ‘hak ve özgürlükler’ örtüsünün altından etnikçiliğin, azınlıkçılığın, mozaikçiliğin, mandacılığın ucundan tattırdığı için alkışlardı... Dün ise “bir çuval inciri mahvettiği için”di alkışları..
Genlerimize kadar didikleyen Avrupalılar söz sanatlarımıza da vakıftır herhalde. ‘Tariz’ yaptı Birand. Taşlama. Bakın hem de nasıl büyük kaya parçalarıyla: Kıbrıs Türk halkı bu plana(Annan) çok ümitler bağlamıştı. AB de gaz verip, beklentileri köpürtüyordu. Ancak Rumların HAYIR demeleri, hayal kırıklığı yarattı. Bu hayal kırıklığının derinleşmesinin bir nedeni de, AB’nin sözlerinden hiçbirini tutmamasıydı. İzolasyonların bir bölümü kalkacak, dediler. Rumlar tutumlarının faturasını ödeyecek, diye tepki gösterdiler... Yardım yollayacağız ve Kuzeyi zenginleştireceğiz demeçleri verdiler. Hiçbiri olmadığı gibi, Rumlar istedikleri gibi hareket eder oldular.
Ergenekon ideolojisi
Birand’ın Kuzey Kıbrıs’ta sandıktan AB’ye tam bağlılık çıkmadığı için yaptığı ‘tariz’e karşılık biz de biraz ‘telmih’ yapalım. Sene 2002. AB temsilcisi Karen Fogg’un e-postalarının basına sızması, hem Türkiye hem de dünyanın muhtelif yerlerindeki(Gürcistan, Ukrayna) gelişmeleri takip edenleri şaşırtmayan bir gerçeği su yüzüne çıkardı: Sivil darbe finansörü Soros ile işbirliği halindeki Avrupalılar Annan Planı’nın kabul edilmesi ve ilk seçimlerde ‘Denktaş zihniyeti’ndeki siyasilerin sandığa gömülmesi için yıpratma kampanyası başlatmıştı.
Fogg 26 Şubat 2001 tarihli mesajında, Açık Toplum Enstitüsü yöneticilerinden Zaman yazarı Şahin Alpay’a açıkça “Denktaş’ın itibarını zedeleyin” emri veriyordu: Sevgili Şahin, bundan sonra izlenecek yol Kıbrıs Türkleri’nin sesi olan Denktaş’ın itibarının azaltmak ve onun Ankara’daki hiyerarşi ile askeri temsil ettiğini Türkiye ve AB’ne göstermektir...
Aynı günlerde Denktaş karşıtı gazeteciler, birer birer medyanın en nadide köşelerine oturtuluyordu. Azerbaycan gibi KKKTC’nin meselelerinin de Türkiye’yi bağlamayacağını savunanlar, el altından AB’nin Kıbrıs Türkü’nü bağlamasına aracılık ediyordu.
Annan Planı’nın sahte cennetin tapu senedi gibi allanıp pullandığı gelişmeler, ‘milli’ düşünen akademisyen, siyasetçi, işadamı, öğrenci, askerleri de kapsayan farklı kesimleri aynı yönde hareket etmeye sevk etti. Farklı kesimlerin “söz konusu vatan olunca” sergilediği “sattırmayız, böldürmeyiz” tavrı, daha o günlerde kimilerinin literatürüne, dün Taraf’ta Etyen Mahçupyan’ın kullandığı ifade ile “Ergenekon ideolojisi” olarak geçti.
Cahiller haklı çıktı
Birand 2002 yılında, Kıbrıs’ta teslimiyete karşı çıkanları hedef alıp şöyle diyordu: Azınlık bir ulusalcı grup, şaşkın şekilde hala ‘vatan elden gidiyor’ edebiyatı yapıyor. Bazıları, Karen Fogg çocukları diye hücum ediyorlar. Öylesine cahiller ki, yapılan değişiklikleri ‘AB’ye verilmiş bir ödün’ sanıyorlar. Oysa bu ülke ilk defa, tabuları yıkıyor. Örümcek ağlarından kurtuluyor. Ulusalcıların kısır ve kapanık dünyasından kışla disiplinini çağrıştıran yönetim şeklinden kurtuluyoruz. Ulusalcılardan bir köşe yazarının sözlerine katılıyorum: Söz uçar, yazı arşivde kalıp belge olur. Gelecek kuşaklar bu yazıları okuyacak, kimin haklı olduğunu görecek.
Söz uçtu, yazı kaldı.“Demokrasi palavra, AB sizi kullanıyor” diyen “Cahiller, örümcek kafalılar, ırkçılar, paranoyaklar” haklı çıktı. Tabulara ne oldu bilmem ama işbirlikçilerin hayalleri yıkıldı. Birand’ın, “cahiller”in seviyesine gelmesi 8 koca yıl sürdü. O da sonunda “AB bizi kandırdı” dedi. Ama sanmayın ki bundan ders çıkardı. Yazısını “Avrupalı dostlarımızın hiç değilse bir an için dahi olsa ‘Biz ne hata ettik?’ diye düşünmelerini beklerdim” diye bağlamasından anlaşılıyor ki Birand, “Avrupalı dostları” tarafından daha çok kandırılmaya mahkum...
Doğu Perinçek’in “Karen Fogg’un E-Postalları” kitabı Mustafa Kemal’in Dahiliye Nazırı Adil Bey’e şu hitabıyla başlıyordu: “...Alçaklar, caniler, hainler! Milletin kudret ve iradesini takdirden aciz olduğunuza şüphe etmiyordum. Fakat vatan ve millete karşı hainane ve boğazlarcasına harekette bulunacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın. Güvendiğiniz şahısların ve kuvvetin akıbetini öğrendiğiniz zaman kendi akıbetinizle karşılaştırmayı unutmayın.”
Hala doğru soruyu soramadığına göre. Hala “Biz nerede hata ettik” deyip, yanlışından dönmeye çalışacağına, Avrupalı dostlarına mektup yazdığına göre, bu satırları okumamış olmalı.


Gizli buluşmalardan vazgeçemiyorlar
Fogg ile liberallerin medyaya sızan yazışmalarındaki samimiyetleri dikkat çekiciydi. Birand’ın Fdgg’a “Verheugen ile evinde yüksek düzeyde, ya da en üst düzeyde gazetecilerle özel toplantı” önerisine Fogg’un cevabı “Kuşkusuz, planlandığı gibi medyadaki ağır toplarla Kıbrıs konusunda sizinle kalmasını isterim” oluyordu.
Benzer biçimde Cengiz Çandar da, Fogg’un “katışıksız Türk görüşünün dışında bir şeyler yazanlara yer verdiği dergide sıranın kendisine geldiğini ve makbuz karşılığı ödeme yapılacağını” belirttiği teklifine “Senin bir önerini nasıl geri çevirebilirim?” diyor hatta “kuyrukta en sonda oluşu”ndan duyduğu üzüntüyü dile getiriyordu.
Aynı yazışmalar Fogg’un 301’den ihale yasasına kadar bir çok düzenlemeye müdahil olduğu, Eser Karakaş’ın kendisiyle konuşmaya fena halde ihtiyaç duyduğu gibi ilginç bilgiler
veriyordu. Karen Fogg’un, Sami Kohen, Ferai Tınç, Emine U., Şahin Alpay, Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand ve Cüneyt Ülsever’e gönderdiği “Verheugen iptal ettiği için üzgünüm. İsterseniz pazar günü gayriresmi bir akşam yemeğinden memnun olacağım. 7.30’da Kumkapı’da Kör Agop’a ne dersiniz?..” mesajı ise, ister istemez akla şu soruyu getiriyor: Kumkapı buluşmaları, Fogg’un Türkiye’de ‘istenmeyen kadın’ ilan edilmesinin ardından, Bebek gibi ‘daha steril’ bir mekana taşınmış olabilir mi?


Kimdir?
Karen Fogg 1999-2002 yıllarını kapsayan dört yıl boyunca Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi sıfatıyla Ankara’da görev yaptı. 2002 yılında Türkiye’nin içpolitikasını yönlendirmek ve AB dayatmalarını kabule hazır bir kamuoyu oluşturmak üzere bir grup gazeteciyle işbirliği yaptığının ortaya çıkması üzerine Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı.

++++++


GÜNÜN SORUSU
KKTC’deki halk iradesinin Filistin’deki halk iradesi kadar değeri yok mu?, Filistin’de seçim kazandığı için HAMAS’ı tanımaya çağıran Erdoğan KKTC’deki durum karşısında düştüğü çelişkiyi nasıl açıklayacaktır?
* Güngör Mengi


++++++


Korku ülkesinde güne başlama rehberi
“Sabah karanlığında kapı çalındığında yapılacak işler” rehberi olmalı.
Diyelim ki kapı çalındı; tek göz açılarak belki giderler diye bir süre sessizce yatakta beklemeli... Gitmediler...
O durumda kapının arkasından seslenilir:
“Kim o?..”
“Polis..”
“Hangi polis?..”
Burada dikkat edilecek husus; polis bildiğimiz polis gibi davranıyorsa, korkmamalı... Yok eğer zarif ve kibarsa, bu sizi içeriye atacaklar anlamına gelir...
Polisin elinde arama emri olup-olmadığını da sorabilirsiniz. Bu soruyu restoranda çorba içerken garsona “Acaba biraz karabiber var mı?” der gibi zarifçe ifade etmelisiniz:
“Acaba arama emriniz var mı?..”
Hoş o anda arama emri yerine elinize kapının paspasını tutuştursalar, bakıp “Tamam doğru...” demeniz ihtimali daha fazladır. Ayrıca o emir kağıdının içinde “isnat edilen suç ve arama nedeni” yazılı olmadığı için, pijama terliğinizin öbür tekini bulup giymeniz daha yararlı olur.
Tabii ki avukat isteme hakkınız da vardır, şöyle diyeceksiniz:
“Demokrasi ilkesi olarak avukatımı arayabilir miyim?..”
Polis:
“Ne avukatı?..”
“Benim avukatım...”
“Kontörünüz var mı?..”
“Yok...”
“O zaman demokrasi nasıl olsun...” “Demokrasi var, kontör yok... Nasıl işleyecek bu demokrasi?..”
“Avukatım gelsin..”
“Hani kontör?..”
“...?”
En iyisi her an hazırlıklı olup Ergenekon’a girecek suç unsurlarını evlerde tutmamalıdır; Atatürk posteri, Nutuk, 10. Yıl Marşı’nın CD’si
Genelde emeklilerin darbe silahı olarak şemsiye sapı, ya da baston...
“Darbe planı” anlamına gelebilecek su tesisatı planı çocukların yaptığı deve resmi gibi şeyler...
Lüzumlu olanlar ise çantada; diş fırçası, iki takım çamaşır, pijama-terlik, afiş çağrışımı yapmayan havlu...
Ve demokrasi için yeterli kontör..
* Bekir Coşkun / Hürriyet


++++++


Dönme Holding, New York borsasında!
Ergenekon müneccimleri fena halde tırstı ama aralarında top çevirip paslaşarak zaman kazanmaya çalışıyorlar.
Ahmet’in kızı amcası Mehmet’e sorup yazıyor. Ahmet, aziz biraderi Oral’ın yazdıklarını kendine manşet yapıyor. Hasan, kıymetli dostu Ahmet’in yazılarını köşesine taşıyıp altına imzasını atıyor. Oral soruyor, kader arkadaşı Ali gönlünce yanıtlıyor. Ali anlatıyor, kankası Murat bir güzel alkışlıyor. Salih çiziyor, tombişi Emre katılarak gülüyor. Oya çalıyor, kız kardeşi Gülay zil takıp oynuyor. Şahin atıyor, değerli arkadaşı Kürşat anında tutuyor. Cengiz sallıyor, yakın komşusu Avni sıkıca bağlıyor. Aydın redakte ediyor küçük biraderi Umur itina ile yorumluyor
Tam anlamıyla al gülüm, ver gülüm... Kendileri pişirip kendileri yiyor!
Şeriatçı takımı ki ticaret işini çok iyi bilirdi; soldan dönmeler vallahi de billahi de değme yobaza taş çıkartırcasına tam bir şirket gibi çalışıyor.
Bir holding kursalar, örneğin-mesela “Dönme Holding” birkaç yıla kalmaz hisse senetleri New York borsasında alınıp satılır hale gelebilir!
* Deniz Som / Cumhuriyet

++++++

AKP çöküşte
Başbakan konuşuyor, partinin önde gelen isimleri uyuyor! Çünkü heyecan tükendi, inanç bitti, güven azaldı, mideler de oldukça doldu! Yerel seçim sonuçlarını “mağlubiyet” olarak görmeyen Başbakan, bu fotoğrafa iyi bakmalı... Çünkü bu fotoğraf, geri dönülmez bir çöküşün başladığını haber veriyor!
Not: Uyuyan milletvekilleriniz için battaniye bulundurmayı ihmal etmeyin. Allah korusun bir de üşütürlerse, milletin cebinden çıkan sağlık giderleri artar!
* Mustafa Mutlu / Vatan


++++++

Bu dağınıklık niye?
Deniyorsa ki, ‘her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır’, afiyet olsun. Unutulmasın, milletin kredisi, ilanihaye değildir.
Şah satrançtaki en güçlü taştır, oyun bitip torbaya konduğunda diğer taşlardan hiç farkı kalmaz. Yılmaz gibi, Çiller gibi...
Önemli olan, oyun devam ederken ayakta kalmayı başarmaktır. İlk dört seçimde bu görüldü, test edildi. Beşinci yılda bu dağınıklık niye...
* Şamil Tayyar / Star


++++++

Ballı atamalar
Sebahattin Önkibar, Yeniçağ’daki köşesinde Hasan Celal Güzel’in oğlu Mustafa Güzel’in Cumhurbaşkanı Gül’ün devreye girmesi sonucu Devlet Denetleme Kurulu gibi bir yere yasalara uygun olmayan biçimde tepeden inme atandığını yazmıştı. Önkibar’ın satırlarını Milliyet’teki köşesine taşıyan Melih Aşık soruyor: Böyle bir “Al Gül’üm ver Gül’üm” hikâyesi var mı?

++++++

MİNİ YORUM
Ulusal egemenlik

Mehmet Altan, Can Dündar’ın NTV’de yayınlanan “Neden” programına katıldı. Altan, “Dünya sistemi Türkiye’yi tedavi ediyor” cümlesinin neden bu kadar tartışıldığına anlam veremediğini söyledi. Dünkü yazısındaki, ‘halkoyu ile kabul edilen 12 Eylül Anayasası’ndan “kurtulun” çağrısı veya Kuzey Kıbrıs seçimlerinde sandıktan “sorun” çıktığına inanması da aynı anlayışsızlığa bağlanabilir belki... Bugün “Ulusal Egemenlik” bayramı. Dilerim, Altan’ın anlamasını kolaylaştıracak çağrışımları yapar...

Yazarın Diğer Yazıları