Kardelene tâ’zim ve temennâ...
Nerede okudum, hangi kitabın hangi sâhifesinde, hangi risâlenin hangi köşesinde, hangi hâtıratın hangi itirâfında hatırlamıyorum, “gitmek kaderin hatâlarını tashih etmektir” diyordu bir cümle...
Oysa, musahhihler hayattan el ayak çekeli ne kadar da uzun zaman oldu! Neyini, neresini, hangi tarafını tashih edeceklerini şaşarlardı bu hayatın, bu insanların, bu ülkenin, bu encâmın, neresi tashih edilir?
“Lâkin ölmedikçe nereye gidilir?” diye soran şâir ne kadar da haklı!..
Nereye, nasıl gideceğiz? Gideceğimiz bir yer var mı, kendimizi götürmeden gideceğimiz bir yer?
Ya kütüphânemize kaçacağız, ilticâ veya inzivâ belki bu kaçış.
Kitaplar itirâz etmezler, sâhifeleri vefâlı bir dost gibi bekler, sâdıktır, ihânet nedir bilmez. İçinde ne varsa onu sunar size.. Sessizdir, ama mütemâdiyen fısıldar âhenkli bir sesle.. Bıraktığınız yerde bekler, üzerinde biraz toz ve bir nemli bir selülöz kokusu biriktirir ama asil bir sükûtla bekler, gerekirse yüzyıllarca. Sahifelerini karıştırmağa başladığınız ânda gülümser size sımsıcak... İçinde ne varsa size sunar karşılıksız, hiçbir beklentisi yoktur. Asırlar öncesinden hikâyeler anlatırlar, asırlar evvelinden insanlar tanıtırlar. Asırlardır değişen bir şey olmadığını anlatırlar size.
Ya da kavgaya atılacağız yeniden, hamle sırasının bizde olduğuna inanacağız, son bir hamle belki...
Peki nasıl?
Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök saldığına, güneşler doğduğuna inanmanız gerek.
Her şeyin rağmına, bütün çürümüşlüğün, bütün baştan kokuşmuşluğun, bütün umarsızlıkların, bütün yorgunlukların, bütün tâkâtsizliklerin, bütün anlamsızlıkların, bütün ihânetlerin, bütün yetersizliklerin rağmına uzaklarda bir yerlerde, biz aşağılarda eğrelti otlarıyla meşgûl iken belki çok yakınınızda bir yerde inatla zemherinin karları altından bir kardelenin uç verdiğine inanmanız gerek, özgürce.. Kendiliğinden, bembeyaz, tertemiz...
Biz ensemizde lodosun sıcak ve boğucu nefesini hissederken ve Oblomov’a medhiyeler düzerken, Oblomov tembelliğini kutsarken veya bir ekin gibi biçilirken gönlümüz, bir taraftan yazmak yükü yükler omuzlarımıza bu kardelen, “hayatın elinden kurtarabildiğimiz yegâne şey yazmak çünkü” der.
“almadın canımı ölmedim/ bir gençlik ölümü saklı kaldı bende” diyordu şair, “mâdem ölmedik, yazmalıyız” der..
Aslında boş bir çivi bekliyor duvarda, unu elemiş eleği asacak yer hazır.
Isparta cılız çocukları boğarmış.
Bugünkü toplum, fikri ve hissin gürbüz çocuklarını boğuyor.
Arap şiirinin zirvesi Eb’ul âlâ el-Maarrî, taassup dünyasında en kutsal inançları sorguluyordu. O mutaassıp cemiyet kör bir şâiri boğmadı. Hey hât, modern cemiyetimizin böyle bir lûtfu da yok!..
İhvân-ı Sâfâ’nın bugün de yaşamaya hakkı yok...
Oysa biz, çarmıhtaki İsâ kadar yalnız değiliz, bir fâhişeye kurban edilen Yahya kadar da çâresiz!..
“Maariften bî-behre” ağızlarda bir aşûftenin ağzında pervâsızca, terbiyesizce, şuh edâlarla dönüp duran bir sakıza dönmüş kelimeler, kirleniyor, pisleniyor, hayâsızlaşıyor.
Oysa yazmak demek, kelimeleri tüm lemislerinden sıyırmak demek. Çünkü kelimelerin hedefi düşünceler, hisler, idrakler, şuur, gönül.
Maarrî’den de sâdır olanın hakikati bu, İhvân-ı Sâfâ’dan sâdır olanın da hakikati bu, Hanefi’den, Hâfız’dan, İkbâl’den, Âkif’ten sâdır olanların da hakikati bu.
Zeminine perestişle dökülmeli kelimeler, perestişle okunmalı. Perestişle yerden yere vurulmalı gerektiğinde. Perestişle reddedilmeli, ama nâmusuna hâlel getirmeden... Güzeli kaybetmeden. Güzeli meze etmeden ölü eti sofralarına. Güzel’i, hakikati, ahlâkı, fıtrata yakînliği, insanlığı kaybetmeden, eşref-i mahlûkat sıfatından teberrî etmeden...
Topal bir iskemlenin, topal ayağının altına katlanarak konulan kâğıtta yazılanlar kadar asil, temiz ve kalpten olmalı kelimeler, dünyayı değiştirebilmeli. Uğruna dünyanın ancak değişebileceği sevgileri yazmalı. Topal iskemleye verdiği gibi inşirah vermeli, can vermeli, kan vermeli, onur vermeli, gurur vermeli, canından, cânanından vazgeçirebilmeli.
Böyle olursa ancak anlamlı olabilir okumak, yazmak, hâşiyeler, şerhler, mektuplar, derkenar düşmek bir tarafına yazının, karalamak bir defterin gelişigüzel sahifelerini...
Aksi ve hâricinde ne varsa, bir ölünün çehresi kadar mânâsız.