Kararı beklerken....
Balyoz Davası'nın 'en zor 7 saati'ni Silivri'de geçirdik...
Salon alkıştan yıkılıyor. “İzleyiciler” ayakta. “Oyun”un “kahramanları” onları el sallayarak selamlıyor.
Balyoz davasına bakan Mahkeme Heyeti’nin Başkanı Ömer Diken’in saat 22.27 itibarıyla yaptığı “Hükmü tamamlayamadık. Neticeye varamadık. Yarın 14.00’te devam edeceğiz” açıklamasından sonra oluşan bu görüntü dakikalarca sürdü.
Balyoz davası başladığı günden bu yana yapılan “tiyatro” yakıştırmasını hatırlayınca “final” için en uygun manzara da buydu aslında; toplu selam, alkışlar; ve perde kapanır...
“İyi karar” yok
Yazı yazmam gereken saatlerde Silivri’deki mahkeme salonunda tarihe tanıklık ediyor olacağımdan, erkenden, kararın açıklanmasını beklemeden yazıyorum bu satırları. Önceki gece 7 saat süren “bekleyiş” sırasında, mahkeme salonunda konuştuğum Balyoz tutuklularından edindiğim izlenim şu:
Gelinen aşamada “iyi-adil karar” diye bir şey yok onlar için. “Geciken adalet, adalet değildir” diyorlar. Bu yazıyı okurken sizin -yeni bir sürpriz olmazsa- öğrenmiş olacağınız karar her ne olursa olsun tam manasıyla yüz güldürmeyecek. Çünkü:
- “Beraat” etmeleri gerektiğine inanıyorlar. Ama savunma ayağı eksik bırakılmış bir yargılamadan “beraat” çıkmasının hayal olduğunu düşünüyorlar. Ha, velev ki çıktı, beraat ettiler. Kayıplarının tazmininin mümkün olmadığı son iki yılın “acı hatırası” ile yaşayacaklar.
Her durumda hayatlarının bir daha asla “eskisi gibi” olamayacağından eminler Balyoz tutuklularının büyük bölümü. Ama en çok da muvazzaflar; en gergin durumda olanlar onlar. “Orduda kalacaklar mı? Atılacaklar mı?” Aralarında “olur da üniformam alınırsa” kaygısıyla “alternatif” meslekler düşünenler bile var!
Ceza almaları veya ceza ile tahliye edilmeleri durumunda “Yargıtay aşaması”nı bekleyecekler. Yargıtay’daki “tayinler”den dolayı gördüğüm o ki bu süreci de tedirgin geçirecekler.
Nefeslerin tutulduğu an
Gece boyunca hem salondakilerde hem de dışarıda bekleyenlerde (izleyici kartlarının tükenmesi(!) dolayısıyla çok sayıda sanık yakını içeriye giremedi) hakim olan duygu aynı
“Karar çoktan verilmiş!”
Diken’in “hükmü tamamlayamadık” açıklamasını nasıl yorumlayacaklarını bilemediler bu nedenle. Herkes yanındakine aynı soruyu yöneltiyordu:
- Bu ne anlama geliyor? İyi bir şey mi?
7 saat sonra Mahkeme Heyeti salona girdiği anda herkes nefesini tutmuştu. Salonda çıt yok. Tek duyulan kalp atışları. Psikolojik tahlilinin ayrıca yapılması gereken bu anda “bir gün daha bekleyeceklerini” öğrenmek “yıkım” etkisi yarattı bir çok insanda. Kendileriyle alay edildiğini düşünenler de oldu, “zulmün devamı” diye nitelendirenler de.
Ertesi güne bırakma kararı “Hükmün hazır olduğu” algısını değiştirdi mi derseniz, pek sayılmaz. Silivri’de konuştuğumuz hemen bütün hukukçular böyle bir davanın karar müzakeresinin saatler değil, günler sürmesi gerektiği görüşünde hemfikirler.
Alan’ı almaya geldiler
MHP Tekirdağ Milletvekili Bülent Belen, Diken’in yüzlerce insanı 7 saat boyunca bekletmesine tepki gösterdi:
- 369 sanıklı, böyle önemdeki bir davada hüküm için müzakerenin bu kadar kısa sürede tamamlanamayacağı belliydi; heyet karar çıkacak diye 7 saat bekletmek yerine, en başından yarına bıraktığını söylemeliydi.
Belen’den başka MHP Genel Başkan Yardımcısı Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel de orada.
“Milletvekilimiz Engin Alan’ı almaya geldik” dedi.
Sürpriz bir isim, eski Genel Başkan Yardımcısı ve Kırşehir Milletvekili Metin Çobanoğlu da Engin Alan’a destek için salonda. MHP’li ilçe başkanları, Ülkü Ocaklı gençler. Hepsinin beklentisi Silivri’den Alan ile birlikte dönebilmekti.
İlginin Engin Alan üzerine yoğunlaşmasının bir nedeni de 28 Şubat duruşmasındaki durumu. Bu konuda her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Tahliye olması halinde serbest kalacağını savunan da var, Ankara’ya sevk edileceğini söyleyen de. Alan şaşkın:
“Çetin Doğan imzalı Batı Çalışma Grubu şeması diye bir şey var. Orada ben yokum. Yokum. Yokum. Bunu daha net nasıl açıklayabilirim. Ben o zamanlar Kuzey Irak’ta çarpışıyordum. Tanığım da var: Necdet Özel! Yapılan yorumları hukukla açıklamak mümkün değil. Olur da Balyoz’dan çıkarsa, içeride tutmak için mazeretimiz olsun diye düşünüyorlar galiba. Çift dikiş! Bizim bilmediğimiz başka bir hukuk daha mı var. Bu arkadaşlar aynı hukuk fakültelerini bitirmediler mi? Aynı hukuk kitaplarını okumadılar mı?”
Bir gazeteciden gelen “28 Şubat davasındaki durumunuz ne olacak?” sorusu da tuz biber oluyor Alan için:
- Tutuklu değilim ama o da olacak inşallah!
Ara 7 saat olunca, bol bol sohbet imkanımız oluyor Alan’la. “Ben çok iyiyim. Beni bırak, sen nasılsın” diyor. Yine her zamanki gibi güçlü gözüküyor:
“Bu devlet için bir değil bin Engin Alan feda olsun. Buradan çıkan kararı da madalya diye göğsüme takarım. Yıllarca devletim için mağaralarda yattım, burada da yatarım.”
Sormadan edemiyor:
“Şemdin Sakık’ı alıp getirdim diye mi cezalandırılıyorum?”
O sırada yanında duran Cemal Temizöz’ü gösteriyor:
“Şemdin Sakık’ı sorguladığı için mi cezalandırılıyor?”
Temizöz’ün kısık sesle söylediği tek cümle manidar:
“Bizim alacağımız var!”
Eşler ve çocuklar...
Engin Alan’ın eşi Nevin Alan’ı konuşturmak için can atıyor kanallar. Susuyor. “Neden konuşmuyorsunuz?” diye soruyorum, “Söyleyebileceklerimden dolayı” diyor, mütebessim!
Engin Alan’ın torunlarına düşkünlüğünü bilmeyen yok. “Dedem nerede” diye yeri göğü inleten küçüğünü açık görüşlere getiriyorlarmış ama üniversiteli büyük torunu Silivri’ye getirmek mümkün değilmiş. “Niye” dedim, cevap hazin:
“Kendime yediremiyorum, diyor...”
Balyoz tutuklularının eşleri arasında çok sayıda öğretmen var. Onlardan biri Bülent Kocabaş’ın eşi Nilgün Kocabaş. “Biz nasıl bir nesil yetiştirdik diye kendimi sorguluyorum. Bu yargılamayı yapanları biz yetiştirdik” diyor hayret içinde.
Duruşmalardaki soğukkanlı duruşuyla dikkat çeken Mustafa Önsel’in eşi Sabahat Önsel ile “sırrını” konuşuyoruz:
“Ben ilk günden beri tek bir şey söyledim, eşimin mezarına da gidebilirdim, Hasdal’a gidiyorum. Her gün onlarca Mehmetçik şehit oluyor. Çocukları bir daha babalarının yüzünü göremeyecek. Benim çocuklarım en azından bir gün kavuşacaklarını biliyorlar. Böyleyken yıkılırsam, kendimi şehitlerin eşlerine karşı suçlu hissederim.”
Ali Aydın’ın kızı Aslıhan da soğukkanlı duranlardan. “Babam tutuklandığı gün şehir dışındaydım. Telefonda bana “dik duracaksın” dedi. Tabii ki çok zor ama bir asker kızına yakışır davranmaya çalışıyorum.”
Tahliye beklentisinden doğan heyecanı yaşayan çocukların arasında birkaç buruk yüz hemen göze çarpıyor. Onlardan biri Cemal Temizöz’ün oğlu Tolga:
“Ben bu heyecanı yaşayamıyorum. Bizim için fark etmeyecek. Diğer davadan (Temizöz, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 9 kez ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanıyor) dolayı babamın tutukluluğu devam edecek. O davanın karar aşamasına gelmesine daha çok var. Ve o davada babam tek hedef, hakkında çok ciddi bir karalama kampanyası da var...”
***
Silivri’de geçirdiğim 7 saatin en unutamayacağım anı:
Tam salondan çıkarken, kalabalığı yararak ilerleyen genç bir kadın koluma yapıştı:
- Ne oldu, yeni giriyorduk salona, niye çıkıyor herkes, çok mu kötü...
Kolumu tutan eli zangır zangır titriyordu, sorularını sıralarken gözleri doldu. Tutuklu yargılanan babasının kahrı katmerleşmesin diye yazmıyorum adını.
Ne kadar güçlü, sert, sarsılmaz durmaya çalışırlarsa çalışsınlar; tarih belki siyasi sonuçlarını kaydedecek kendi defterine ama bu davanın bir de “insani” yönü var.