Karantina günlüğü…
İki aya yakındır evden uzaktayız; "hava değişimi" niyetine. Özellikle, Işbara için. Koronayla mücadelede alınan tedbirlere, esnetmeden uyduğumuzdan dolayı aylarca bir apartman dairesine hapsetmek durumunda kalmıştık onu; biraz bağ-bahçe görsün, nefes alsın istedik, ayağı toprağa, suya değsin… Tekirdağ'a kaçtık.
Kaçan kovalanıyorsa demek ki!..
Tekirdağ'daki iki ayımızın, iki haftası "karantina"da geçti.
Hiç kimseyi telaşlandırmak istemediğimizden, karantina günlerimizi hiçbir mecrada paylaşmadım; bugüne kadar.
Pazar günü itibarıyla karantinamız bitti; çok şükür bütün aile bireyleri gayet iyi. Dolayısıyla, artık rahatlıkla paylaşabilirim "karantina" tecrübemizi.
***
Öncelikle…
"Karantinadaydık" derken; kimse bizi karantinaya almadı, bu yönde bir telkinde bulunmadı. "Durum"dan vazife, daha doğrusu sorumluluk çıkarıp biz kendi kendimizi karantinaya aldık.
Kardeşimin işyerindeki bir çalışana Covid-19 teşhisi konması üzerine, "temaslı" ve "potansiyel Covid hastası" olduğu için -işyerindeki bütün personelle birlikte- kardeşime evde karantina uygulandı.
Biz de onunla temaslıydık.
Her şey olabilirdi; bu 14 gün zarfında onda da Covid-19 belirtileri görülebilirdi. Taşıyıcı olabilirdi. Mesai arkadaşlarına teşhis konulana kadar geçen sürede bize de bulaştırmış olabilirdi…
Bütün bu ihtimalleri göz önünde bulundurarak, başkalarının da sağlığını riske atmamak için iki hafta süreyle kimseyle görüşmeme kararı aldık. Misafir kabul etmedik. Eş-dost davetlerine iştirak etmedik. Alışverişimizi mümkün mertebe internet üzerinden yapmaya gayret ettik.
Sonuç:
İyiyiz; hepimiz…
***
Ama…
Toplum, bu tecrübe vesilesiyle yüzleşmek durumunda kaldığımız "kafayla" devam ederse, biz bireysel olarak neye, ne kadar dikkat edersek edelim, her geçen gün azalacak gibi gözüküyor "iyi" olanların sayısı aramızda.
O zamansız, kontrolsüz ve ucube "normalleşme" hamlesinden sonra başgösteren gevşemenin bir türlü ayar tutmadığını gördüğüm için yazma ihtiyacı duydum bunları.
Olmaz sanıyordum, bu iki hafta içinde "misafir kabul etmediğimiz" için ciddi ciddi gönül koyanlar oldu mesela. Durumu izah ettiğimiz halde kırılanlar, küsenler, "tribal enfeksiyon(!)"a yakalananlar!
Şaka gibi;
Hasta olmak istemediğimiz için…
Dahası, kimseyi hasta etmek istemediğimiz için…
***
İşin sosyal trajedisi bir yana, resmi olarak yürütüldüğü ilan edilen birçok çalışmanın da sağlıklı yürütülemediğine yahut aksadığına tanık olduk bu kısa "tedirgin bekleyiş" sırasında.
Başta filyasyon.
"Pandemi", "bulaş", "entübe" gibi daha önce günlük hayatımızda belki milyonda bir kullandığımız sözcüklerle yatıp kalktığımız günlerde, televizyon ekranlarında gördüğümüz o robotik kıyafetli sağlık dedektiflerine ne oldu? Neredeler?
Virüsün bulaşma zinciri iddia edildiği kadar titizlikle takip ediliyor olsaydı mesai arkadaşı Covid-19 olan, dolayısıyla öngörülen belirti gösterme süresi içinde belki de pozitif çıkacak olan kardeşimle temaslı kişilerin de en azından "tehlike"ye dikkatlerinin çekilmesi gerekmez miydi?
Bizim uyarılmamızı geçtim, kendisi belirti göstermediği için kardeşimin eşinin de normal hayatına, işine devam edebileceğini ifade etmiş bakanlığın süreci takiple görevlendirdiği yetkilileri. Resmi olarak o gün itibarıyla "potansiyel Covid-19" olan kardeşimin eşinin gün boyu kendi iş ortamında temas ettiği kişilerin kaçı biliyor bu durumu; evden virüs taşıyor olabileceği ihtimalini?
Hiçbiri.
Bu kırılması öyle zor bir zincir ki…
***
Bu süreçte en çok takıldığım "test" mevzuu.
Bir çalışanına Covid-19 tanısı konulan bir işyerinin diğer çalışanlarına da test yapılması gerekmez mi?
Bir yandan bazı vakalar taşıyıcı, kendileri hiç belirti göstermeden hastalığı başkalarına bulaştırabiliyorlar derken, diğer yandan da temaslı kişilerde bile test için belirti beklemek çelişkili değil mi?
Resmi raporunuzda "potansiyel" olarak tanımladığınız kişilere yapmayacaksanız kime yapacaksınız bu testi?
TBMM'de, Basın Bürosu'na da hizmet veren çay ocağında ilk vaka görüldüğünde, büroyu kullanan bütün gazetecilere, hatta Ankara temsilciliklerinde onların temaslı olduğu çoğu çalışana da apar topar test yapmışlardı; bazı işyerlerinde çalışanların canı can da diğerlerinin canı patlıcan mı?
***
Bütün bu aksamalara karşı Bakanlığı suçlamaya dilim varmıyor; insanların umursamadıkları canlarını korumak için verilen mücadele bir yerde lastik patlatır elbette… Birilerine sorumluluklarıyla ilgili hesap sorabilmek için önce kendi sorumluluklarımızı yerine getiriyor olmamız gerekli.