Karanlıktan kurtuluşun ayak sesleri!..
Türkiye'de, özellikle 1980 sonrasındaki her seçim tartışmalı geçti... Her seçimde gerginlik, her seçimde kavga ve neredeyse her seçimde derin "kuşku"lar vardı... Siyaset 1980 darbesinin ardından topyekün kirletildi çünkü...
Dikkat çekmeye çalıştığımız bu süreç sadece 12 Eylül sonrası değil, aslında tam da 2000 yılı sonrası yaşanan siyasal değişimin ürkütücü dayatmalarıdır...
2004 seçiminde, yani bundan 25 yıl önce kendi aralarındaki bölünme ve "güç kavgası" yüzünden İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Türkiye'nin önemli kentlerini gerici siyasete teslim eden sol partiler, bugün ne yazık ki ayağa kalkmak için çırpınış içersinde...
Bu çırpınış sadece AKP'den kurtulma çabalarını içermiyor, aynı zamanda muhalefetin de kendine gelmesinin devinimini barındırıyor...
Çünkü tam 25 yıl önce başlayan o siyasal değişimin bugün de, yani 31 Mart nedeniyle de sıkıntılarını, gerginliğini ve en önemlisi de "kuşku"larını yaşıyor Türkiye...
Baksanıza; belki de son 17 yıldır görülmemiş bir kaotik seçim havası yaşıyor ülke... Herkes bir yandan "umut"lu ancak bir yandan da diken üstünde...
İktidarın devlet olanaklarıyla ve yandaş medya baskısıyla yürüttüğü bir propagandanın esareti değil yalnızca yaşananlar...
Siyasetin dili kirli bir kılıcın şiddetini de yansıtan parçalayıcı-bölücü bir öfkeyle de sarsıyor ortamı...
Halk en çok da bu yüzden gergin, seçim-sandık kuşkusu bu yüzden büyüyor, gelecek kaygısı işte bu yüzden artıyor...
Bir kez daha vurgulamak gerekir ki; herkesin kafasında aynı "kuşku"lar var; sandık güvenliği sağlanacak mı, oy pusulaları üzerinde her zaman dışa vuran "şaibe"ler giderilebilecek mi?..
Çünkü büyük kentleri kaybetme endişesi yaşayan iktidar belki de siyaset tarihinde görülmemiş bir hınçla propaganda çalışmalarını yürütürken, diğer yandan özellikle "Ankara" üzerinde tartışmalı bir sonuç üreteceğinin işaretlerini de veriyor!!!
Erdoğan'ın, Mansur Yavaş ile ilgili söyledikleri, dikkat çekici bir kuşkunun sarsıcı-ürkütücü izi olarak hafızalarda bocalamaya devam ediyor...
Israrla sandığa gidiniz...
Evet; 31 Mart'ın da asıl sorunu AKP'nin iktidara gelişi ile birlikte sandıklar üzerinde kara bulutlar gibi dolaşan ve her zaman iz bırakan moral bozucu "kuşku"nun bir kez daha "tehdit" yaratabileceği ihtimali...
Geçmişe dikkat çekerken, 31 Mart'ta ilgili yansıtmaya çalıştığımız manzaranın en önemli gerekçesi de bellidir;
Türkiye, 25 yıldır ilk kez SHP'nin 1989'da yarattığı o yüksek siyaset "enerji"sinin "umut" içeren mesajlarını veriyor...
Toplumda "umut" ilk kez yükselmiş; muhalif siyaset, iktidarın sosyo-ekonomik ve siyasal sarsıntılarını bir kurtuluşa ve seçeneğe çevirmek için çırpınıyor...
AKP den şikayet etmek, yandaş televizyon kanallarının insan psikolojisini bozan yayınlarıyla bunalıma girmek, gelecek kaygısıyla çırpınmak ve ülkenin nasıl bir batağa sürüklendiğine ilişkin tartışmalardan uzaklaşmak istiyorsanız demokrasinin içerisinde her bireyin yapacağı iş, girişeceği eylem ve gideceği yön bellidir; "sandık..."
Unutmayınız ki AKP, biraz da "katılım"ın düşük olması nedeniyle seçim kazanıyor... İşte bu yüzden de ısrarla sandığa gidiniz ve cumhuriyet için, ülke için, yarınlarınız için "en doğru"yu seçiniz...
Oylar temiz adaylara...
Evet; demokrasinin yolu elbette sandığa gitmekten geçiyor...
Ancak sandığa giderken demokrasinin, siyasal ahlakın, toplumsal geleceğin, hak ve hukukun, iyi ile temizin yerini bulması için de "doğru tercih" yapmak kaçınılmaz...
Bu köşeyi takip edenler siyasette "ahlak"lı duruşa ne kadar dikkat çektiğimizi çok iyi bilirler...
İşte bu yüzden oyunuzu kullanırken yalnızca siyasal tercihleri değil, ahlakı ve doğruyu da kesinlikle göz önünde bulundurunuz...
Arkasında zerre kadar "FETÖ" desteği olan varsa oy vermeyiniz...
Gölgesinde bile olsa, "PKK" gibi terör örgütlerinin uzantılarıyla ilişkide olanlar için sakın ola oy kullanmayınız...
AKP'si, sağcısı-solcusu fark etmez; belediyeleri rant yerine çevirenlere, yolsuzluk batağında çırpınanlara, bu nedenle koltuğundan olanlara ve "rezidans" vurguncularına destek vermeyiniz...
"Kumar" masasında yakalananlara, belediyeleri soyanlara, örneğin Şişli gibi malları yağmalanan bir ilçede rant peşinde koşan ikiyüzlü siyaset tüccarlarına sakın ama sakın oy vermeyiniz...
İzmir Tabip Odası ne diyor?..
Geçen hafta bu köşede yer alan, "Beni İzmir Tabip Odası'na emanet etmeyiniz" başlıklı yazı üzerine İTO Başkanı değil de (!) odanın yönetim kurulu Üyesi Dr. Hakan Köse bir açıklama gönderdi...
Köse'nin "diğer tarafa da söz hakkı" talebi üzerine aşağıdaki açıklamasını okurların ve tarafların dikkatine sunuyorum;
"Atıfta bulundugunuz Dr. Suat beyin yazısıyla, hiç kimsenin İzmir Tabip Odası'nın Atatürkçülüğünü sorgulaması kabul edilemez... En basitinden bu şahıs TTB-MYK seçimlerinde Atatürk düşmanları dediğiniz kişilerle ortak listeden aday olmuş, laiklik yok edilirken, imamlara nikah yetkisinden, cemaat yurtlarında çocukların tacizine, zorunlu din derslerinden sağlığın ticarileştirilmesine kadar sesini çıkarmamıştır... Bu şahıs 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na pankart ve kortejle katılan bizlere neden katılmamış, 10 Kasım töreninde neden yokmuş, 14 Mart'ta Atatürk anıtındaki törene neden katılmamış?.."
Telefon numarasını yazmayan Köse, "arayın, daha çok anlatacaklarımız var" dese de, İTO Başkanı Funda Barlık Obuz'un; Prof. Dr. Suat Çağlayan, İTO'nun eski genel sekreteri Ceyhun Balcı ve İTO'nun önceki başkanı Suat Kaptaner'in iddialarına neden bizzat yanıt vermediğini, "İTO plaketlerinden Atatürk fotoğrafının neden çıkartıldı"ğını açıklamamış!!! Bu suskunluk da dikkat çekici değil mi?..
Hadi, geçen yıl TSK'nın Afrin'e başlattığı operasyona karşı çıktığı için gözaltına alınan Obuz susuyor da (!), bakalım Prof. Çağlayan ne diyecek bu suçlamalara?..