Kara lastik
Söz konusu “maden” olunca kaderin “kara” olması da kaçınılmaz. “Kara para, kara propaganda, kara kader, kara ekmek, kara gün” gibi tanımları günlük hayatımızda sıkça kullanırız. Yeni nesiller bilmeyebilir ama biz ve bizden önceki nesil için “kara lastik” unutulması mümkün olmayan fakirliğe rağmen ayakkabının ta kendisidir. Halen Anadolumuzun bir çok köy ve kasabasında, şehirlerin varoşlarında ayakkabı olarak kullanılan kara lastiğe sahip olamayanlar bile var ülkemizde. Delik-deşik olmuş, yırtılmış kara lastiği tamamen parçalanana kadar giyip, sonra da hurdacıya kilo ile satarak karşılığında plastik ihtiyaç malzemesi alan insanlarımız var. Türkiye; naylon terliklerle, diz boyu karda okula giden kız çocuklarımızla yüzleşmekten hep kaçtı. Kara lastiğe bile sahip olamayan vatandaşlarımızın tevekkülü, kadere boyun eğişi kimi zamanlar duygulandırdı bizi. En yakınımızı toprağa verirken üzerine toprak atıp mezarlıktan bir an önce kaçışımız gibi kara lastik görüntülerinden kaçıyoruz. Gazete sayfalarını acele ile çevirip televizyon kanalını kumanda ile değiştiriyoruz. Bunun adı “vicdan azabı mı?” bilmiyorum. Belki de kendimizden kaçıyoruz. Fakirliğin, fukaralığın, çaresizliğin görüntüleri rahatsız ediyor bizi. İsyan etmek yerine içimize kapanıp, duygularımızı halının altına süpürüyoruz. Ya da birileri gibi görmemezliği, umursamazlığı tercih ediyoruz.
Ermenek’te 22 gün sonra madenden çıkarılan işçilerin cenaze namazı görüntüleri darbeli matkap gibi oyarak deldi beynimi. “Oğlum yüzme bilmezdi” diyen çaresiz annenin yüzündeki kırışıklıklar beynimin kıvrımlarında elektro şok etkisi yaptı. Öldüğü içine doğduğu halde soğumuş cansız bedenine ulaşılamadığı için umudun kırıntısını yaşamaya çalışan babanın “bizim oğlan da gitti mi?” nidası zonkladı kulaklarımda. Sonra delik deşik yırtılmış kara lastikleriyle artık yaşama umudunu yitirmiş baba, oğlunun üzerine dökülmüş toprağı avuçlayarak yüzüne sürer. Kim bilir o esnada belki de kadere sitem eder. Onu uzaktan gözyaşları buruşmuş yüzünden kıvrılarak beli bükülmüş eşi takip etmektedir. Bir de kocasının acısıyla bundan sonra ne yapacağını dahi aklının ucundan geçiremeyen genç yaşta dul kalmış gelini ile ayaklarında naylon terlik ve kara lastik ile torunları izler. Üç-beş gün gelen giden eksik olmaz. Yedisi çıkıp ruhuna fatihalar okunduktan sonra seyrelir eş-dost. Akrabalar bile bayramları uğrar. Fakirhanenin kapısında eksik olmayan tek şey kara lastiktir. Eşikte bekler öyle.. Beş lira verildiğinde yeni bir kaç ay sonra delik-deşik.. Sadık bir köpek gibi ayrılmaz kapıdan...
Kara lastiğin yüreğimi diken gibi yırttığı sırada televizyon ekranlarında malum gazetecilerin ahkam kesme seansları vardı. Makyaj ile gerilmiş suratlar, asgari ücretten pahalı pabuçlar, markalı kıyafetleri, kimlerin hediye ettiği meçhul kol saati ve aksesuarlarıyla “demokrasi” nutukları çekiliyordu. Nereyi çevirirseniz benzer suratlarla karşılaşıyorsunuz. Nagehan Alçı, 2007 yılındaki Genelkurmay toplantısının görüntülerini Salih Tuna, Mahmut Övür ve Hilal Kaplan ile değerlendirirken “esas duruştaki gazeteciler” den dem vuruyordu. “Utanç verici” çığlıkları attı bir kaç kere. Cidden utanç duydum iftiralardan..