Kapanmanın bedeli
Salgının en başında, birkaç haftalık maliyeti göze alıp da "tam kapanabilmiş" (ve tabii devamında da standart bireysel tedbirleri devam ettirebilmiş) olsaydık bu kadar katlanmış bir maliyetle karşı karşıya kalmayacaktık. Bedelini göze alamadığımız iki, üç haftaya karşılık bir buçuk yıllık birikmiş, üzerine bolca da faiz binmiş bir faturayı ödemek durumundayız artık.
***
Sınır kapılarını geç kapatıp erken açmasaydık…
Vaka sayıları artarken "tam açılma"ya gidip de örtülü bir sürü bağışıklığı denemesine soyunmasaydık…
Aşı tedarik sürecinde oluşan "güvensizlik" ortamının, uygulamayı da baltalamasına yol açmasaydık…
Bazı bakanlar nezdinde hatırı olan, nazı geçen sektörleri kurtarmayı değil topyekûn kurtulmayı amaçlasaydık…
Ayrıcalıklı kongreler, ayrıcalıklı cenazeler, ayrıcalıklı törenler, toplantılarla gevşemenin önünü açmasaydık; tedbirleri "istisnasız" uygulayıp, uygulatsaydık…
En temel silahın "güçlü bir bağışıklık" olduğu dönemde halkı yokluğa mahkûm etmeseydik; "patates-soğan"a mecbur etmeseydik…
Mücadele odağı olarak siyasi rakiplerimizi, doktorları, belediyeleri değil "virüsü" seçseydik ve sonuca siyasi değil de bilimsel bir yoldan gitmeyi tercih etseydik…
Nerede olurduk ön göremeyiz elbette ama bugün olduğumuz yerde olmamayı becerebilirdik.
***
Bunu yapabilecek yetkinliğe sahip, güçlü bir devlet geleneğimiz vardı bizim. Duvara toslamamamızı sağlayan frenlerimiz, görüş açımız azaldığında devreye giren otomatik pilotlarımız, "tecrübe" müessesemizi oluşturan kara kutularımız vardı.
Misal, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, yıllık safi kârının yüzde 20'sini "ihtiyat akçesi" olarak saklardı; vatanın, milletin başına olağanüstü, hiç hesapta olmayan bir hal gelirse elinin altında bulunsun da kapı kapı borç aranmak, ona buna el avuç açmak, çaresizlik içinde kıvranmak yerine kullanabilsin diye.
Bu "yedeklenmiş" paranın 41 milyar lira civarında olduğu 2019 yılında bir karar alındı; yedek akçe hesabına ayrılan pay oranı yüzde 20'den yüzde 6'ya düşürülmekle kalmadı, bir de "hazine"ye aktarıldı.
***
128 milyar dolarlık rezervin akıbeti kadar detaylı cevap gerektirmeyen bir soru:
"Evet" veya "hayır" kafi;
İktidar, bari "kefen paramız"a dokunmamış olsaydı, yoğun bakımların ağzına kadar dolduğu, her gün yüzlerce insanımızın öldüğü bu ortamda "tam kapanma" kararı almakta, üstelik de bunu esnafını da, işçisini de, memurunu da, sanatçısını da mağdur etmeden yapmakta bu kadar zorlanır mıydı?
***
Canımıza kast edecek halleri yok;
Kapanamıyoruz, çünkü kapanmanın, yarın sandıkta siyasi bedel ödenmesini de gerektirecek olan ekonomik bedelini karşılayamıyoruz.
Bu halin bir bedeli olmayacak mı peki?
"Yarın ola hayrola…" diyorlar belli ki…
"Üretilmiş" olunca öldürmüyor mu?
Böyle yazınca, bazı okurlarımız çok kızıyorlar. Hatta işi "Daha da sizi okumam"a vardıranlar bile var. Zira virüse de, salgına da inanmıyor, dolayısıyla aşıyı reddediyorlar.
Salgını önemseyenleri aldatılmış, kandırılmış, idraksiz, zavallı gibi görüyorlar…
İtiraf etmek gerekirse bu virüsün "üretilmiş" olduğu konusunda hemfikirim bu grupla.
Aşı olmamayı da anlıyorum; bağışıklığı güçlendirmek, imkânınız varsa daha (da) izole yaşamak da tercih edilebilir pekala.
Ve fakat…
Bunun "üretilmiş" bir virüs olması, hatta "virüs" bile olmaması, yahut "ağırlaştırılmış" gripten başka bir şey olmaması, kim hangisini savunuyorsa, bütün bunlar insanların bu nedenle ölüyor olduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı?
Yoğun bakımların dolduğu, başka hastalıklar dolayısıyla hastaneye gidenlerin dahi yatak bulamaz hale geldiği gerçeğini değiştiriyor mu?
Virüse, mücadelesi için önerilen yol ve yöntemlere karşı geliştirilen her nevi şüpheyi anlarım ama virüsün yol açtığı "durum"u reddetmeyi, hele hele bu "durum"u ciddiye alanları "emperyalizmin iş birlikçisi, kölesi" ilan edip "insanlığın sonunu getirecek şuursuzlar" varsaymayı asla…
Madem "dünyamız" tehlikede, bu kadar üstün farkındalığa sahip olan insanların "hakaret etmek"ten başka bir formül geliştirmiş olması beklenir değil mi bunca zamanda; hani?
SORU-YORUM
II. Elizabeth'in, giydiği kıyafetten taktığı şapkaya, taşıdığı çantanın içinde ne olduğundan, mendiline, merasim yürüyüşündeki tavra velhasıl Prens Philip'in cenazesinin her bir detayına ayrı dikkat edip, her bir sembolün mesajı üzerine ayrı kafa yoran "başyazar"larımız, herhangi bir şehit cenazesinde, şehidimizin anne-babasının, çoluk çocuğunun ne giyip giyemediğine bu derece "takılmış" mıdır dersiniz? Yahut "bakışlarıyla" ne mesaj verdiklerine konunun "muhatapları"na?