Kaostan beslenmek, tuzağa düşmek!..
Defalarca vurguladım; "AKP-cemaat kavgası sırasında deşifre edilen rüşvet ve yolsuzluk çarkında, yetim hakkını ve devlet malını koruma duygusunun hâkim olduğuna kesinlikle inanmıyordum..."
Yani kavgacıların öyle; "Vay hırsızlar... Ben size gösteririm, milletin malını nasıl yersiniz" diye bir kaygıyla hareket ettiğini düşünemiyordum...
O halde bunu daha iyi anlamak için geçmişe gidelim biraz... 2013'e, yani 17-25 Aralık sürecine...
O günlerde İstanbul ve Ankara'yı sarsan operasyonlar yapılırken AKP iktidarının üzerinden 12 yıl geçmişti...
Siyasal İslam'ın o günlerde kaset-dosya tuzaklarıyla kavga eden tarafları, her ne kadar kutsiyetleri, örgütlenme ve çıkar için kullansalar da, o dönemdeki operasyon büyük bir çatışmayı başlatmış ve 2018'e kadar cemaati iyice tükenişe sürüklemişti...
Çünkü operasyonların yapıldığı güne kadar, ülkenin 12 yılda içine sürüklendiği baskıcı siyasal ortam hem "korku imparatorluğu"nun kurallarına dayalı stratejiler, hem mürit-militancı kadrolaşmalar ve hem de partizan bürokratik yapıdan dolayı yeterince şaibe yaratmıştı...
Çünkü devletin hilafet beklentisi uğruna bölüşüldüğü ve tamamen ele geçirilmesi için mücadele verildiği o kuşatmacı dönemde; 17-25 Aralık operasyonunun yalnızca iktidar kavgası uğruna yapıldığına ilişkin o kadar kanıt vardı ki, rejim uğruna yapılanları da ne yazık ki kuşkulu hale getiriyordu...
5 yıl önceki uyarılar...
17/25'in kaos yarattığı dönemde, yani 21 Aralık 2013'te kaleme aldığımız şu saptamalar bugün de geçerliliğini koruyor olmalı;
"Ne yazık ki emniyet ve yargının iyice siyasallaştığı, mürit bürokrasisinin güç kavgasında piyon haline geldiği bu dönemde, son rüşvet ve yolsuzluk operasyonu tam egemenlik mücadelesine girenlerin birbirine küçük bir taarruzundan ve şimdilik sindirme çabasından başka bir şey değil!..
Bu mücadele, 'ikinci cumhuriyeti ben yöneteceğim' kavgasıdır ve taraflar bu yüzden sürece hâkim olmaya çalışırken, birbirinin ayağına basmaya çalışıyor ve bu da çok kontrollü yapılıyor...
Unutmayın ki, bu kavga hak hukuk uğruna yapılsaydı, 'devlet içinde devlet' olmakla suçlanan ve bizzat Başbakan ve yardımcısı Bülent Arınç tarafından gündeme getirilen 'çete' olgusunun tüm sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkileri de hızlıca deşifre edilirdi!..
Yani, siyasilerin servetleri ve ilişkileri izlenirken, son 12 yılda ekonomik gücü milyarlarca dolara ulaşan cemaatin nereden nereye, nasıl bu kadar hızlı gelebildiği de sorgulanırdı... Görelim bakalım tam egemenlik kavgasında gemiler tamamen yakılacak mı?.."
Baskının diğer yüzü!..
AKP ile cemaat arasındaki savaş devam ediyor da, yukarıdaki satırları 5 yıl sonra anımsatmamızın asıl nedeni 2013'teki "Aralık" operasyonunun yıldönümü olması değil...
Asıl mesele, cemaatin 2010'da CHP ve MHP'yi hedef alan kaset-şantaj stratejsinin 2013'ten itibaren dinleme skandalıyla Erdoğan ve partisine de yönelmesiyle deşifre olan "korku imparatorluğu"nun kumanda değiştirmesi!..
Erdoğan, 2010'daki kaset-şantaj çetesinin sonraları kendisini de yıpratmaya başladığını anlayınca cemaate yönelik operasyonu daha da sertleştirmiş, insanların mahremiyetine kadar sızarak medya, siyaset ve bürokrasiyi sindirmeye çalışan Fethullahçılara aman vermemişti...
FETÖ operasyonlarıyla birlikte yalnızca "paralel devlet", dinci sermaye imparatorluğu değil, devleti şantaj çeteciliğiyle teslim almaya çalışan bir karanlık "korku" yapısının da çöktüğü düşünülmüştü...
FETÖ'cülerin, devletin gizli arşivlerini yurt dışına kaçırdığı yolunda medyaya yüzlerce haber yansımasına rağmen, kirli çamaşırların bugüne kadar deşifre edilmemesi cemaatin halen pusuda olduğu kuşkusunu yaratıyor... Ancak diğer taraftan da "FETÖ'nün elinde sarsıcı belgeler olsaydı çoktan ortaya sererdi" şeklinde haklı bir görüş öne çıkıyor...
Ne olursa olsun ve operasyonlar ne kadar devam ederse etsin, devletin içinde "korku imparatorluğu" kuran FETÖ çok büyük oranda enterne edildi...
Oyuna gelme muhalefet!..
Evet; FETÖ eriyor ve aralıksız süren operasyonlardan da belli ki tükenmeye devam ediyor... Peki ya "korku?.."
İşte son günlerde AKP cephesinden yansıyan ve "tehdit" içeren çıkışlar bu soruyu memleketin huzuru açısından daha da yaşamsal hale getiriyor...
Erdoğan son günlerde "enseni patlatırlar" şeklinde giderek sertleşen "korku-tehdit siyaseti"yle yalnızca ülkeyi kaygılandırmıyor aynı zamanda FETÖ döneminde, kaset şantajıyla dayatılan "korku imparatorluğu"nun bu kez de devlet gücüyle öne çıkarıldığı algısını yaratıyor ki, bu tavır "muhafazakâr demokrat" tanımlamasının gerçek yüzünü de deşifre ediyor!..
Başka önemli bir mesele daha var; o da korku siyasetinin tuzağına düşmek ki, bu sanıldığı gibi Erdoğan'ı yıpratmıyor tam aksine muhalefete sürekli kaybettiriyor...
Erdoğan'ın son dönemdeki PKK ya da Suriye operasyonlarını seçimlere denk getirmesi de "kaos siyaseti"nden nemalandığını kanıtlarken, muhalefet bu tuzağa düşmekten neden kurtulamıyor acaba?..
"Yoksullaştır/köleleştir" stratejisine kurban edilerek AKP'ye oy veren kitleleri, Erdoğan'ın korku/baskı/tehdit siyasetine yanıt vererek kendisine çekemeyeceğini artık anlamalı muhalefet...
Bir yandan FETÖ ve PKK operasyonları diğer yandan yerel seçimlere 3 ay kalmışken gündeme gelen Suriye harekâtı da siyaset rantına alet edilirken, muhalefet Erdoğan'ın baskı/korku/tehdit politikasına yanıt vermeye devam ederse ve "suni gündem"le oyalanırsa hem ülkenin asıl meselelerinden kopar hem de Mart seçimlerinde bir hezimet daha yaşar... Bilmem anlatabildim mi?..