Kanundan muaflar mı?
İtirafçı provokatör Cemal ile gerilla Çandar, dağdaki teröristi demokrasi havarisi ilan ederek örgüt propagandası yaptılar, bütün Kürtler’i PKK’lı göstererek halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiler
Onlar “Kız kardeşlerinden biri dağda ölmüş, biri hâlâ dağda, biri de hapiste...” olan minibüs şoförü ile Aram Tigran dinleyerek karış karış dolaşıyorlar yurdumu... Ben Türk bayrağı asılı araba ile Yenibosna’dan
Şirinevler’e ulaşamayabilirim çevirmeye takılmadan.
Terörist sözcülüğü
Hasan Cemal, ‘yine’ PKK’nın bakışını aktardı dün: “Kardeşim dağda, benim amca oğlum dağda... Diyor ki devlet, ‘Biz o dağdakileri öldüreceğiz, bu arada size köy isimlerinizi geri vereceğiz, falan filan...’ diyor. Dağ kadroları için, İmralı için iyileştirmeler olmadan, ne diye inecek ki onlar dağdan...”
‘Sözde’, bir başkası girmiş söze: “Bizim için devlet bir şeyler yapmışsa, bu onların mücadelesi sayesinde olmuştur. Onları satamayız. Dağdakilerin otuz yıllık mücadelesi olmasaydı, buralara gelemezdik. Bizler ter akıttık, ama onlar kan akıttı. Canını ortaya koydu. Bu yüzden dağdakileri, İmralı’yı bırakamayız.”
‘Sözde’, biri de eklemiş: “PKK öyle yalnızca kan dökmeye meraklı bir örgüt değildir. PKK’nın istekleri var, eşitlikle, demokrasiyle ilgili talepleri...”
Keza Cengiz Çandar, “Kan dursun” talebinin “Güneydoğu’da öncelikle ‘PKK’lılar öldürülmesin’ anlamına geldiğini, Eruh’ta beş teröristin öldürülmesinin, altı şehitten daha önemli sayıldığını” tercüme etti.
Ben Çandar’ın yeminli tercümanlığına bile inanmam da, ya Mehmet Altanvari muhalefet (pskolojik savaş) ile dönüştürülen toplum?
Belki zamansız bir yüzleştirme olacak ama onların Çandar’a kanma ihtimalinde, bugün “toplumsal destek” bekleyen Aydın Doğan’ın hiç mi payı yok?
Yıllardır girdikleri gizli ilişkileri, soyundukları ulak, arabulucu, pazarlıkçı, işbirlikçi, provakatör, dayatmacı rollerini açığa çıkaran yazılar yazdığımız, fotoğraflar yayınladığımız halde Hasan Cemal’in Milliyet, Cengiz Çandar’ın Radikal’deki konumları nasıl güçlendi? “Türkiye Türklerindir” sancaklı amiral gemisinde “gitar çalan PKK’lılar”ı kim ağırladı?
Dediğim gibi zamansız, hem gazeteci, hem vicdan sahibi insanlar olarak iktidarın medyayı yandaşlaştırma operasyonlarına karşı duruyoruz. Ama en küçük bir çıkar sekmesinde Genel Yayın Yönetmenlerini Başbakan ile röportaja göndererek, Eyüp Can’ları, Akif Beki’leri stepne niyetine istihdam ederek, Kandil ulaklığı yapan Cemalleri, CIA ajanlarıyla ortak iş yapan Çandarları, Soros’un Türkiye kalemşorlarını, Karen Fogg’un şekerlerini, memleketi bir çift kadın memesine satan anlayışı sahibi olduğu gruptan uzaklaştırmak yerine, iktidardan tasfiye listesi bekleyerek kendi direncini kendisi kırmadı mı Dogan? Kamu vicdanı yerine İmralı postacılığına sarıldığı gün kaybetmedi mi, ‘birlik’ olma hakkını?
Prometheus gibiler
Bu isimleri daha çok manşete çıkarmadı mı? Köşeleri yetmez diye ekranlarını açmadı mı? Veya tüm bunların yapılmasına göz yummadı mı? Oysa onlar köşe yazarları, fikir adamları değil kazanacak tarafı öngörerek işbirliğine yeltenen Prometheusları değil miydi Doğan Grubu’nun? Bu milletin zihnini uyuşturup, kendi zehirli fikirlerine zincirlemediler mi? Hergün yeniden ve yeniden ciğerlerini yedirmediler mi, leş kargaları gibi tepemizde dolanan sömürge kuşlarına?
Görünen fotoğraf: Doğan Grubu cezalandırılıyor... Peki siz bu ikilinin bir gün olsun cezalandırıldığına şahit oldunuz mu? Bağlı oldukları kurumlar sinip susarken, onlara, yasaları, değerleri alt üst ettikleri halde daha da cüretkarlaşma hakkını kim veriyor.
Suç işliyorlar
Bugün yapılan şey düpedüz PKK propagandası değil mi? Her ne kadar David Phillips amcaları ile düşünüp taşınıp “suç olmaktan çıkarmaya” karar vermiş olsalar da, Amerikan planı resmen onaylanana kadar, bu suç değil mi?
Ya Güneydoğu’da yaşayan herkesi PKK’lı ilan etmek, her Kürt’ü ağzını İmralı’ya açmış ayran budalası gibi algılatmak... Bilerek, isteyerek, kasten böyle tehlikeli bir konumlandırma yapmak, halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekten başka neye yarar?
Ya bu suç değil mi?
Ben şimdi on şehit verdiğimiz gün, daha gözümün yaşı kurumadan, gönlümü yakan o sızı soğumadan, şehidimin emanetine saldıranlara “aşağılık” desem yargılanırım... Hatta linç edilirim. Kendilerinde, belediyede çalışan bayan personeli cehennemlik ilan etmekten fazlasına yetecek gücü bulsalar, kıtır kıtır doğranırım. Yargının yandaş çarkları tıkır tıkır işleyiverir... Peki bağımsız yargı kendi kellesini ipten almaya çalışırken işlenen bunca suç cezasız mı kalacak?
Adalet istiyorum hakim bey!
Anlamıyorum ki, bir tane de “Bu bayrak bizim” diyen adama rastlamadınız mı? Bir tane de “PKK terör örgütüdür” diyeni çıkmadı mı? Bir kişi bile demez mi “Benim beşikteki bebeğimin kanına girenlerle mücadele eden devletimin yanındayım” ? Hep mi ikinize denk gelir bu kalbini dağda unutanlar? Hain mıknatısı mı taşıyorsunuz yanınızda.
+++
Avantadan nağmeler
“Bize topluma karşı muhalefet lazım”mış. “Hepimiz yağmacıyız” diyen bir zihniyete, bunun çökertici, çürütücü ve fakirleştirici olduğunu söyleyerek, “yağmacılığın” değil, “akılcılığın” reçetesini gösteren bir gerçek ve yararlı muhalefet... Hepimiz üretkeniz ve avantacılıktan nefret ediyoruz “ noktasına gelinceye kadar da bu ağır felaketlerden kurtulamayacak”mışız...
Topluma karşı muhalefeti isteyen, toplumsal muhalefetin susturulmasına “yaşa-varol” diye tempo tutan Mehmet Altan!
Türkiye Cumhuriyeti’ni “ABD’nin tedavisine muhtaç hasta adam” sayan... Kapitalizmin vahşi çarklarına bağımlı kıldığı toplumunu cinnet noktasına sürüklemiş, bırakın afet bölgelerini, ucuzluk, indirim gibi rutin pazarlama etkinliklerinin yapıldığı alışveriş merkezlerini bile “yağma”layan kurbanları ülkesi ABD’den söz ediyoruz. İnsanına gelinlik yağmalatan bir sistemi dünyanın başka hangi ülkesinde görebilirsiniz?
Şu aralar son ihtiyacımız olan şey, köşesini iktidarın ‘medya yağması’na ve Tayyip Bey’i idolü olarak gördüğünü ilan ettiği için “avantadan” gazete sahibi olan patronuna borçlu olan birinden “AB reçetesi” almaktır herhalde... Hele o AB, gazetecileri, politikacıları, işadamı ve akademisyenleri mandacılaştırarak, milli bilinci oluşturan değerleri yağmamaları için onlara avantadan para dağıtmaktan sabıkalıysa!
Altan’ın üretkenlik reçetesi diye sunduğu AB’nin, insanı “şunu ekme, bunu dikme, madenini işletme, toprağını işleme, hayvanını besleme, sat, sav” diye programlayan içeriğinden bir doz bile alsak, kendi kendine yetebilme potansiyelimize altın vuruş yapmış olmayacak mıyız?
Toplum “din” dedi, siz “diyalog” dediniz... Toplum “millet” dedi, siz “etnisite” dediniz... Toplum “bayrak” dedi, siz “bez parçası” dediniz... Toplum “katil” dedi, siz “sayın” dediniz... Toplum “terör” dedi, siz “demokrasi” dediniz... Toplum “hukuk” dedi, siz “engizisyon” dediniz... Toplum “egemenlik” dedi, siz “manda” dediniz... Dilinizi bağlayan mı oldu, kaleminizi elinizden alan mı çıktı, çığlığınızı sorgusuz sualsiz hücrelere hapseden mi? Daha nasıl muhalefet edeceksiniz topluma?
“Bir gün Mehmet Altan ile aynı çizgiye geleceksin” deselerdi “imkansız” derdim. Ama bütün samimiyetimle katılıyorum aşağıdaki satırlarına. Umarım olur: “Açıkgözlülük... Beleşçilik... Avantacılık... Kurnazlık karşılıksız kalmaz, bunu hayat er veya geç ama muhakkak ödetir.”
+++
Küre’selleşti
Belediye başkanı açıkladı:
“Spreyler ozonu deliyor, ondan.”
Hugo Boss istifa etsin kardeşim! Calvin Klein gözaltına alınsın. Ralph Lauren tutuklansın. Rüşveti alıp, kaçak binalara ruhsatı veren Christian Dior değil mi sahi? Dere yataklarını ıslah etmeyen Dolce Gabbana değil de, kim?
Bu ülkenin namuslu insanları içeri tıkılırken, vicdanını kaleme alan gazetecilerin tasfiye listeleri havada uçuşurken, “Ben işadamıyım, bana ne, ben cebime bakarım arkadaş” demiyor mu, Donna Karan? Yves Saint Laurent değil mi, avanta kömürü makarnayı kapıp, hür iradesini satan?
Güya mübarek ramazan.
Kimdir bir yandan oruç tutan...
Bir yandan soyan?
Sizler, naklen seyrederken yağmacıları,
boğularak ölenlerin altın dişlerini sökmediklerine dua ederken...
Kimdir Allah aşkına, “Yok öyle yağma
mağma” diye fırçalayan?
E haliyle...
“Bunlar ozonu deldi” diyor.
Haklı adam. Küre’selleşmedir...
İtiraz edilmeyen, aksine, alkışlanan bir zihniyettir aslında memleketi basan.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Sinan’ın tılsımı
Büyükçekmece de Mimar Sinan’ın tarihi köprüsü vardır. Nice seller görmüştür; nice feyezanlar... Yüzyıllardır “taş” gibi durur ayakta. Batı’nın bilimine dönünce, ne üniversitelerimiz, ne mühendislerimiz, hiç merak etmemiş bu köprünün “tılsımı”nı...
Yalçın Bayer / Hürriyet
+++
Yağma yönetimi
Sanki İstanbul’da bir karış boş yer bırakmayan, her tarafa imar izni veren Anakent Belediyesi değilmiş gibi... Gerçek hepimizin önünde duruyor... Kentler içinde insanca yaşamak içindir... İstanbul ise yaşam değil yağma malzemesidir. O amaca dönük olarak yönetiliyor... l Melih Aşık / Milliyet
+++
Alçak yaratıklar
soluduğumuz havayı kirletiyor
Kaçak Kuran’an Kursu binası çöktüğünde ölen evlatlarını “şehit” ilan ederek ihmali
bulunanlardan şikayetçi olmayanların, sele kapılan 1.5 yaşındaki Dila’yı ‘günahkar’ ilan etmesi
neden şaşırtıcı
olsun ki?
Önceki akşam televizyonda selden sonraki yağma görüntülerini izliyordum.
Muhabir, mikrofonu onlardan birine uzattı ve “Selde onlarca vatandaşımız öldü, siz başkalarının malını alıyorsunuz... Neden” diye sordu.
Orta yaşlı, tıknaz, kirli sakallı adam işine (!) ara vermeden kameraya baktı ve “Oruç tutmadıkları için onları sel aldı” dedi!
Bu yazıyı yazdığım şu anda, hayalet
gibiyim. Yaklaşık 10 yıl önce de yaşamıştım bu duyguyu...
Cüppeli Ahmet isimli tarikat şeyhi avaz avaz bağırıyordu; yitip giden on binlerce canın ardından:
“İmam hatiplerin kapatılmasının Resmi Gazete’de çıkan kararı ne gündü? 17 Ağustos 1998. 17 Ağustos 1999’da ne oluyor? Deprem! Günü de mi rastlantı? Merkez üssü de mi raslantı? Saati de mi rastlantı? Allah depreme emretti, şuraya dokun, şuraya dokunma. Türkiye’deki faizin yüzde 80’i Adapazarı’nda. Fuhuş sektörü Yalova, Çınarcık sahil boyları. Mevla, faiz ve zina yuvalarına vurdu!”
Elbette aramızda dini, karanlık işlerine alet edenler de olacak, akıl hastaları da... Yine de bu alçak yaratıklarla aynı havayı solumayı, aynı ülkenin vatandaşlığını paylaşmayı, aynı caddelerde yürüyüp, aynı dili konuşmayı hazmedemiyorum. İki gündür “insan” olduğum için
utanıyorum!
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
MİNİ YORUM
‘Bizim Çocuklar’la bir ömür
Ben doğduğumda onlar çoktan bu ülkenin kader tasarımını üstlenmişlerdi. 12 Eylül darbesinin, binlerce cinayetin, onlarca idamın, öldüresiye işkencenin, düşünmenin katliamının yıldönümünde, ülkemin “onlarsız” olduğu yıllarında yaşayamamış olmanın burukluğu var içimde. Kimin ülkesini sevip, kimin ihanet edeceğine bile “Bizim Çocuklar”ın karar verdiği bu zamanda, “kendi mücadelem”i verebilme özgürlüğümü istiyorum. Çok mu?