Kantarın topuzunu kaçırmayın
Hürriyet’in “Önce manşet sonra gözaltı”, Milliyet’in “14 Aralık operasyonu”, Habertürk’ün “Taşhiye dalgası” manşetleriyle “ortada kuyu var yandan geç” makamından çalarak “süreci” kazasız-belasız atlatma çabasını anlayabiliyorum.
Sabah’ın ‘cephedeki taraflardan biri olarak’ “Listenin başı Gülen”, Akşam’ın “Bir numaralı şüpheli Gülen” , Star’ın “İnlerine girildi”, Takvim’in “Elebaşı Gülen” , Güneş’in “Paralel dumanaltı”, Yeni Şafak’ın “Hesap zamanı” manşetlerini; derin hesaplaşmadaki rüşt/saf/sadakat ispatlama çabalarını -onaylamıyorum ama- anlayabiliyorum.
Zaman’ın “Demokrasi’nin kara günü”, Taraf’ın “Hitler de böyle başladı”, Bugün’ün “Demokrasi’ye darbe” manşetlerini -inandırıcı/samimi bulmuyorum- ama anlayabiliyorum.
Ve fakat kendisini “muhalif”, “demokrat”, “solcu”, “devrimci”, “milliyetçi”, “Atatürkçü”, “Cumhuriyetçi” diye tanımlayanların düne kadar kendilerine atılmadık iftirayı, uygulanmadık linci bırakmamış bir yapıya kalkan olmaya kalkışmalarını ne mümkün anlayamıyorum.
Celladına aşık olmak dedikleri tam da böyle bir akıl tutulması hali olmalı!
***
Evet “Türkiye otoriterleşiyor”, evet “Hitler de böyle başlamıştı”, evet Yeni Türkiye’nin demokrasi temelinde inşa edildiğini söyleyene kargalar bile güler, evet siyasi iktidar için kendinden olmayan herkes öteki, herkes düşman, herkes terörist, evet polisin gaz fişeğiyle 15 yaşında 16 kilo tabuta giren Berkin’in ailesini yuhalatacak kadar vicdansızlar, evet gencecik çocukların canlarını alan şiddeti “destan” diye kutsayacak kadar acımasızlar, evet sıra bize gelirse -ki herkese gelebilir- gözümüzün yaşına bakmazlar, evet yolsuzluk yaptılar, hırsızlık yaptılar, hiçbir şey değilse kul hakkından sabıkalılar, evet hukuku guguk yaptılar, sopa yaptılar, yasaları “kılıf” kılığına soktular... Hiçbirine itirazım yok.
Da, zaten böyle bir yerdi Türkiye!
Polis Zaman’ın kapısına dayandığı an zuhur etmedi ki bu “kaderimizi tek adamın insafı” na bırakan iklim.
İktidarı da, muktediri de eleştirmek için cemaat medyasının oluşturmaya çalıştığı algı operasyonuna alet olmaya ihtiyacımız yok; yeterince delil var elimizde, yeterince mağdur var, onlar olmadan da, hatta onlarsız çok daha fazla “haklıyız” zaten!
***
Üç gündür erdemlilikte parmak ısırtan performanslar sergileyen, işin içine gram duygu kırıntısı katmayan her biri ayrı bir tarafsızlık, ayrı bir nesnellik abidesi olan arkadaşlara sesleniyorum:
Ne sanıyorsunuz?
“Vay be, biz bu insanlara ne büyük haksızlık etmişiz” deyip utanıyorlar mı sizin varlığınızı, saygınlığınızı, itibarınızı gazetelerine, operasyonel dizilerine, tetikçiden hallice kalemşorlarına siper ettiğinizi görünce?
Bir daha yaşansa mesela son 7-8 yıl; “hatalıymışız” deyip telafisine mi çalışacaklar verdikleri zararın? Yaktıklarını, yıktıklarını, kırdıklarını onarmaya mı adayacaklar kendilerini?
İçlerinden “1” ya, çok değil Kuddusi Okkır’ın mezarına gidip de Fatiha okuyacak bir kişi çıkacak mı mesela?
***
Tane tane/madde madde anlatacağım:
Bir:
Gerçekten merak ediyorum, “hukuksuzluk” , “usulsüzlük” diye kıyameti koparacak ne var şu anda? Ekrem Dumanlı sabahın dördünde yatağından kaldırılıp, yaka paça, kelepçelenerek mi gözaltına alındı? Yasalarda öngörülen gözaltı süreleri mi aşıldı? Ortada yeterli delil olmaksızın, bu delilleri karartma ihtimali olmaksızın, kaçma şüphesi olmaksızın cezaya dönüşen bir tutuklama süreci mi yaşanıyor? Bir hukukçu izah etsin, ne var?
Ha bütün bunlar yaşanırsa -ki dilerim yaşanmaz- o zaman ben de giderim “hak-hukuk-adalet” diye bağırırım elbette!
Masumiyet karinesinin başımızın üzerinde yeri var; ama dosyayı bilmeden, delil durumunu bilmeden “hukuku savunuyoruz” diye cemaat medyasının oluşturmaya çalıştığı algıya su taşımak, -olursa- yargılamayı en başından hükümsüz kılmak, toplum vicdanında peşinen beraat ettirmek akıl kârı mı?
Kendi adıma Ümraniye’de de, Balyoz’da da, Odatv’de de -üstelik sanıkların yargılanmalarını gerektirecek somut iddia olmadığı halde- tek şey söyledim:
Adil yargılama!
Ki şaibe kalmasın kimsenin adında!
Yargısız infaza ne kadar hayırsa, yargısız aklamaya da o kadar hayır yazıyor benim vicdan kitabımda!
***
İki:
Gözaltına alınanlara dikkat edin; “artık”la ve “ilk defa”yla başlıyor her cümleleri:
“Artık, Türkiye’de herkes tehdit altındadır...”
“Artık, Türkiye tiranlığa gidiyor...”
“Bu artık bir susturma projesidir...”
“Artık bu mesleği kirletmeyin...”
“Türkiye bu zulmü ilk defa yaşıyor...”
“Bir savcı ilk defa ifade alıyor...”
“İlk defa toplumu böyle göz ardı ediyor...”
Bu ifadelerin alt metninde ne var uzun hikaye; ama ne yok söyleyeyim:
Siz yoksunuz!
Biz yokuz!
Kendilerinden olmayan hiç kimse yok!
Tarihi kendileriyle başlatıyorlar!
Bu ifadeler kanıtlıyor ki; Silivri’yi hukuksuzluk olarak görmüyorlar hâlâ, Murat Özenalp’in kaybını cinayet saymıyorlar, attıkları çamurların, hedef tahtasını andıran manşetlerinin mesleği kirlettiğini düşünmüyorlar, işinden olan onca gazeteciyi susturulmuş saymıyorlar, Cumhuriyet mitinglerine katılan milyonlar “toplum”a dahil değil onlara göre; Silivri kapılarından tazyikli sularla püskürtülenler “toplum”a dahil değil, MHP’nin bir önceki Başkanlık Divanı’nın neredeyse tamamının uğradığı “tehdit” değil!
Onlara dokunmamış olsaydı yine “hukuk” sayacaklardı hukuksuzluğu.
Onlara dokunmasaydı yine “demokrasi” diye alkışlayacaklardı zulmü.
Dün aynen şöyle yazdı Ekrem Dumanlı:
“...Diyelim ki siz haklısınız ve bazı yayınlarımız ölçüyü aştı; aynı yanlışı sizin bize yapmanız mı gerekiyor?..”
Bu bir ölçüdür;
Biz herkese yanlış yapabiliriz ama bize kimse yanlış yapamaz!
Devam ediyor Dumanlı;
“Zaman yıkılırsa bütün medya sele kapılır!..”
Cumhuriyet yıkıldığında değil, iftiralar savurdukları Yeniçağ yıkılırsa değil, gözaltına alınmadık personeli kalmayan Aydınlık-Ulusal kanal yıkıldığında değil, ART’yi yıktıklarında değil, Kanal B yıkılırsa değil, Hürriyet, Milliyet değil; bir tek Zaman!
Ve -inanılacak gibi değil- bu “Kaf Dağı” duruşuna sahip çıkıyor irademizi temsil iddiasındakiler!
***
Üç:
Hukuku savunmakla cemaati meşrulaştırmayı birbirine karıştıran kimi milletvekilleri, bunu bir siyasi hesapla yapıyorlarsa; yanlış. Bağdat’a kalmaz, 7 Haziran’da kendi köyünüzden, kasabanızdan döner!
Son iki seçimde bu millet Tayyip Erdoğan-cemaat ekseninde seçime zorlandığında “ehveni şer” inin ne taraf olduğu net biçimde gösterdi. O tapelere, PKK’yla müzakereye rağmen gitti sırf “paralelle mücadele edecek” diye oyunu AKP’ye verdi. Çünkü hem CHP’de, hem MHP’de yine böyle birkaç medya bağımlısı tip partilerinin “cemaatle ittifak halinde” ymiş gibi algılanmasına yol açtı.
***
Taş yerinde ağır, kendinizi kullandırmayın, olduğunuz yerde de dimdik durabilirsiniz faşizme karşı!
Kantarın topuzu diye önemli bir ayar vardır;
Onu kaçırmayın!