Kandil’e bomba yerine dua yollayalım bari
Yüzbinlerce insan başları aşağı gelecek biçimde çarmıha gerildi ve göğüs uçlarından başlanarak derileri yüzüldü... Metalden yapılmış boğa biçimindeki kafeslerle “suçunun ne derece büyük olduğu anlaşılsın diye” ateşe tutuldu. Acıdan ne kadar bağırırsa o kadar suçlu sayılacaktı; ve sessiz sedasız olursa ölümü “iyi bir hristiyan” olduğu anlaşılmış olacak, aklanacaktı!
İnsanlar arenalarda yırtıcı hayvanların önüne atıldı, “cadı” denilerek elleri ve ayakları bağlı biçimde boğulsun diye suya atıldı, başlarından aşağıya kızgın yağ döküldü, vücutları yanan odunlarla dağlandı, kırbaçlandı, ağızlarına sokulan kor ateşlerle “dilsiz” yapıldı, dizlerine çiviler yakıldı, kiminin parmakları, kiminin başları kesildi, kimi toplu halde, kimi de tek başına infaz edildi. Ve hemen her birinin “kellesi” şeytandan kurtulunmuş olduğunun delili olarak, bir tepsi içinde engizisyon üyelerine gösterildi!
Bir çeşit resmi işkence mekanizması “engizisyon” un uygulamaları öylesine dehşet vericiydi ki, “Güneş evrenin merkezindedir” görüşünü savunan ünlü bilim adamı Giordano Bruno Roma’da bir kazığa bağlanarak yakıldı. Aynı yöntemle kurban edilmekten korkan Galilei çıkarıldığı engizisyon mahkemesinde “güneşin evrenin merkezi olduğunu savunduğu için” kiliseden özür diledi!
Tarihin bu en kanlı, en karanlık sayfasının başlığında “Katolik Kilisesi” yazılıydı. Ve kilisenin en büyük işbilirkçisi kimdi dersiniz?
“Dindar” halk!
Sorsanız iyi bir şeydi
yaptıkları!
***
Avrupalı Katolik Hıristiyanları’nın, “Kudüs”ün de bulunduğu “kutsal” (ve elbette zengin)Ortadoğu topraklarına doğru düzenledikleri seferlerde, Papa’nın ordularında üzerinde haç motifli üniformalar vardı. “Tanrı adına” yapılan bu savaşlara katılanlar “Mesih’in Askerleri”ydi.
16. yüzyıl Fransa’sında Katolikler ve Protestanlar arasında çıkan savaş... 17. yüzyılın ilk yarısında Alman devletleri, İskandinav devletleri ve Polonya arasındaki savaşlar... 19. yüzyılda Çin’de Hong Xiuquan adlı yoksul bir köylü önderliğinde başlayan Taping Ayaklanması...
Hepsi “din adına”ydı!
***
El Kaide 1988 yılında kurulduğunda ideolojisini şöyle belirledi: Pan-İslamizm!
Militanları Pakistan’daki “medreselerde” yetişen Taliban 5 yaşındaki çocukları “şehit” olmak için eğitirken tek refansı vardı “Sünni İslamcılık”!
Adı “Müslüman Kardeşler” ama yüz yıla yakın bir zaman diliminde karıştığı “terör eylemleri”ni hatırlayın; hangisi kardeşçe?
“Filistin’in asla, Müslüman olmayanlar tarafından etrafı çevrilebilecek bir İslam ülkesi olamayacağını” savunan Hamas’ın düzenlediği intihar saldırıları, “intihar”ın dinimizdeki yerini de düşünün; din adınaydı!
Ya Hizbullah; domuz bağları, toplu mezarlar... Gözlerimizin önünde yaşanan o vahşeti kim unutabilir ki!
Amerika’nın bile yaşadığımız coğrafyaya ilk önemli salvosunu “Yeşil Kuşak” projesiyle “din” üzerinden yaptığını ve bu uğurda kaç bin “Müslüman”ın emperyalizmin gönüllü bekçiliğine soyunduğunu bilmiyor muyuz? Ortadoğu’ya şu an, şu dakika yağan bombaların markası ne sanki?
Kaldı ki, hiçbirinden haberimiz olmasa, dünyaya kör bakıyor olsak da, Menemen’de yeşil bayrağı açıp “Şeriat isteriz. Din elden gidiyor!” diye bağıranların diri diri kestiği Teğmen Kubilay’ın kanıyla sulanan topraktan beslendik hepimiz!
Kukla “Şeyh”lerin arkasına takılan güruhlarca daha kurulurken çökertilmek istendi Cumhuriyetimiz!
Şimdi bunca tecrübeyi hiç yaşamamış gibi “Dindarlık arttıkça terör örgütüne sempati azalıyor” diyebilir miyiz!
Dediler valla!
Hem de bir Polis Akademisi öğrencisi dedi, hem de Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğu “bilimsel bir çalışma”da!
Bugün bile kolay yoldan köşe dönmek için kendisini “türbe” ilan eden envai çeşit sapık, sapkın, “sözde hoca”nın bir lafıyla “kıtır kıtır adam doğramaya hazır” cahiller dolanırken etrafta... Karısını, kızını kendi elleriyle “sözde hoca”lara teslim eden “namazında niyazında” adamlardan geçilmezken... Son dönem Türkiyesi’nin en acı gerçeği “din”i kullanarak oluşturulan bir yapının “intikam” uğruna estirdiği medya, siyaset, ekonomi, kültür terörüyken dedi hem de!
Konya’daki Kur’an kursundaki patlamayı hatırlayın; orada çocuklarını kaybeden ama bir damla bile gözyaşı dökmeyen babayı getirin gözlerinizin önüne; evlatlarının canını “helal” ettiğinden dolayı, şikayetçi olmaya bile ikna edemediler adamı!
Ama yine denesin Polis Akademisi mensupları... Hazır terörle mücadele görevi de üzerlerindeyken, bomba yerine dua göndersinler Kandil’e... Terörün kökü böylelikle kazınır belki!
Bu ziyaret PKK’ya üyelik başvurusu muydu
Taraf’ta çıkan yorum şöyle:
“CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlerde ve öncesinde yaptığı açıklamada “Nerede bu Ergenekon, Ergenekon’a üye olacağım” demişti ya, önceki gün CHP’nin üst kurmay yöneticileri ve 45’e yakın milletvekili ile Silivri’ye sanki örgüte üye olmaya gitmişler!”
Madem “İnsanın fikri neyse zikri de odur”; sizin Ahmet Altan ile Yasemin Çongar da PKK’ya üye olmaya mı gitmişlerdi Kandil’e?
Mayın temizleyeceğiz ayağıyla İsrail tamponu
İki sene önce.
Durup dururken, aniden...
Suriye sınırındaki topraklarımız gündeme oturmuştu. İlla “burdaki mayınları temizliycez” diye tutturmuşlardı. “Hemen başlıycaz, 2014’te bitiricez” diyorlardı.
***
“Günler torbaya mı girdi birader, bu ne acele, yangından mal mı kaçırıyorsunuz? Niye 2014 mesela? Farz edelim 2017’ye kadar temizlesek olmaz mı?” diye soranlara... “Ottawa Sözleşmesi’ne imza attık, 2014’e kadar mutlaka temizlememiz lazım” diyorlardı.
“Bu ne biçim Ottawa şekerim... Niye illa Suriye sınırını temizlemek gerekiyor da, mesela İran sınırını temizlemek gerekmiyor? Suriye sınırındakiler mayın da, İran sınırındakiler karpuz mu?” diye kurcalayanlara. Pek sinirleniyor, kısaca “haysiyetsiz, faşist” diyorlardı.
Sonra?
İhaleyi İsrail’e vermeye çalıştıkları ortaya çıktı. “Biz temizlesek olmaz mı?” diyenlere... “Paranın dini, milleti olmaz” diye akıl öğretip, “ırkçı” damgasını yapıştırıyorlardı.
Sonra?
Sınırı temizleyenin, sınıra 44 seneliğine oturacağı ortaya çıktı. “Temizlesin, defolsun gitsin, toprağımızı niye veriyorsunuz, babanızın malı mı orası?” diye itiraz edenlere... “Biz hiç para ödemeyeceğiz, adam masraf yapacak, sonra organik tarım yapacak, win-win” diyorlardı.
“Evini temizlemeye gelen gündelikçi kadına, 44 seneliğine kullansın diye balkonunu veriyor musun kardeşim?” şeklindeki sorumuza ise... Çok düşünüyor ama, verecek cevap bulamıyorlardı!
Sonra?
Mahkemelik falan oldu.
Beceremediler.
Hafıza-i beşer meselesi...
Unutuldu, gitti.
Peki ya, iki sene sonra?
Bizim yalakalar, Suriye’ye ne kadar da “hümanist” şekilde yaklaştığımızı, “insanlık dersi” verdiğimizi yazarken... İngiliz ve Alman basını bangır bangır şunu yazıyor:
“Türkiye, ordusunu Suriye’ye sokacak, Kamışlı kentinin ötesine, Deir El Zor’a kadar ilerleyip, bu bölgelerde yaşayan Kürt kökenli Suriyeliler için sınır boyunca tampon bölge oluşturacak.”
***
Buyrun burdan yakın.
Mayın temizliycez ayaklarıyla...
Tamponu bu tarafa döşeyemediler. O tarafa döşetecekler.
Siz gene de canınızı sıkmayın...
Organik tarım yapmak içindir.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Cumhuriyet’ten intikam mı alıyor
TRT Cumhuriyet gazetesini anlatan Siyah Beyaz adlı bir belgesel dizi hazırlamış, geçen ocak ve şubat aylarında 6 hafta süreyle göstermişti.
TRT, Cumhuriyet’le ilgili bu diziyi aradan 6 ay geçmeden tekrar yayına koydu. İlk bölümü önceki akşam gösterildi. Belgesel dediğimiz lafın gelişi. Belgesel program somut durumu belgeler. Sözü geçen dizi ise bir karalama denemesi. İçindeki 22 konuşmacının 21’i ya Cumhuriyet’ten ayrılmış dönme ya ömrü Cumhuriyet’e vurmakla geçmiş kifayetsiz muhteris. Baştan sona Cumhuriyet’i eleştiriyorlar.
Peki TRT’nin bu porgramı tekrarlamaktaki amacı ne?
Cumhuriyet’ten bir meslektaşın saptaması:
- Biz TRT’yi eleştiriyoruz ya, onlar da bize böylece
misilleme yapıyorlar...
Devlet Radyo Televizyonu’nun yayın politikasındaki ucuzluğa bakın...
Melih Aşık / Milliyet
Silivri’de adalet kördüğüm oldu
Silivri’de adalet kördüğüm... Atatürk’ün bir sözü bu kördüğümün sonuna işaret eder gibi...
Silivri Adliyesi duvarına tunç harflerle Mustafa Kemal’in bir sözünü yazmışlar: “Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet olarak varlığı kabul olunmaz!”
Bu yazı, ileride samimi
itirafçılara indirim
uygulanması olasılığına karşı bir önlem mi?
Ahmet Tan / Cumhuriyet
Türk basınından İngiliz ve Amerikan gazetelerinin “Suriye gazı”na tepki
“Bravo Capitano” tuzağı
Batı basınında bir Türkiye övgüsüdür gidiyor. Sanki gazeteler, Türkiye’yi parlatmak için yarışa girmişler gibi...
Türkiye’nin askeri yeteneğinden dem vuranlar, coğrafi üstünlüğünün sağladığı avantajları sıralayanlar; bir “Türkiye sevdası” ki sormayın gitsin! Batı’nın Türkiye’ye tuttuğu alkış “Bravo Capitano” (Bravo Yüzbaşı) öyküsünü anımsatıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda siperdeki askerlere duygulu bir nutuk attıktan sonra, siperden fırlayan İtalyan Yüzbaşı arkasına baktığında kimsenin siperden kıpırdamadığını görmüş. Vurulup yere düşerken bakmış ki, kendisiyle birlikte siperden fırlamaya hazır gibi duran askerleri “Bravo Capitano” diye alkış tutuyorlar, ama arkasından gelen yok.
Fikret Bila / Milliyet
Piyon yapacaklar
Irak’ta, Afganistan’da ve şimdilerde Libya’da uğradıkları hezimet ortada... O yüzden bu kez bizi piyon olarak kullanmak niyetindeler... Orta Doğu söz konusu olduğunda, bizimkileri buna ikna etmek zor olmuyor... Çünkü hepsi hâlâ “Osmanlı düşleri” görüyor... Suriye’deki iç çatışmaları “Türkiye’nin iç sorunu” olarak görmesinin nedeni bu... Türkiye’nin en büyük “iç sorunu” ne? Elbette 35 yıldır kan kusturan PKK... Eşkıya, daha önceki gece Diyarbakır’da yol kesip, kimlik kontrolü yaptı! Peki; biz ne yapıyoruz? PKK’yla savaşı, hayatında dağ görmemiş acemi polislere bırakarak, askerimizi Suriye’ye sürmeye kalkışıyoruz!
Mustafa Mutlu / Vatan
İngiliz basını Türkiye’yi Suriye’ye doğru kışkırtıyor... Türk kamoyunu savaşa hazırlamak için bir dış organizasyon var gibi...
Melih Aşık / Milliyet
Times savaş fikrini sevdirmek için acayip çaba harcıyor. Hiçbir Batılı ülke Türkiye’yi böyle bir ateşe atlamaya ikna edemez.
Böyle bir misyon önermek, Türk siyasetçisini aptal
yerine koymak olur.
Türkiye, havuza itilir gibi ateşe itilecek bir
devlet değildir!
Güngör Mengi / Vatan