Kanal B'ye baskın
Elleriyle insanlara hayat veren, dünyaca ünlü bir cerrahın evinde ve işyerinde silah arandığına dair haber, insana “yok daha neler” tepkisini verdiriyor. Kalemi ve düşünceleriyle vatandaşa fikir veren gazetecilerin suçlu ilan edilmesi gibi ha babam “Yargısız itibar infazlarıyla” ile kelimenin tam anlamıyla “Korku İmparatorluğu” oluşturmak kimin projesidir?
Prof. Dr. Mehmet Haberal ile beraber Erol Manisalı gibi bilim adamlarının maruz kaldığı durumu toplumun çoğu kesimleri Türkiye’deki gelişmelerden endişe duymaktan başka hiçbir suçu olmayan Atatürkçülerin tasfiye edilme girişimi olarak görüyor. Artık bunun sistemli olduğuna ve çok önceden planlı olduğuna dair şüpheler artıyor. Daha öncede ART, iki boyunca aranmış ve bildiğimiz kadarıyla hiçbir şey bulunamamıştı.
Türk Metal Sendikası Onursal Başkanı Mustafa Özbek’in evinden alındığından bu yana neredeyse üç ay geçti. Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’a 40 gündür uygulanan tecrit hâlâ devam ediyor. ART’nin basıldığı gün ekranlarda söylemiş, bu sütunlarda yazmıştım. “Avrasya’dan sonra sıra Kanal D’ye, Show TV’ye ve diğerlerine de gelebilir Türk basını bu konuda sessizliğini sürdürürse sıra onlara geldiğinde yanlarında kimseyi bulamayacaklar” yazısının henüz mürekkebi bile kurumadı. Kanal B’nin basılıp Başkent Üniversitesi’nin didik didik edilmesinden sonra çok geçmeden sıranın diğerlerine geleceğine dair öngörü sadece bana ait değil. Kanal B, yayın hayatına başladığı günden bu yana televizyon camiasında “TRT Başkent” olarak nitelendirilmekteydi. Yani yayın politikası TRT’nin AKP hükümetinden önceki resmi duruşuna, prensipli yayınlara benzetilirdi. Birkaç defa konuk olarak katıldığın Kanal B’ye hakim Atatürkçülük prensiplerini seyreden seyretmeyen herkes bilir. Hükümetin haksız ve taraflı icraatlarını makul oranda eleştirmekten başka hiçbir suçu olmayan televizyon kanalına reva görülen tutum kimin ekmeğine yağ sürecektir?
Yeniçağ’daki yazılarımda da böylesi olaylar karşısında “Bu işte kimin çıkarı var” sorusunu gündeme getirip, ufuk çizginizi genişletmeye gayret ederim. Bugün Prof. Dr. Erol Manisalı, Prof. Dr. Mehmet Haberal, Prof. Dr. Türkan Saylan gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımlarını kararlılıkla savunanların gözaltına alınmasının korkutma, sindirme ve susturmaya yönelik faşizan bir baskı olduğunu ifade etmek sanırım devam etmekte olan bir dava hakkında yorum yapma suçunu oluşturmaz. Zira hukuk mürekkebi yalayan bir zat olarak sırf olanlar hakkındaki düşüncem olduğunun altını çizmek istiyorum ve adaletin geç de olsa mutlaka yerini bulacağına olan inancımı tekrarlamakta fayda görüyorum.
Bu vahim gelişmeleri çok önceden tahmin edip kitaplar yazan Vural Savaş, bunun faşizm olmadığını, zira faşizmde bile yapılanlara uydurulan yasalar olduğunu bildirerek şimdi yasaların çiğnenerek, suç işlendiğini bas bas bağırarak uyarıyor. Yargıtay Onursal Başsavcıları Sabih Kanadoğlu ile Vural Savaş bu konuda hukuk çerçevesinde yorumlar yapıyor, insanlarımızı aydınlatırken sorumluları uyarıyorlar ama dinleyen kim? Basının tamamen susmasını insanların korkudan evlerinden çıkamayacak hale gelmesini amaçlayanlara karşı sesini yükseltecek bir merci aramanın adını da “darbecilik” olarak niteleyenler günün birinde hukukun kendilerine de lazım olacağını unutmasınlar
Bu arada 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Mehmet Haberal’ı havaalanından uğurlamasına şapka çıkarmanın şart olduğuna inanıyorum. 6 defa gidip 7 defa dönen Demirel’in bu yaşta gösterdiği takdire şayan cesareti bakalım başkaları da sergileyecek mi?
Kendi adıma bu satırları bitirdikten hemen sonra Kanal B TV’yi ziyarete giderek yalnız olmadıklarını ifade edip, gönüllü çalışma teklifimi ileteceğim. Bakalım AKP’den bir Allah’ın kulu bu haksızlığa baş kaldırabilecek mi?