Kanaat önderlerini küstürdü mü?
Diyeceksiniz ki bu da soru mu?
Belki değil ama... Bir televizyon programı yapsanız MHP’nin akil adamı/kanaat önderi olarak kimi davet edersiniz?
Hadi bulun bakalım?
MHP’yi kurumsal olarak temsil eden Mehmet Şandır ve Oktay Vural dışında isim olarak aklınıza kim geliyor?
Hiç zorlamayın bulamazsınız.
En fazla bir iki isim sayabilirsiniz. Örneğin Osman Durmuş gibi...
Peki MHP’li deyip TV programına çağıracağınız niye hiç akil adam yok?
Bir ara Ümit Özdağ vardı...
Hemen üzeri çizildi.
Mehmet Gül vardı, vefat etti...
Çok eskilerde Zekeriya Beyaz vardı. O artık DSP’li... Taha Akyol, Namık Kemal Zeybek gibi “eski tüfekler” in MHP ile artık hiç ilgileri yok.
Yeniçağ Gazetesi yazarlarıyla ipler çoktan koptu...
Ortadoğu Gazetesi tek taraflı “platonik aşk” yaşıyor...
Oğul Tuğrul Türkeş, damat Hamit Homriş medyada görünmemeleri şartıyla MHP milletvekili yapıldı. Susturuldu.
Bir isim vardı; rahmetli Gündüz Aktan! O da soldan transfer edilmişti...
Başka... Başka yok.
Peki niye yok?
MHP’nin partili-milletvekili olmayan bir kanaat önderi yok mu?
MHP akil adamlarının hepsini küstürdü mü?
Ya da...
Devlet Bahçeli kendilerini temsilen kimsenin medyada gözükmesini istemiyor mu?
Zor bir soru...
Biz odatv.com olarak sorunun yanıtını bulamadık.
Yani...
Bize; TV programına çıkarmak amacıyla sorulan “MHP’nin kanaat önderi kimdir” sorusuna yanıt bulamadık. Sizin var mı?
* odatv.com
Geçtiğimiz yıl vefat eden Mehmet Gül, katıldığı televizyon programlarında Türk Milliyetçilerini başarıyla temsil ediyor, fikirlerini anlaşılır bir dille ifade ediyordu.
+++
Velinimeti
“ihanet” dedi
Cumhurbaşkanı “Fırsatı kaçırmamak lazım” dedi ama “kaçırılmaması gereken fırsatın” ne olduğunu bir türlü söylemedi.
Bir haftadır gerek muhalefet, gerek aklı başında aydınlar, gerekse köşe yazarları “Neyi kaçırmamamız gerekiyor?” diye soruyorlar.
Cumhurbaşkanı’nın ağzını bıçak açmıyor.
Üç olasılık var:
Bir; öyle kaçırmamamız gereken bir fırsat zaten yoktu... İki; kendisi de bir şeyi kaçırmamamız gerektiğini biliyor ama bir tek neyi kaçırmamamız gerektiğini bilmiyor... Üç; söylemeye utandı...
Ben en çok üçüncü şıktan şüpheleniyorum sanki... Nitekim MHP lideri Devlet Bahçeli sordu: “Hangi ihanete katkımız isteniyor?..”
Demek ki Devlet Bahçeli “kaçırmamamız gereken fırsatı” kestirdi: PKK ile uzlaşarak, Apo’yu affederek, Kürtlerin özerklik istemlerini ve Kürt kimliğini Anayasa’ya koyarak yakalanacak müthiş fırsat...
Ama Devlet Bahçeli’ye göre: “İhanet!..” Devlet Bahçeli, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde eksik oyları tamamlayarak Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanlığına taşıyan kişidir. Çok geç ama çok önemli bir şey söylüyor: “İhanet!..”
Şeref kıtasını selamlarken, kırmızı halının sağ çizgisi hizasında yürüyüp ve yuvarlak halının ortasına gelince durup şöyle yana dönerek “Merhaba asker!” demek değildir devlet adamlığı... Zor iştir...
Devlet adamı olamayan, işte böyle “Fırsatı kaçırmayalım” der... Ama kaçırmamamız gereken fırsatın ne olduğunu dahi söyleyemez toplumuna... Ve kendisini oraya taşıyan velinimetine dahi o soruyu sordurur: “Hangi ihanete katkımız isteniyor?..”
* Bekir Coşkun / Hürriyet
+++
Dolandırıcılığın kılıfı
Yenişafak’ın James Bond’undan koplo teorileri tarihine geçecek
iddia: Deniz Feneri e.V. davası Alman istihbaratının operasyonu!
Ali Bulaç, Fehmi
Koru’nun ‘Alman
komplosu’ dediği Deniz Feneri e.V. davasını
değerlendirirken ‘bağış’ adı altında Müslamanları sömürenlerin kısa
sürede edindikleri
servete dikkat çekmişti
Fehmi Koru, dün Yenişafak’taki köşesinde Alman adalet tarihinin en büyük dolandırıcılık davası olarak nitelenen Deniz Feneri e.V. ve Türkiye ayağı ile ilgili olarak şu teşhisi koydu:
“Bu, uluslararası arenada Türkiye’nin önünü kesmeye, içeride de Türkiye siyasetini karıştırmaya yönelik bir Almanya operasyonudur. Angela Merkel’in son zamanlarda iyice sertleşen ‘Türkiye AB’ye giremez’ tavrının Alman istihbaratı eliyle içimize yönelmiş bir operasyonu...”
Zehir hafiye gibi
Server Bedii (Peyami Safa)’nin Cingöz Recai’si mi desem, Ebusüreyya Sami’nin Amanvermez Avni’si mi?..
Yoksa “yerel” kalmayı hakaret sayabileceği ihtimalini düşünerek günümüzün Sherlock Holmes’u mu ilan etsem kendisini! Yok yok 007 demeli. Bir İngiliz ajanı olmasada, gazeteci olarak yöntemleri tek bir kişiyi andırıyor: Hayallerin ajanı Bond; James Bond...
Bond maceralarında da, işin içinden illa bir Alman parmağı çıkmazsa olmaz ya... Dünyanın iki ucundaki ülkeler kıytırık bir Alman gazetesinin haberine bakıp savaşın eşiğine gelir... Almanya’daki bir nükleer patlamayla başlayan olaylar zinciri Avrupalılar’ı Sovyetler’e yem eder...
Bir dolandırıcılık davasından uluslararası istihbarat savaşı hikayesi çıkarmadan önce Fehmi Koru’nun cevaplaması gereken bir kaç basit soru yok mu sizce?
Sayın Koru; Hukuku bir ‘komplo aracı’ saydığınıza göre, hangi ölçüyü kullanarak “iddiaların temelsiz, yargı ortamı dışında yapılan savunmaların mutlak doğru” olduğu kanaatine vardınız?
“Alman mahkemesi üyeleri ile Adalet Bakanlığı yetkilileri’nin davayı Türkiye’ye taşımaları ve buradaki yargı sürecine katılma talepleri, hukuka aldırmamak, diplomasiyi de hiçe saymak” ise AB komiserlerinin, başta 301. madde olmak üzere sözde aydınların çeşitli nedenlerle, yasalarımıza uygun yürütülen yargılamalarına müdahil olmasını niçin savunuyorsunuz?
Davanın Türkiye’deki sanıkları ifadelerine başvurulacağı için Almanya’ya gitmemekte direnirken, Almanların ifadeleri almamış olmalarını sorgulamak akılcı mı?
İnsanlar yargılanmadan mahkum olamazsa, aylardır manşetler aracılığyla yaptığınız nedir? Ve bu yazınızla, bu kez de bir siyasi parti Genel Başkanı’nı ‘yargılamadan’ Alman istihbaratına hizmetle suçlamış olmuyor musunuz?
Bulaç Alman ajanı mı?
Koru teorisini aylar önce diğer kimliği olan Taha Kıvanç’ın köşesinde de okuyucusuyla paylaşmıştı. Ve o zaman bir CHP’li veya CHP’nin medyadaki uzantısı olmayan Zaman yazarı Ali Bulaç bakın neler demişti: Ortada çok açık bir durum var. Bazı insanlar bir anda zengin oluyorlar, bir anda servetlerinde olağanüstü bir artış meydana geliyor ve bu insanların yaptıkları işler belli. Yani yaptıkları işlere karşılık kazandıklarını varsaydığımız paraları bir araya getirsek bunların 60-70 senede bu parayı meydana getirmeleri imkansız. Ve yaşama tarzları, oturma biçimleri, her şeyleri değişiyor. Ve bu tabii ki muhafazakar kesim kitlenin yani toplumun önemli bir kısmının hayatında önemli değişiklikler meydana gelmiştir ve bunlara müsaade ediyorlar.
“Hayırlı bir dava”
“Çok da hayırlı bir dava bu. Bence bundan sonra Müslümanların, hayırsever insanların kurumlar aracılığıyla yardım yapmaları konusunu bir kere daha düşünmeleri gerekir. Benim İslamiyet’te anladığım doğru olanı hayırsever insanın kendi fakirini kendisinin gidip bulması, birebir yardımların yapılması. Çünkü maalesef bu kurumlar ve bu kuruluşlar aracılığıyla yapılan yardımlar çok sağlıklı olmuyor. Türkiye’nin 80 bin camiinde her hafta para toplanıyor. Makbuz yok. Hesap kitap nasıl tutuluyor. Bu paralar nerede toplanıyor, nasıl harcanıyor?”
Bu ara pişmiş tavuğun başına gelemeyecek işlerle haşır neşir olan Bulaç’ın kafasına bir çorap daha örmek gibi olmasın ama; Koru’nun teorisine göre Ali Bulaç da Alman istihbaratı ajanı mıdır?
+++
PRİMATA TAVSİYE
Arşive bak
Militan gazeteciliği sorgulayan İsmet Berkan “Diyelim ki, Ergenekon soruşturmasının Türkiye için çok iyi bir şey olduğuna inanıyorsunuz, soru işaretlerini görmezden gelmeye başlıyorsunuz, daha da ileri gidip size şüpheli diye takdim edilen herkesin suçluluğunu peşinen ilan etmeye başlıyorsunuz. Diyelim ki, ülkenin normal olmasının önündeki en büyük engelin TSK olduğu şeklinde bir kanaatiniz var, haberleri gerçekliklerinden koparıp kanaatlerinize uygun bir biçime getirmeye başlıyorsunuz” diye yazmış. Sakal imajı, Hasan Cemal vak’asına bakışı ve bu “içsel sorgulaması”na bakınca “primat günah mı çıkarıyor” diye düşünüyorum. Madem doğru bir yola girdi, örnek olay analizinin bilgiyi kalıcı hale getirdiğini hatırlatalım. Zahmet edip koltuğundan kalkar ve zemin kata inerse, arşivlerinde bolca militan gazetecilik örneği bulacaktır. Çok eskileri karıştırıp yormasın kendini. Birkaç ay önce “deli saçması”sözleri nasıl TSK’yı karalayıcı manşetlere dönüştürdüklerini okuması kafi...
+++
Ortaçağ
kafası
İnanç mahkemesi kurdular
Aslında iktidara karşı olan herkesi “Ergenekonculukla”, “darbecilikle” suçlamak medyada artık moda oldu.
Orta sağ da bu suçlamalardan nasibini alıyor.
Hatta orta sağ, iktidara ciddi bir rakip oluşturduğu için, orta soldan, demokratlardan, laiklerden daha da büyük bir tehlike olarak görülüyor galiba. Çünkü Hüsamettin Cindoruk gibi, demokratlığı siyasal yaşamının en önemli ilkesi olmuş bir lider bile, orta sağı toplamak için öne çıktığı için “darbecilikle”, “Ergenekonculukla” suçlanabiliyor.
Bu suçlama çılgınlığı demokrasi için son derece tehlikeli bir gidişe işaret ediyor: “Niyet yargılaması”, “zihniyet suçlaması”, “inanç mahkemesi” sadece ortaçağın veya totaliter rejimlerin, faşizmin, Stalinist komünizmin, şeriatın yöntemleridir. İnsanlar sadece totaliter rejimlerde tavırlarından, zihniyetlerinden, inançlarından dolayı yargılanır. Demokratik rejimler ise insanları sadece yaptıklarıyla ettikleriyle, mevcut yasalarla suç olduğu belirtilmiş eylemlerden dolayı yargılayabilir. Bir yasal ve demokratik mitingi... Bir siyasal oluşumu... Yazarları, çizerleri, gazetecileri... Profesörleri, rektörleri, hocaları... Politikacıları... Beğenilmeyen insanları... İktidara karşı olanları... Sırf düşünceleri dolayısıyla suçlayan, yargılayan ve mahkûm edenlerin bulunduğu bir rejimin adı demokrasi, bir devletin adı hukuk devleti olabilir mi! l Emre Kongar / Cumhuriyet
+++
Bu kaçıncı özür?
Taraf, Radikal’in “Uydur uydur yaz” manşetine yer vererek ‘Doğru söylüyorlar, okuyucudan özür dileriz’ dedi. “Uydurup uydurup yazdığını” itiraf etti. İki yılı bile doldurmayan, büyük iddialarla çıkan Taraf’ın bu kaçıncı “uydurma”sı, kaçıncı “özür”ü? Aktütün saldırsı sonrası yayımladığı fotoğraflar, Müjdat Gezen’in söylemediği sözleri manşet yapıp sonradan “gazetecilik zaafı” diye kıvırmalar... Oturduğun yerden, yaz, çiz, kişi ve kurumları karala, itibarlarını sars, toplumu yanlış yönlendir, bilgi kirliliğine yol aç, sonra da özür dile... Bu mu gazetecilik?
+++
MİNİ YORUM
İnek fiyatlarında artış
Yenişafak’ın “Sarıkız’ın fiyatı üçe katlandı.” manşetini yorumlayan Can Ataklı “Gülsüm farkında olmadan Atatürk büstünü yıkan bir inek. Montofon cinsi. Ama Atatürk büstünü yıktığı için ona hayranlık duyan ve üç kat fiyat teklif edenler her şeyin farkında.” demiş. Sırf böğüre böğüre milli değerleri yozlaştırdıkları için hanların, hamamların, altın musluklu saltanat yatlarının sahibi olanların, hangi montofonluğun prim yaptığını bilmemelerine imkan var mı?