KAMUNUN BEKÇİ KÖPEĞİ TEMİZ MEDYA SINAVINDA
Hayırlara vesile olsun!
Orduyu linç girişimi başlatan gazetecilere bir öneri: Günahsız kimse ilk taşı o atsın. Madem ki slogan “Hesap sorma hesap ver!” Önce medyadakiler eteklerindeki taşları döksün
Yuhanna İnciline göre din bilginleri, zina yaparken yakaladıkları kadını Zeytindağı’ndan dönen Hz. İsa’nın yanına getirirler ve sınamak için sorarlar:
- Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?
Hz. İsa cevap verir:
- Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın!
Bunu duyanlar teker teker tapınaktan ayrılırlar.
Aynı soruyu Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasını “özgür gazeteciliklerine(!) yediremeyip”, hanidir başlatılmış olan linç kampanyasına dahil olanlara sorsak, acaba hangisi elini taşa uzatabilir?
Doğrudan sorunca çok ağır olsa da; kim günahsız?
Madem ’kimseden ayar almayan medya’ bayrağı açtınız, madem gazetecinin haber ve yorum özgürlüğüne dair bir tartışma başlattınız, madem konu oradan veya buradan nihayetinde ’medya etiği’nde son buluyor, o zaman tartışmaya en başından işin ’ABC’sinden başlamak gerekmiyor mu?
Madem hiçbirşey eskisi gibi olmayacak, haydi eteklerinizdekileri dökün de okuyucularınız ’eskisi nasıldı’ bir öğrensin önce.
İLK DERS GAZETECİLİK
Dün de yazmıştım, medyanın misyon tarifi en kestirmeden gidersek “haber vermek, haberdar etmek”. Medya bunu haberciliğin “5N, 1 K” (Ne, nerede, ne zaman, niçin, nasıl ve kim) ilkesine uygun olarak yapar. Haberinin doğruluğundan emin olur, ki bu genellikle iddia, duyum, ihbar her neyse onu birden fazla kaynağa doğrulatarak sağlanır. “Dedikodu ve söylentiler doğruluğu ispatlanana kadar haber değildir.”
Gazeteci bir olayı habere dönüştürürken; gerçeğin özünü yakalamaya çalışır, aktarılanın kökenine iner, araştırır, hiçbir detayı yok saymaz, kimseyle aynı fikirde olduğunu belirtmez, hiçbir bilgiden kendince sonuçlar çıkarmaz, insanları ve olayları tek tipleştirmez, yargılamaz ve dışlamaz.
Dün de vurguladığım gibi, avukat, savcı, yargıç, tetikçi, infaz memuru olmaz.
’Gazetecilik, kamuoyunu doğru, çok yanlı, çok boyutlu, hızlı, inanılır ve güvenilir bir şekilde bilgilendirmek mesleğidir. ’
Bugünlerde çok popüler olan bir deyim üzerinden gidersek, ’ağzı olan herkes soru sorabilir’. Anatomik yeterlilikle ilgilidir bu.
Ya vicdan!
Gazeteci elbette her kurumu eleştirebilir, soru hatta kamu adına hesap sorabilir. Bugün Türk Medyasındaki sorun, bunu yapmaya kalkışan gazetecilerin temiz olup olmadığıdır.
Bugün Genelkurmay Başkanı’na hesap sorma yarışına girenlerden kaçının ’dürüstlük, şeffaflık, doğruluk, etik’gibi kavramların savcılığına soyunup, sorguya çekme hakkı olabilir?
PANDORA AHMET
Kaosu başlatan kutu Kadıköy’de bir kitapçının dördüncü katında açılmıştı. Kaynağı şaibeli, yayınları sistematik biçimde orduyu hedef alan Taraf adında bir gazete çıkıyordu orada. TSK, ABD’nin sponsor olduğu BOP adlı gölge oyununda kukla olmak istemeyince kutuyu açıp bütün kötülüklerin salınmasını sağlamıştı Pandora. Cinsiyeti Yasemin Çongar’ı işaret etse de, ’eşcinsiyetle problemi olmadığı için’ Ahmet Altan da ’eşPandora’ olabilirdi pekala...
Hikaye böyle başladı...
Genelkurmay başkanına “saygısız, nezaketsiz, cüretkar, doğruyu söyleyecek kadar cesaretin var mı” diye soran Pandora Ahmet’in Taraf’ın Yayın Yönetmeni olarak verdiği ilk röportajdı... Şirin Sever ile arasındaki diyalog şöyle gelişmişti:
“- Türkiye’de kitap basmak, satmak bir gazete kuracak kadar kârlı bir iş mi peki? Perde arkasında başkaları var mı?
- Kaç para koyuyorlar bilmem. Nasıl onların bana bazı sorular sormaları yasaksa ben de onlara bazı soruları sormam.
-Finanse eden bir tek Alkım yayınları mı yani?
Evet ama onlar sadece yayıncı değil, aynı zamanda Türkiye’nin en büyük kitapevlerinden birine sahipler. Zannediyorum ki işleri iyi gidiyor. Eğer sorduğun buysa, arkalarında kimse yok! Hiç kimsenin paravanı olarak çıkmıyorlar, eğer birisi böyle bir şey olduğunu gösterirse buradaki herkes, o an buradan çıkarız.”
Bu röportajdan kısa süre sonra Alkım yayınlarının hiç de Altan’ın dediği gibi işlerinin iyi gitmediğini, bankalardan aldıkları yüklü kredileri bizzat patronları açıkladı. Öyle olduğu halde, patronlarına “bu değirmenin suyu nereden geliyor” diye soramayan Altan mı, askere ’cesaret resti’ çekiyor? Boğaz manzaralı balıkçılarda çıtıt çıtır yediği paranın kaynağını sorgulamayan, “yahu beni kim besliyor” demeyen Altan’ın mı şeffaflık damarı tutuyor?
Yoksa ABD ile iş tutan yardımcısının mı?
MARJİNAL FAYDA: 0
Peki ya Taraf’a sızdırılan bilgi ve belgeleri manşetlerine taşıdıktan sonra, “biz de yayın anlayışlarını beğenmiyoruz ama bu belge de doğru mu, Başbuğ da biraz sert çıkmadı mı” diye eveleyip geveleyen Genel Yayın Yönetmenleri? Sütten çıkmış ak kaşık mı bu beyler?
Sabah’ın tirajı yıllardır üç aşağı beş yukarı aynı, Hürriyet ve Milliyet’in öyle... Ne uzuyorlar, ne kısalıyorlar. Peki Yayın Yönetmenlerinin bu gazeteye katkısı ne? Tiraj artmıyor, okuyucu kazanılmıyor, basındaki konumu iyileşmiyorsa bu adamlar ne işe yarar?
Şimdi, erdem öğretmeni kesilen Ergun Babahan, Sedat Ergin, Ertuğrul Özkök, Serdar Turgut... ve diğerleri bir gazetelerine, bir tiraj raporlarına bir de kendilerine bakıp, kendilerine ev ve araba alan patronlarının önünde ‘en iyi reverans yapan adam’ yarışından ötesine giremediklerini düşünmüyorlar mı?
Türk medyasında bir genel yayın yönetmeni ne işe yarar?
İdeoloji ve ideallerini işe başlarken kapıda bıraktığı için, medya patronunun her iktidarla al takke ver külah olabilmesine yarar. Çünkü liberalle liberal, muhafazakarla muhafazakar, komünistle komünist, kapitalistle kapitalist olma kabiliyeti gelişmiştir.
Devleti hortumlayan patronuna ’dördüncü kuvvet’ desteği verir. İş takibi yapar. Hükümeti ve bürokratları tehdit eder, rakipleri rezil eder...
Devletten hortumla alınan paralardan kendi cebine de pipetle de olsa aktarıldığı sürece “erdem”i sevimli erkek çocuğu isminden ibaret zanneder.
Ekonomiyi iyi bilir ama ’marjinal fayda’ kavramını literatüründen çıkarmıştır. Çünkü patronunun gözünde fark yaratamayan sıradan yönetici durumuna düşmez istemez. Kamuoyu nazarında ne hallere düştüğü önemli değildir. Sonuçta parayı veren düdüğü çalar.
PLAZA MAHKUMLARI
Kriz anlarında toplum mühendisliğine atanan Yayın Yönetmenlerinden hangisi gazetesinde patronlarının ayyuka çıkmış yolsuzlukları, dolandırıcılıkları, hortumculukları... hakkında tek satır yazdırabilecek kadar gazeteci olabildi?
Akşam’ın ‘doğrucu Davutları’ cevap versin: Turkcell abonelerinden 350 trilyon kırptığı için ceza ödeyen, İnterbank üzerinden şoföründen odacısına kadar kim varsa paravan şirket kurup kredi kullandıran, Ağır Ceza Mahkemelerinde zimmet ve emniyeti suistimalden yargılanan, çeşitli cezalara çarptırılan Mehmet Emin Karamehmet değil miydi?
Ertuğrul Özkök, Aydın Doğan’ın karton fabrikası için dönemin Devlet Bakanı Güneş Taner’den teşvik isterken gazeteci değil miydi?
Faizsiz bankacılık yapıyoruz diye vatandaşı ’1 milyar dolar dolandıran İhlas Finans’ Enver Ören’in değil miydi? İnsanların dişinden tırnağından arttırdığı emeklerini cep yapan bu kurumun “dolandırıcık kastı ile kurulduğu” mahkeme kararı ile tescillenmedi mi? Oğlu hüküm giyen Enver Bey, ak pak öyle mi?
Etibank’ı batıran ve zimmet, dolandırıcılık ve cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmakla suçlanan Dinç Bilgin Sabah’ın patronu değil miydi?
Bu patronlar bu suçlardan yargılanırken hangisinin gazetesi haksız kazanca, cukkalamaya, dişlemeye, hortumlamaya, hüpletmeye savaş açtı?
MERCÜMEĞİ FIRINA SAKLADILAR
Ya yandaş medya?
YİMPAŞ, Mercümek, Deniz Feneri...
Bunları manşete mi sürdüler, fırına mı?
Başbakanın ve Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkan her bir harfe ayrı kafa sallayıp, “padişahım çok yaşa” naraları atmaktan öte ne yaptılar?
Atladık bir de, “dezenformasyon operasyonu” yürttüler değil mi?
Müslümanları sömüren inanç hırsızlarını savunmadılar mı? Açık açık “benim hırsızım iyidir” demediler mi?
İşkence davasında Hz. Ömer kesilen Mehmet Ali Şahin’in, Deniz Feneri dosyası sorulduğunda “Bana ne yaaaa” demesi Ebu Cehil müridliği değil miydi?
“Din iman benden sorulur”, “var mı benden daha Müslüman” havasındaki Vakit, küçük yaştaki çocuğa tecavüzden yargılanan yazarları Hüseyin Üzmez’i savunmak için az mı çırpındı?
Sahte hadislerle tecavüz gibi aşağılık bir suça kılıf uydurmaya çalışanlar onlar değil miydi?
BUKALEMUNA DÖNDÜLER
Sabah’tan Hürriyet’e geçince Sabah’a tuuu kaka, Hürriyet’ten Vatan’a geçince Hürriyet’ten kötüsü yok, Vatan Hürriyet’in sahibine satılınca yuvama döndüm... Böyle değil mi gazetecinin kariyer yolculuğu?
Medyanın Donkişot’u kesilen Fatih Altaylı’nın özgeçmişi, yazdığı doğruları gölgeleyecek kadar yanlışlarla dolu değil mi?
Bukalemun tarzı gazeteciliğin yaşayan en değerli kalemi ödülünü hak etmiyor mu zat-ı alileri?
Doğan Grubunda çalışırken Aydın Bey hayranı olan Altaylı, Ciner Grubuna geçince ’kirli çamaşır pazarlamaya’ başlamadı mı? Ve yolları bir gün Ciner’le ayrılıp tekrar Doğan ile veya Karamehmet ile kesişirse, bu kez ’iç çamaşır piyasasında Ciner kreasyonları’nı sergilemez mi? Bu toplum, Güneş gazetesinde ’Asil Nadir’in grev kırıcısı’ olan Fatih Altaylı’dan mı öğrenecek ahlaklı gazeteci olmayı?
Denizde kum gibi olan ’medyanın çirkeflikle imtihanı soruları’na cevap verebilecek olan ilk taşı atsın bakalım.
Bana sorarsanız balayını patronunun özel dairesinde geçirip, “medya etiğinin kitabını yazacak adam” olmaktan ötesini umursamayanlar dahil hiçbiri buna cesaret edemez.
“BEKÇİ KÖPEĞİ MEDYA” NEREDE?
Böyle işte Işıl Hanım. “Medya kamunun bekçi köpeği” demiştiniz! Türklüğe ve değerlerine saldırmak söz konusu olunca kimseyi tanımayan Eser Karakaş’tan bu konularla ilgili en ufak ses çıkmamasının nedeni nedir? Kamunun, zihin tecavüzüne uğramaması için en çok da şimdi, AİHM tabiriyle “bekçi köpekliği yapacak” bir medyaya ihtiyaç yok mu?
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
Gazetecilik bir “temas ve mesafe” mesleğidir. Gazeteci ilişki kurar, ama ilişki kurdukları ile hep belli bir mesafeyi korur.
Serge Halimi / Le Monde
++++++
MİNİ YORUM
Taşı bırakıp kaçmadık
Parçası olduğumuz sistemin neresinden tutsak elimizde kalıyor. Okuyup, “ya siz” diyenler çıkacaktır. En azından holdingsiz, fonsuz kendi yağıyla kavrulan bir gazetenin, mütevazi koşullarda yaşayan, toplumla derdi, kaygısı, umudu aynı çalışanlarıyız. Profesyonel gazetecilik anlayışımızın milli menfaatler, bölünmez bütünlük gibi bazı kırmızı çizgileri var. Haklıya hakkını teslim etmek konusunda kompleksisiz. Biatçı değiliz. Kuyruk acımız yok, yönümüzü yularsız tayin edebiliyoruz. Sadece bunlar bile yetiyor: hemen her seferinde, bu ülkenin insanlarının hakları için ilk taşı atabiliyoruz işte korkmadan. Çünkü ne herkes gibi özgür, ne herkes kadar bağımlıyız....
* Selcan TAŞÇI