Kamu vicdanı kâğıttan mı?
Kemal Öztürk,“Beş yılı geçen suç sicil belgelerinden silindiği için tertemiz”miş. Kahramanları insan kebabı yapmaya meyilli kitabın yazarı olduğunu hafızalardan silen bir kanun maddesi de biliyor mu?
Akif Beki’den boşalan Başbakanlık Basın Danışmanlığı koltuğunun yeni sahibi Kemal Öztürk’ün hakkındaki iddialara ilişkin açıklaması, “özrü kabahatinden büyük” misali oldu.
Öztürk, Bir Garip Oğlanın Hikayesi kitabıyla ilgili olarak, “Hiçbir zaman yayınlanmadı, satılmadı ve piyasaya çıkmadı. Matbaadan çıktığında verilen toplatma kararıyla kitaplara el konuldu ve imha edildi” diyor.
Kitabı hatıra olarak saklamak üzere bastırmadınız herhalde değil mi Kemal Bey? “Toplatma kararı” verilmeseydi kitabınız piyasaya dağıtılmayacak mıydı? Velev ki “yayımlanmadı ve satılmadı”, bu, kitabı yazan kişinin siz olduğunuz gerçeğini değiştirir mi?
Şöyle diyorsunuz: “Hukuk sistemimiz bir suçun üzerinden 5 yıl geçtikten sonra onu sicilden silerken, bazı medya organları 16 yıl geçmesine rağmen hala beni suçlu ilan etmekten vazgeçmedi. Hukuk nezdinde tertemiz bir sicile sahibim.”
Kitap savunmanızdaki mantık burada da tekerrür etmiş. Kağıt parçalarına atılan çiziklerin vicdanları da temizleyici gücü var mı? ’Delete’ tuşuna basmak kadar kolay mı hafızaları silmek?
Açıklamanızın sonundaki “İnsan geçmişini değiştiremez” ifadesini nasıl yorumlayalım? Geçminizde ’hiç yaşanmamış’ olması gereken olaylar olduğunun itirafı mı bu cümle...
Günlerdir dört gözle cevabınızı bekleyen Mustafa Mutlu da bu sözünüze takılmış. Şöyle diyor: ”Hiç değilse, Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın yaptığını yap, inanmayacak olsak da ’Değiştim’de“ diye bastırıp durdum ya...
Yeni Basın Müşaviri, buna ne yanıt verdi biliyor musunuz?
‘İnsan geçmişini değiştiremez...’ Hâlâ özür dilemiyor, yorumu bize bırakıyor! Bir yandan da; o ‘değiştirilemeyecek geçmiş’ini inkâr etmeye çalışıyor... “
++++++
Savaş modası: Kefiye
İsrail’e ortak bir kınama metni çıkaramayan TBMM’de, kadın milletvekillleri omuzlarındaki kefiyelerle salona girdiklerinde hissetmiştim olacakları... Hemen arkasından Emine Hanım Muharrem iftarına, başına kefiyeyi çağrıştıran ışıltılı bir türbanla katıldı.
Dün ekranda, barış çağrısı yapan ‘first lady’leri izledim. Kuaförden çıkmış, ağlayacakları için muhtemelen akmayacak profesyonel bir makyaj yaptırmış bu kadınların kiminin kafasında, kiminin omuzunda, kiminin boynunda fular biçiminde, kıyafetlerini tamamlayacak biçimde kullanılmış kefiyeler... Sahnenin arkasında dev bir kefiye gerili... Sahnede Emine Erdoğan; kefiyesiyle ’hepimiz filistinliyiz’(hiç kefiye nedir kim kullanır kısmına girmiyorum, onun mesajı üzerinden gidelim), okuduğu şiir ile: Zaten Nazım’ı da vatandaş yapmış bir iktidarız mesajı veriyor.
Titrek sesi ve gözyaşlarının arkasında ‘2009 savaş modası’ yaratan bir kadın ve modanın gerisinde kalmamaya çalışan takipçilerini gördüm sanki. Çocukların acılarına merhem olamayacak görsel bir şölendi. Gazze’de açılan her kapının arkasından birkaç çocuk cesedi çıkarken, yedikleri beş yıldızlı ziyafetle bitti...
++++++
Tavuğu anladık da, Stalin kim?
Sovyetler Birliği diktatörü Stalin, yakın çalışma arkadaşlarını toplamış sohbet ederken, bir ara ayağa kalkıp ellerini kaldırarak herkesi susturur ve söze başlar:“Söyleyin bakalım, halkın yönetime baş eğmesi, kayıtsız şartsız itaat etmesi için yöneticiler ne yapmalı? Böyle güçlü bir irade tesis etmek için nasıl davranmak gerekir?”
Her kafadan bir ses çıkar. Kimisi adaletten, haktan, hukuktan söz eder. Kimisi demokrasiden, insan haklarından bahseder. Kimisi sertlikten yana tavır alır. Kimisi sürgünden, sehpadan, hapisten dem vurur. Kitlesel baskı ve korku yaratmanın deha çapındaki diktatörü Stalin, adamlarının açıklamalarının hiçbirini beğenmez. Bi kadeh daha içki yuvarlayıp soğuk ve ürpertici bir sesle şöyle der: “Yönetimi ele geçiren hükümdarın Tanrı’dan pek farkı yoktur. Halk onu öyle görür. İnsanların karşınızda baş eğip durması için ne yapmanız gerektiğini bırakın da ben, şu beyinsiz kafalarınıza çivi gibi çakayım!”
Hakaret ağır olmasına rağmen herkes memnun memnun sırıtır. Stalin’den hakaret işitmek bile onlar için önemli bir iltifat gibidir. Stalin, hizmetkarlardan birine emreder: ”Bana bir tavuk getirin.”
Aceleyle bir tavuk kapıp getirir uşaklar...
Stalin adamlarının gözleri önünde tavuğun tüylerini canlı canlı yolmaya başlar.
Diktatör bütün tüyleri yolunup, cascavlak kalan tavuğu odanın ortasına salıverir:“İzleyin bakalım nereye gidecek bu şaşkın tavuk?”
Zavallı tavuk içine düştüğü azaptan kaçıp kurtulayım diye aralık kapıdan dışarı kaçar, soğuktan tir tir titrer, dönüp masaların altına girer, köşeli masa ayakları canını yakar, duvar diplerine koşar, tüysüz kanatları yara bere içinde kalır, şömineye yaklaşır tüysüz derisi kavrulur...
Sonunda çaresiz tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına sığınıp saklanır!
O zaman Stalin cebinden bir avuç yem çıkarıp yolunmuş tavuğun önüne tane tane atar. Yemlenen tavuk bundan sonra, Stalin nereye yönelse peşinden koşar!
Ağızları bir karış açık kalan dostlarına bakan Stalin, alaycı bir gülüşle şöyle der: “Gördünüz mü? Halk dediğiniz topluluk bir tavuk gibidir. Tüylerini yolup aldıktan sonra onu serbest bırak. O zaman yönetmek o kadar kolay olur ki...”
* Rahmi Turan / Hürriyet
++++++
Terör yaratamayan terör örgütü de gördük
Ergenekon sanıklarından Behiç Gürcihan’ın avukatı Ercan Birol’un yaptığı savunmayı okurken kara mizahı fark etmemek olası değil...
Avukat Ercan Birol iki terör örgütünü kıyaslıyor...
Birisi PKK... Liderinin hapiste kötü muameleye maruz kaldığı söylentisi yayılıyor. Bu kötü muamele gerçekten var mı, boyutu nedir, bilinmiyor. Ancak örgüt üyeleri pek çok ilde sokağa dökülüyor, kepenkler kapatılıyor, ateşler yakılıyor, araçlar ateşe veriyor, ayaklanma ve isyan provaları yapılıyor...
Gündemde bir başka ünlü örgüt daha var; Ergenekon...
Örgütün kasası olduğu öne sürülen kişi, hapiste ihmal yüzünden ölüyor... Liderlerinden olduğu söylenen bir emekli general, ölümcül derecede hastalanıyor. Bir başka general hasta olduğu halde hastaneye gitmesine izin verilmiyor...
Ülkede ne bir ses ne bir nefes... Bir e-mail kampanyası bile açılmıyor. Avukat Birol soruyor:
- İddia edildiği gibi kaos ve darbeye uygun ortam yaratmak isteyen bir terör örgütü var olsaydı, bundan iyi karışıklık çıkarma fırsatı mı olurdu?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Soruşturma dersi verdi
İbrahim Şahin’in 1978 yılında göreve başladığı Nevşehir’den başlayarak, yıl yıl, nerede kimle görüştüğünü, kimden ne alıp, kime ne verdiğini, madde made sıralayan Enis Berberoğlu, soruştumayı yürütenlere şöyle seslendi: “Agarta’dan miras bin yıllık örgütten söz ediyorsanız... Bir zahmet herhangi bir Ergenekon zanlısının tek sayfa ilişki coğrafyasını çıkarsanız ya! Kim kiminle kaç yıldır tanışıyor, çalışıyor, otomobilini kullanıyor, evinde kalıyor, para yardımı alıyor, adam kaçırıyor falan... Ama Susurluk kara deliğinin arkasına sığınıp muhalif isimlere göz dağı vermek daha kolay ve işe yarıyor değil mi?”
++++++
GÜNÜN SORUSU
“Gölbaşı’ndaki aramada toprak altında saklanan silahlar arasında bombalar da çıktı. Benim merak ettiğim şu; bomba ve benzer patlayıcılar, sert kepçe darbesi yerse patlamaz mı? O bombaların patlamayacağına nasıl bu kadar emin olabildiler?
* Tolga Akıncı
++++++
Komşuda deşer, millete de düşer
İster misin, Atatürk evini kazalım, Türkeş’in mezarını kazalım filan derken, AKP’nin bahçesinde hocanın buhar ettiği “kayıp trilyonu” bulsunlar...
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Kazılarda çok ‘soru’ bulundu
Yenişafak’ın çift kimlikli yazarının komplocu kimliği, günlerdir Ümraniye soruşturması’nın İtalya’daki Gladio’nun çözülmesiyle paralel ilerlediğini yazıyor... Arslan Bulut birkaç gün önce “Peki ya tasfiyeyi yapan Gladio ise?..” diye sormuştu. Dün de İlhan Selçuk, sürecin İtalya ve benzerlerindeki Gladio tasfiyesine benzemediğini söyleyerek şu soruları ekledi: “Türkiye’deki Gladyo’nun ya da Ergenekon’un veya Kontrgerilla’nın tasfiyesi mi söz konusu?.. ”Ilımlı İslamcı polis devleti “ ne çeviriyor?..
Yeraltı kazılarında ortaya çıkarılan cephanelikler Şahin’in mi marifeti, NATO’nun mu mirası, yoksa işin içinde bir başka numara mı var?.. ”
++++++
MİNİ YORUM
Polat, bağlama virtüözü mü?
TRT’nin önceki haftalarda “semptaik PKK’lı Muro” karakterini (o bir rol tabii ama program boyunca diyaloglar Muro üzerinden yürüdüğü için böyle dedim) jüri koltuğuna oturttuğu Sen Tükülerini Söyle yarışmasının finalinde jüri koltuğuna Polat Alemdar karakterini canlandıran Necati Şaşmaz oturtulmuş. Ben ‘sindirilmiş bir gazeteci’ olarak haşmetli yöneticilerin gözüne batmayayım diyoum ama, TRT izleyicileri sağolsunlar fahri Medya Polemik müfettişi gibiler. Dakika dakika geliyor yayın raporları. Şimdi konuşsam suç, sussam gönül razı değil. Belki Necati Bey, aslında bir bağlama virtüözüdür de biz bilmiyoruzdur. Ne diyeyim.