Kameraya yakın vahşet!..
"Dünya Kadınlar Günü" nedeniyle, 8 Mart 2019 günü bu köşede şu satırlar da vardı;
"Doğu ve Güneydoğu'da, içinde 'kadın' olan olaylarda öylesine utandırıcı barbarlıklar yaşanıyordu ki, 'insan'lık, erkek-kadın ikileminde baskıcılığı ve ikiyüzlülüğü en çarpıcı biçimde dışa vuran cinayetlere isyan ediyordu..."
"Doğu'dan Batı'ya göç eden barbarlık" başlıklı o yazıda, 1998 yılında yayımlanan "Töre Kıskacında Kadın" adlı kitabımdaki, "töre" kurbanı kadınların vahşeti andıran öykülerine yer vermiştim...
Türkiye'nin bugünlerde tartıştığı Emine Bulut cinayetinden daha da barbarca işlenen cinayetlerin kurbanları, savunmasız küçücük kızlardı...
Örneğin; 15 yaşındaki Sevda Gök, Urfa'da "pastaneye gitti"ği gerekçesiyle yakınları tarafından Süleymaniye Mahallesi meydanında boğazı kesilerek katledilmişti...
Birkaç yakını kurbanın kollarından tutmuş, bir diğeri de genç kızın boğazını keserek katletmişti...
16 yaşındaki Hatice'nin dramı daha da ürkütücüydü...
"Sinemaya girdi"ği gerekçesiyle bir yakını tarafından Urfa'nın Asfaltyol Caddesi'nde boğazı kesilerek katledilen Hatice, adına "töre" denilen feodal barbarlığın kurbanlarından biri olarak kayıtlara geçmiş, ancak o cinayet de ne yazık ki bu günlerde yaşanan olayların zerresi kadar yankı uyandırmamıştı...
Peki ya Urfa'nın Kısas Köyü ile Harran'ın bir mezrasında "töre"ye direndikleri için traktörün altına atılarak parçalanan Rabia ile Şemse'nin yürek yakan öykülerine ne demeli?..
"Sevdiğine kaçtı"ğı için köy meydanında, üzerinden traktör geçirilerek katledilen Rabia'nın çığlıklarını kimse duymamış ve Güneydoğu'da artık sıradanlaşan feodal barbarlığın bir kurbanı olan genç kız da kimsesizler mezarlığında sonsuzluğa terk edilmişti...
Şemse ise Harran'da aile meclisi kararıyla traktörün altına atılarak ezilmiş, cinayeti işleyenler "traktörden düştü" şeklindeki komik bir savunma ile "töre" barbarlığının üzerini örtmek istemişti...
Adı bir radyonun istekler programında geçtiği için aile meclisi kararıyla katledilen 16 yaşındaki Hacer'in dramı ise hiç unutulmadı;
"Töre meclisi", tetikçi olarak Hacer'in 13 yaşındaki kardeşini görevlendirmiş, o da bir odaya atılarak hapsedilen ablasına domdom kurşunuyla ateş etmiş ve aşiretçiliğin kanlı bayrağını feodalitenin karanlık duvarlarına asmak zorunda bırakılmıştı...
Urfa'dan Kırıkkale'ye...
Şanlıurfa'da, 1994 - 1998 yılları arasında beş genç kız, "aile meclisi infazcıları"nın kurbanı olmuş, Türkiye, adına "töre cinayeti" denilen vahşetle tanışmıştı...
Ve diğer Güneydoğu illerinde de, 2010 yılına kadar Urfa'dakileri andıran barbarca infazlar yaşanmış, onlarca genç kız kurşunlara- bıçaklara hedef olmuş ya da Adıyaman'daki bir vakada olduğu gibi "canlı canlı toprağa" gömülerek katledilmişti...
"Töre Kıskacında Kadın", "Söyleyin Anama Ağlamasın" ve "Yağmur Bekleyen Kadınlar" adlı kitaplarımda öykülerine yer verdiğim kadınlar sosyal medyanın henüz bu kadar etkin olmadığı dönemde işlenen cinayetlerin kurbanlarıydı...
Medyanın da olayları yansıtmaktan çekindiği o dönemlerde, olay kameraya ne kadar uzaksa, o kadar önemsizdir şeklindeki bir medya zihniyeti Güneydoğu'yu kasıp kavuran töre olaylarının üzerine gitmemiş, vakaların İstanbul'da da artması üzerine töre cinayetlerine yönelik ceza uygulamalarında değişikliğe gidilmiş, ancak 2008'den bu yana 1500'den fazla kadının katledilmesi önlenememişti...
Evet; Güneydoğu'da artık adına "töre" denilen cinayetler pek gündeme gelmiyor!!!
Olaylar ya intihar adı altında örtbas ediliyor ya da başka yöntemlerle hasıraltı edilerek gündeme gelmesi engelleniyor...
Ancak konu metropoller ya da Batı'daki kentler olunca, toplumda kadına yönelik duyarlılık, şiddet olaylarıyla ilgili haberlerin hızla yayılmasına ve kamuoyunda infial yaratmasına yolaçıyor...
Barbarlığa neşter zamanı!..
İşte Kırıkkale'de, boşandığı eşi tarafından boğazı kesilerek katledilen Emine Bulut ve kızının olay anındaki kahredici çığlıkları, kadına yönelik şiddete karşı neler yapılması gerektiğini bir kez daha kamuoyunun gündemine getirdi...
Ne tuhaf değil mi; Urfa'da 1994- 1998 yılları arasında akrabaları tarafından boğazları kesilerek katledilen Sevda ve Hatice'nin öyküleri sosyal medyanın bu kadar etkin olmaması nedeniyle yeterince duyurulamadı, Kırıkkale'deki olay ise vahşetin cep telefonu ile görüntülenmesi nedeniyle Türkiye'nin gündemine oturdu...
Bu kapsamda, kadına yönelik şiddet üzerinden çok sayıda soru hafızalarda dönüp duruyor;
Urfa'da, 1994'ten itibaren kamuoyuna yansıyan töre cinayetlerinin üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen, Türkiye'de kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda etkili yasalar çıkartılamadı, olaylar azalacağına ne yazık ki zirve yaptı...
Bir başka gerçek daha var ki; Urfa'da kadınlar nasıl sokak ortasında boğazları kesilerek katledildiyse, işte Kırıkkale'deki olay da gösterdi ki, aradan geçen 25 yılda vahşetin boyutları değişmedi, bir kadın kafede, herkesin gözü önünde kolaylıkla öldürülebildi...
Ve en önemlisi de, insanlık denilen olgunun nasıl çöpe atıldığını gözler önüne serdi Emine Bulut cinayeti;
Güneydoğu'da, kadınların kurtarılması için nasıl kimse kılını kıpırdatmadıysa, 25 yıl sonra Kırıkkale'deki vahşet de gösterdi ki insanlar, "bana değmeyen yılan bin yaşasın" zihniyetinden kurtulamadı...
Velhasıl; yıllar önce medyaya uzak olduğu için gündeme gelmeyen cinayetlerden, cep telefonunun sosyal medyaya taşeronluk yaptığı vahşetlere geldi Türkiye...
Asıl önemlisi de şudur; yıllar önce aşiret barbarlıkları gündeme gelirken, "töre saikiyle işlenen cinayetler"de ceza indiriminin kaldırılmasından bu yana, kadına yönelik şiddette karşı etkili bir "yasa" çıkartılamadı...
Evet; kadına yönelik şiddete verilen cezalar acilen ağırlaştırılmalı... Aksine Doğu'dan Batı'ya göç eden barbarlık, vahşi eylemlerinden geri durmayacak...