Kalpaklı kim?
Yarım asırdan bu yana aykırı fikirlerin adamı... Türkiye’nin kaotik dönemlerinde hep başı belada... Adliyelerde, mahpuslarda, meydanlarda... O’nun için her şey diyebilirler, fikirlerine katılmayanlar da vardır. Ancak ilmine, araştırmalarına fikri namusuna söz söyleyeceğin de alnını karışlamak lazım. O’nu uzaktan tanımaya başladığım 70’li yılların sonu 80 ve 90’larda düşüncelerini tasvip etmesem de bilimsel yaklaşımı, çalışma disiplini ve üretimine gıpta ederdim. Gerçek anlamda bir savaşçı, gazi olduğunu öğrendiğimde saygım katmerlendi. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın asteğmen rütbesindeki bu aydının aslında adı barış ile bütünleşmişti. Yıllar sonra birkaç televizyon kanalında, çeşitli tartışma programlarında karşılaştık. Asgari müştereklerimiz giderek artıyordu. Şimdi kapanmış olan Avrasya Televizyonu’nda aynı ekranı paylaştık. Nuriye Atabay’ın programında “Al sana bomba!” diyerek masadan aşağı fırlattığı kitaplarla gündeme oturdu. Yıllar sonra basılmamış kitabın faşizan anlayıştaki iktidarların için “bomba” anlamı taşıdığını herkesten önce ilan edebilmişti.
Yedi düvelin sömürgesine karşı sembol olmuş “kalpak” , Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet ile beraber sorgulanır, yargılanır olmuşken O’nun Kafkas kökenleriyle başına yakışmıştı. Boynundan omzuna uzattığı kırmızı renkli kaşkolu kimilerine “kızıl”ı çağrıştırsa da bizim gönlümüzde bayrağımızın alıydı. O’nun alı, mücadele azmi ile beyazım oldu. Her devrin “potansiyel sanığı idi” kendi deyimi ile. “Kambersiz düğün olmaz” dedi Ergenekon’dan tutuklandığında. Silivri duruşmalarının ilk günlerinde sanıkların bazıları ile avukatları halen “hukuk” var sanırken o yargı heyetine tarihi hatırlattı. Odatv’nin susturulmasından tutuklandığında da “Bu Şık, Şener davası değil. Savcılar sıra size de gelecek” dediğinde şov yaptığını sandılar. Şık ile Şener’in figür olduğu, aslının Türk aydınlarının susturulma kumpası olduğu da ortaya çıktı. Silivri’de duruşmaları takip edebilme cesareti gösteren yazar neredeyse yoktu. Durumdan vazife çıkarıp gittiğim her duruşmada ısrarla O’nunla göz göze gelmeye gayret ettim. Her fırsatta yapabileceğim bir şeyin olup olmadığı soruma “tarihe tanıklık etmen yeterli!” cevabını verdiğindeki anlamın derinliğini halen çözebilmiş değilim. Birbirine asla benzemeyen tutukluların aslında asrın davasında siyasi tutuklu olduğunu hatırlatarak “nasıl yatılacağını” da Hoca’nın öğrettiğini dışarı çıkınca sevgili dostum Mustafa Dönmez’den öğrendim. O, Dönmez ki... Zir Vadisi kumpasıyla infaz edilmiş, mücadeleyi içeride sürdürüp, kumpasın izini sürerek arama kayıtlarındaki görüntülerin montajsız, orijinal halini sevgili oğlu Alp aracılığıyla resmen rüşvet ile ele geçirmişti. Bir nüshası bende saklı kayıtta kumpasçılar “Nasıl kazık attık” diyorlardı. Alp’in peşine düştü katiller, O’nu Bakü’de yakalayıp trafik kazası süsü ile resmen öldürdüler. Dönmez, oğlunun genç bedenini toprağa verdiğinde Köy Enstitüsü mezunu merhum babası yerine Hoca’yı koydu. Tahliyesinden sonra da dostluğumuza binaen bizi bir araya getirdi. Sevgili Nihat Genç, memleketin en uzun süre hapsini yatan Hikmet Çiçek ile beraber defalarca dost sofrasında oturdu. Sadece konuşan değil, dinleyip yorum yapan, ideolojik doğmalar yerine insan olmanın daha önemli olduğunu hatırlatan Hoca’dan yarım yüzyıl sonra neler öğrendiğimi bir bilseniz? Yaşı 80’i aşan Hoca, fikir namusu adına yollara düşmüş. Foça Cezaevi’ne gidip yarım kalmış tartışmaları gündeme getiriyor. Oğlu Ömer yerine koyduğu Mustafa ile “Yavuz’a birlik ve Dostluk’la Yeni Türkiye’de” diye yazdığı imzalı son kitabı “Çıkış” ile her şeyi ama söylenecek sözü, beyan edilecek fikri olan herkesi tartışma ortamına çağırıyor. Türkiye’de Kürtçülük yapmaya kalkışan zekâ özürlüleri bilim ve tarih ışığında Sevr’i tartışmaya davet ediyor. Türkiye’de Kürtçülük akımlarının Ermeni iddialarından kaynaklandığına, Sevr ve sömürgecilerin de gözünde Kürt’ün adının bulunmadığı gibi tamamen Ermeni davası olduğuna vurgu yapıyor.
Türk-Rus harplerinden olağanüstü örnekler veriyor Hoca... Adında akademisyen titri olanlar bile bu tartışmaların içinde fikir beyan etmeye cesaret edemez. Biz Gaspırıla İsmail Bey’i... Sadri Mahsudi Arsal’ı Neriman Nerimanov’u, Samed Ağaoğlu’nu halen Türk sosyalistlerinin açıkça konuşmaktan tırstığı Sultan Galiyev’i, Troçki’yi, Stalin’i ve hatta Lenin ile Mao’yu, Hu Mos Kin’i tartıştık. Sabahattin Ali’yi, Nazım Hikmet’i, Hikmet Kıvılcımlı ve Doğu Perinçek’i tartıştık O’nunla. Vatansız solcuların enternasyonalizm adına düştüğü örümcek ağlarını tespit ettik. Uluslararası mafyatik vakıflardan solculuk adına sola ihanet eden faaliyetlerini değerlendirdik. Yalçın Küçük, kitabı “Çıkış”ta CHP’yi de ele almış. Eski genel başkan Deniz Baykal’ın günah galerisini açmakla da iyi etmiş. Hiç kimse masum değil... Deniz Baykal’ın süreçte yaptığı yanlışları, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün, dolayısı ile sömürgecilerin düşürdüğü tezgahta inisiyatif alamayışının tanığıyız.
Yalçın Hoca “Çıkış” için “Ansiklopedi 1” adını vermiş. Haklı da. Her biri gerçekten ansiklopedi değerinde bir kitap. Yalçın Hoca’nın, “Çok zayıf çıktılar... Güçlü çıkan Cumhuriyettir... Yobazlar da, Kürtler de kaybettiler... Çıkış için çıkıyoruz” , sözlerini önemsiyorum. Tekin Yayınları’ndan çıkan “Çıkış”ı kutluyorum.