Kalıtımsal cehalet teorisi
Mustafa Akyol, babası Taha Akyol’un iktidar açılımına mı yoksa Angilikan kökenli “Akıllı Tasarım”ın gizli yaratıcısına mı hizmet ediyor?
Taktikleri bu demek ki; eski milliyetçi, yeni “ideoloji yoktur, iktidar vardır”cı baba zemini hazırlıyor, oğlu “altın vuruş”u yapıyor.
Taha Akyol’un meseleyi “Seksen yıldır çözülememiş bir kimlik sorunu”na indirgeyen/dönüştüren yazısına cevabımızın mürekkebi kurumadan bu sefer oğul Akyol devreye girdi: “Atatürk Milliyetçiliği bitmiştir! Milli Mücadelede “Türk ve Kürt kardeşliği” temasını dilinden düşürmeyen Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyeti kurar kurmaz bunu terk etmiş, Kürtler isyan etmiştir.”
İstediğin kadar Boğaziçi’lerde oku, “Kürt Sorununun Kökeni” üzerine tez hazırla, hatta bu işin kitabını yaz... Yazıların The Washington Post, The Wall Street Journal, Herald Tribune’lerde yayınlansın... Oku, gez, gör. Aşırı bilgi yüklemesinin yaratabileceği kirliliği damıtacak, içinden ‘lekesiz’leri çekip çıkacarak, o imbiğine sahip değilsen, düşünce deryan ancak ‘başka kanallar’dan sızan artık fikirlere yol verecek kadar sığ ise; cehaletin en fenası tahsille olan değil midir?
Amerikan tedrisatından geçmiş olanlar için daha makbul olabilecek birkaç teyid cümlesi aktarayım. Colombia, Tufts, Harvard üniversitelerinde çalışmış Prof. Dr. Firoz Ahmed’in dünkü Akşam’da “Şeyh Said isyanı ile birlikte ayaklanmalar başladı. Bunlar milliyetçi ayaklanmalardı deniyor. Oysa değillerdi. Aşiret ayaklanmalarıydı” diyordu.
Atatürk, Akyol’un iddia ettiği gibi asimilasyon politikası izleseydi fikirlerinin babası olarak ‘kültürel milliyetçilik’ tezini benimseyen Ziya Gökalp’i seçmez, tıpkı Hitler gibi, bir ırkçının, mesela Arthur de Gobineau’nun takipçisi olurdu. O, Osmanlı aydınların kolaylıkla “diğer milletlerin avı” yapan ve Akyol’un da ‘başarılan tek şey’ diyerek sahip çıktığı “İslam üzerinden entegrasyon” yani “ümmetçilik”e karşı, ırk, din ve etnik köken ayrımını reddeden bir anlayışı benimsedi. Kürtler unutulmuş olsaydı, 1924 Anayasası’nda “Türk ahalisine, din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denir” tanımına yer verilir miydi?
Kurtuluş Savaşı, “vaadle” yola çıkılamayacak kadar zor şartlar altında yapılmıştır. Yaşadığı toprağın vatanı olduğuna ‘inanmayan’ hiç kimsenin ‘ölüm emrine’ koşarak gitmeyeceği kadar zor!
“Özerklik sözünü tutmadı” iddiasını da ısıtan Akyol TBMM Gizli Celse Zabıtları’na göz atsın. 9 Şubat 1922 ile 11 Şubat 1922 arasında, “gizli özerklik kanunun çıkarıldığı bir hayalet oturum” bulabilecek mi?
Akyol’un da temsilcisi olduğu, kimilerince yeni bir din(!) sayılan ve kurucusu Anglikan bir din adamı olan “Akıllı tasarım teorisi”ne göre “her biri temel işleve katkıda bulunan, etkileşim halinde olan, iyi eşleşmiş çeşitli parçalardan oluşan ve bu parçalardan herhangi birinin çıkarılmasıyla işlevini gerçekleştiremez hale gelecek tek bir sistemi”n parçalarıyız. Sistemin, “adı özenle saklanan” bir tasarlayıcısı var. Akyol “Kürt açılımı”nı da “akıllı bir tasarım” görüyorsa,karşısındaki “milli direnç cephesi”nin içinden, bir nüveyi, mesela “inancı” çekip işlevini gerçekleştiremez hale getirmeyi planlıyor olabilir mi?
Son tahlilde Atatürk günü kurtarmaya dönük, devrinin “popüler siyasi anlayışlarına göre bir yol” tutturmuş olsaydı;
1. Devrin tavrını sergiler ve işgalcilerin etek öpücüsü olurdu... 2. Bugün Gençliğe Hitabe’yi okuyup başımızı duvarlara vurmazdık...
++++++
Liberaller köşe bucak
Geçenlerde Taraf yazarı Roni Marguilles’in kafasından aşağı ÖDP’liler yeşil boya döktü. Dedikodulara göre Ahmet Altan, yardımcısı Yasemin Çongar’a bu olay üzerine ‘Aman sen de bu aralar pek dışarılarda görünme Yaso’ diye uyarıda bulunmuş. Çünkü insanların kendilerine tepki duyduklarının farkında.
Liberaller, hükümet destekçileri yandaş yayın organlarında ne kadar yer alırlarsa alsın bu insanların gözünde üç kuruşluk itibarları yoktur. O yüzden yemekte kafalarından aşağı yeşil boya dökülür... Yer yer yuhalanırlar, mekanlardan kovulurlar, tepki toplarlar...
Eğer İstanbul’da sık gezen biriyseniz, eskiden Beyaz Türk mekanlarında boy gösteren pek çok liberal ismin giderek gözden kaybolduğunu, eve kapandığını, daha az gezdiğini, insanların içine daha nadir çıktığını da gözlemleyebilirsiniz...
* Oray Eğin / Akşam
++++++
Barış istiyorsanız hainleri temizleyin
Nedense şu sıralarda Güneydoğu’ya gidip oğlunun ve kızının PKK’ya asker olarak gitmesini önleyememiş annelerle konuşan ya da kocası Diyarbakır hapishanesinde işkence görmüş (bu aşağılık işkenceleri savunmamız ve onaylamamız mümkün değil) insanlarla söyleşi yapan çok sayıda hanım ve erkek gazeteci, “PKK silah bıraksın mı, bundan yana mısınız?” sorusunu sormuyorlar.
İnce ruhlu, asil duygulu, sevgi yüklü şarkıcılar, türkücüler, artistler, romancılar, demokratlar, kayıtsız şartsız AB yandaşları, sorgusuz-sualsiz ABD destekçileri, yüksek insanlık değerlerini savunanlar, AKP yandaşı İslamcı yazarlar, eski cuntacı solcular, eski TKP artıkları, bir kadın memesine vatanı satarım diyebilecek kadar üstün meme sevgisi kalibresine geçmiş gazete başyazarları, Kandil söyleşi yazıcıları, “Kan dursun, analar ağlamasın, barış gelsin” diyorlar fakat “Önce PKK silahı bıraksın, çünkü kanın akmasını ilk başlatan odur...” demiyorlar.
PKK’yı koruyorlar diyemem. Ama gözetiyorlar diyebilirim.
PKK için sanki bahçeden erik çalmaya yeltenmiş “haylaz çocuk” bağışlayıcılığına giriyorlar fakat Türkiye’nin ordusuna ise “bilgisiz-kötü yönetilen- işkenceci-hukuk tanımaz-darbe planlayan-eğitim sırasında erlerin eline pimi çekilmiş el bombası veren psikopat subayların doldurduğu ve kendi döşediği mayına basan beceriksiz silahlı kuvvetler” olarak göstermek için her fırsatı değerlendiriyorlar.
Haini bol ülkeyiz. Barış istiyorsanız. Hainleri temizleyin!
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Çark etme havası
İşler sarpa sarınca, akıldanelerde, düşkırıklığı ile karışık çark etme havası egemen oldu. Özetle diyorlar ki:
“Kürt açılımı AKP’nin tek başına üstleneceği bir proje değildi. İstihbarat teşkilatı ve asker dahil, devlet bürokrasisi bu projeyi AKP’nin gerçekleştirebileceğini öngörüyordu. Yani, AKP açılımı kendisi gündeme getirmedi, üstlenmeye itildi. Projeyi yürütmede de AKP yöntem hataları yaptı ve bugüne gelindi.”
Oysa, baştan beri inanmamızı istiyorlardı ki; açılım, AKP’nindi ve baştan aşağı sivildi.
Bize ne! Türkiye’yi “vesayetçi anlayış” tan kurtardığını sananlar, onlara kananlar ve ağa düşen sazanlar düşünsün.
* Işık Kansu / Cumhuriyet
++++++
Profesyonel katilleri önerdi
Türkiye’nin her yanından insanların kimbilir kaç zaman sonra ilk defa göğüslerini kabartan, gözlerini dolduran ortak bir payda bulabildiği...
O ortak paydaya dört elle, sımsıkı, gurur ve hasretle sarıldığı...
Sarıldığı üniformada kaybettiği bir evladın kokusunu duyup içinin burkulduğu günün ertesinde; o muazzam güven tablosunu “şov”a benzetmek Taraf’a yakışırdı. Kendisine yakışanı yaptı.
Güçlü orduların devletleri, “insani gelişmişlik endeksi”nde yükseltmediğini yazarken, Türkiye’nin başına musallat edilen terör belasıyla mücadele halinde olduğunu, sınırları yeniden çizilen bir coğrafyanın kilit noktasında yer aldığını yok sayarak “vicdani gelişmişlik endeksi”nde dibe battığını ‘yine’ kanıtladı.
Orduyla milletin elele verişini hazmedemediği her cümlesinden belli olan Önder Aytaç, önce Türk ordusunun “savlanan ETÖ gibi (sözde) ulusalcı organize suç örgütlerinin üyesi olmak ve devlet kesesinden millete kan kusturmak ile ‘gerçek vatansever’ olmak arasındaki farkı” kavrayamamış olduğu imasında bulundu, arkasından da TSK’nın “Türk milletinin bağrından çıktığı” tezini anlamsız bir hamaset olduğunu yazdı. Oysa, o satırların yazıldığı, okunduğu, vicdanlarda arşivlendiği dakikalarda bile, hepimizin ailesinin bir kaç üyesi o kuruma mensup olarak belki Gabar’da, belki Cudi’de, belki Eğirdir’de, belki Ege’de bir sahil kasabasında, ama nöbetteydi!
Türkiye Cumhuriyeti’nde Bakan Danışmanlığı, Polis Akademisi eğitmenliği gibi nispeten üst düzey görevlerde bulunan birinin “ABD tipi” ordu önermesinden irkildim.
Askerden henüz gelmiş kardeşimi düşündüm. “Irak’ta kelle başı çalışan “Blackwater”lardan biri” veya “Vietnam’da sivillere işkence yapan Tiger Force nişancısı” olmaya da davul zurna ile uğurlayabilir miydim acaba?
Bu arada onca isme, laf dolandırmaya gerek yoktu....
Aytaç, Genelkurmay Başkanı’na, ‘doktrinini’ Tarhan Erdem, Cengiz Çandar, Gülay Göktürk, Şahin Alpay okuyarak oluşturmasını önermek yerine direk “Seni Karen Fogg şekeri olmaya davet ediyorum” da diyebilirdi... Mesajı daha net ve anlaşılır olurdu!
++++++
Tespit doğru örnek yanlış
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kinini sergilemek için 30 Ağustos tarihini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun müjdecisi sayılan Büyük Taarruz Zaferi’nin 87. yıldönümü kutlamalarını fırsat sayan Taraf, bazı orduların güçlerini “gösteri”ye borçlu oldukları konusunda haklı. Ama örneklemede fahiş bir hata yapmış. Kendinden hem sayı, hem de teçhizat olarak çok daha güçlü durumdaki orduları, inanmış bir milletin desteği ve askeri deha ile yenen Türk ordusun yerine, çaresiz sivillere yaptıkları işkence görüntülerini kaydedip hayvani güdülerini tatmin eden Amerikan ordusunu koymalıydı...
Irak’taki ABD askerleri işkence ve katliamı, hastalıklı bir gösteriye dönüştürmedi mi?
++++++
MİNİ YORUM
İçimiz soğumuyor
Zafer Bayramı dolayısıyla sizlerden gelen mesajları okudum uzun uzun. Ortak noktası “İçimiz soğumuyor”du. Kiminde ihanetin, kiminde hakaretin karşılıksız kaldığına dair inancınız hakimdi. Kiminin ise, özenle trafiğe açılan mayınlı bölgeye basmak üzere olduğunu gördüm. Türk bayrağını kapımızda, camımızda, arabamızda, sokağımızda dalgalandırarak soğutalım içimizi. “Cezalandırmak” ise istediğiniz, meşru ve haklı tepkinizden vazgeçmeyin. Bizi bayraksız bırakmak isteyenlere bundan güzel ıstırap olur mu?