Kalem sahipleri ve Lefter...
“Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: Kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok. Kalem sahiplerine düşen ilk vazife: Telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı zaferi, başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe malolur, yani ebediyete...” Cemil Meriç
Eli kalem tutan biri olarak yazdıklarımızın tamamının doğru olduğunu iddia etmek mümkün değil. “Telaş” ile karaladıklarımızın yanlışlığını farkettiğimizde özür dileyip, düzeltme yapma erdemini göstermeye gayret ederim. Futbolun “ordinaryüsü” Lefter’in ölümüne üzüldüm. Lefter, sadece Fenerbahçeli değil, Milli Takımımızın da kaptanıydı. Ankara’daki gazetecilerin “Baba”sı Ünal Amca’dan yıllar önce Lefter’i dinlemiştim. Bu arada Can Dündar’ın 15 Ocak’ta “Lefter teybi kapattırdı ve ‘Bunları yazma’ dedi” başlıklı yazısını okudum. Doğrusu Can, Nebil Özgentürk’ten aktarmış. Arkadaşına olan güveni yüzünden bunu ikinci, üçüncü şahıslara doğrulatma ihtiyacı hissetmemiş. Dündar’ın yazısında: 6-7 Eylül 1955 tarihinde Büyükada’da çapulcuların Lefter’in evini basıp, taşlayarak “Vurun şu gâvura” diye bağırdıklarını, Lefter’in elinde silah ile sabaha kadar kapıda beklediğini ve günlerce ağladığını yazmış. Oysa Ünal Baba bana çok farklı anlatmıştı. Üşenmedim araştırdım. 1955’de Adalar’da böylesi bir olayın cereyan etmediğini Büyükada’nın yaşlılarından öğrendim. Ünal Amca’ya yeniden sordum. “aykirihaber.net” sitesindeki yazısını okumamı söyledi. Baba’nın bu sitede ilgi çekici yazıları vardır. “Lefter Abi ile top oynadım” başlıklı yazısında bakın olayın gerçeğini nasıl yazıyor:
Yıl 1955, yer Heybeliada. Çam Limanı’nda günümüzün halı sahalarından iki boy büyük bir saha var. Yaz aylarında, o dönemde hemen hemen bütün futbolcular semtlerinin federe olmayan takımlarında top oynarlardı. Lefter efsanesi ile tanışma olanağını orada buldum. Arada sırada takım arkadaşları, Galatasaraylı topçular, Vefa, Beykoz gibi takımlarda oynayanlar önce Büyükada’ya gelir orada ’Ordinaryüs’ tarafından ağırlanır, ardından da bir balıkçı motoruyla Çamlimanı’na gelirlerdi. Ben Deniz Makine Sınıf Okulu’nda eğitim gören bir astsubay onbaşıydım. Günler öncesinde haber alır, futbol malzemelerimizle Çamlimanı’ndaki sahada beklerdik. Takımlarda eksik olursa bize de onların arasında top oynama fırsatı düşerdi. 17 yaşında genç bir çocuktum. Lefter ağabey beni tanıyordu. Beni takımına alır, “Çocuk kaleye geç” derdi.
Tarih 6 Eylül 1955. Saat 20.00 hava yeni kararmış. İstanbul’da Rumlara yönelik olaylar olduğunu işittik. Hakir Cengiz, Necdet, Büyükdereli Yılmaz fişeklikleri, palaskalarımızı kuşandık. Birer tane de Kırıkkale tüfek aldık. Çamlimanı’ndan İstelyo Reis’in motoruyla Büyükada’ya çıktık. Saat dokuz buçuk, on arası... Doğru Lefter Ağabey’in evine. Kapıyı çaldık, yalın ayak, üstünde bir fanila, altında bir eşofman altı. Bizi görünce şaşırdı, “Çocuk hayırdır, ne var” dedi. Biz makamı iftiharla “İstanbul’da olaylar var seni korumaya geldik” deyince işgüzarlığımız karşısında şaşırdı. “Evladım ben Türk Milli Takımı’nın kaptanıyım. Bana kim, ne yapmaya cesaret edebilir” dedi. Bir yandan da onun ülkesine ve insanlarına güven ve sevgisini görmek bizi şaşırttı. Her gece saat onda tumba yatak deyip yatan Lefter ağabey, bizimle sabaha kadar oturdu ve 05.45 vapuruna bizi kendi eliyle bindirdi. Lefter ağabey takımının kamplarına katılmaz, maç saatinden dört saat önce Ada’dan bir vapura biner, yaz aylarında vapurun kıç üstünde, lüks mevki denilen yerde çayını yudumlardı. Çevresi insan dolardı. Bana Diyarbakır’da 42 ay askerlik yaptığını anlattı. O dönem Diyarbakır’da kolordu komutanlığı yapan zat, yanlış hatırlamıyorsam Diyarbakır’ın Ay Spor takımında lisans çıkarmasına ve oynamasına izin vermiş. Gerekçe Lefter efsanesinin yöre halkına futbolu, askeri ve vatandaşı sevdirmesiymiş. Güle güle Lefter ağabey. Işıklar içinde yat, adam gibi adamdın.
***
Hangisi doğru diye sormanın anlamı yok. Can Dündar her beşer gibi yanılmış. Umarım Nebil Özgentürk de buna bir açıklama getirir. Sonuç olarak Cemil Meriç’in ifadesiyle kalem sahiplerine düşen ilk vazifeyi yani “Telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak” tavsiyesini hatırlatmakta fayda var.