Kahraman eşkıyalar(!)
Son günlerde politikacılarımızın (*) dillerinden düşürmedikleri bir ifade var; “eşkıya”, “eşkıyalık”...
Önce klasik anlamını hatırlatalım eşkıyanın, eşkıyalığın...
Zorla ve hile ile başkasının hakkını-hukukunu gasp eden, yasa ve kural tanımayan kişi ya da kişiler için kullanılan bir ifade... Yaptıkları bu işe de “eşkıyalık”, “zorbalık” denilmekte...
Bu tip eşkıyaların elinde her türlü silahın bulunması doğal... Çevresinde kendisine hizmet eden bir de güruhları vardır...
Bizim kuşaktan olanlar hatırlarlar; bir zamanlar Güneydoğu Anadolu’da adı şanı olan “Koççero” ve “Hamido” lakaplarıyla bilinen kişiler ve benzeri, dağda gezen, eşkıyalar vardı...
Koççeroların, Hamidoların bir özelliği ise; fukara insanlara dokunmamaktı...
Hedeflerinde varlıklı ağalar, zulüm yapan feodal güçler vardı...
Bu nedenle bazen bu klasik eşkıyalar, “halk kahramanı” olarak da anılırdı...
***
Bu kısa hatırlatmadan sonra çağımızın “eşkıya” tiplerine bir bakalım; nasılmış eşkıyalık, kimler yaparmış bu işi!?
Artık dağda gezen, fukaranın hak ve hukukunu gözeten Koççero ve Hamido tipi eşkıyalar yok; olanlar da evrensel destekli, ideolojik örgütlerdir; onlar bu yazının konusu değil; konsept farklıdır “Koççero”, “Hamido” eşkıya tipine...
Evet, “Koççero”, “Hamido” yerine, şimdilerde kravatlı, papyonlu, kentli eşkıyalar var... Lüks otellerde, konutlarda yaşarlar... Devletin çeşitli kademelerini bile işgal edebilirler...
Bunlar, modern eşkıyadırlar...
Bu tip eşkıyaları, bazı özelliklerini belirterek tanımaya çalışalım. Örneğin, modern eşkıyalar;
* Kanunu, “kanunsuzluk” aracı olarak kullanırlar...
* Gaspı ve soygunu kanunların zayıf yanlarını kullanarak yaparlar...
* Hem kanun yaparlar hem de kanunsuzluklarla “gasp” yaparlar...
* Kanunları kendi menfaatlerine göre yorumlar ve düzenlerler...
* Milletin ekonomik kurumlarını, “ö....me” ambalajıyla yandaşlarına, yakınlarına “peş-keş” çekerler...
* Milletin mal ve mülklerini, “babalarının malı” gibi kullanırlar...
* Her düzeydeki devlet kadrolarını işgal ederler...
* Kendine “biat” etmeyenlere hayat hakkı tanımazlar... Muteber olan ehliyet, liyakat, yetkinlik, marifet değil, “biat” edenlere itibar edilir...
* “Biat” etmeyenleri sindirmek için her türlü hileyi, yasa dışı yöntemi kullanarak sustururlar...
* Karşı fikir beyan eden olursa, onlara bir “kulp” takıp sustururlar...
* “Laf ebeliği”ni sanat edinmiş vitrin baykuşları her fırsatta yalan, kandırmaca merkezli nutuklarla insanın duygularını “gasp” ederler...
* Fukaralık edebiyatı yapıp deveyi amuduyla yutarlar...
* Din ticaretiyle vatandaşın servetini, oyunu gasp ederler...
* Rakip gördükleri kişileri ve kurumların aleyhinde sürekli menfi propaganda yaparlar...
* Yalanı gerçek, yanlışı doğru, karayı beyaz, yokluğu varlık, hileyi dürüstlük, kanunsuzluğu kanun gibi göstermede üstün marifetleri vardır bu modern eşkıyaların... Böylece laf eşkıyalığı yaparlar...
* Özetle; menfaat için, ikbal için, mevki için her türlü yolsuzluğu, hileyi mubah sayarlar...
İşte bunlar modern eşkıyalardır, yaptıkları iş de modern eşkıyalıktır...
Kravatlı, papyonlu eşkıyalar...
Koççerolar, Hamidolar bunların yanında yedi kez Zemzem’le yıkanmış sayılırdı...
Bakın etrafınıza bu modern eşkıyalardan çokça görürsünüz...
Meydanlarda...
Ekranlarda...
Yanı başınızda...
Sokakta...
Her yerde...
(*) Latince karşılığı, poly(i)=çok; tic(k)=yüz, mimik; Türkçesiyle; “çok yüzlü, çok yüzlülük” anlamında kullanılır). 31.1.2011.
Prof. Dr. Ramazan Demir
+++
Şartlar zorladığında
direnmek hakkımızdır
Direnmek, karşı durmaktır!.. Varlığını duyurmaktır!.. Pankart açmaktır!..Islıklamaktır!.. İşkenceyi göze almaktır!.. Buzlu havuzlarda kol-kola, yumruğunu havada tutabilmektir!..Alınterine bulaşan ekmeğini kutsal bilip korumaktır!..
İnançtır direnmek!.. Haklılığın bilincini ortaya koymaktır. Silaha sarılmak değildir!...Gerektiğinde silaha bile karşı durmaktır!..Direnmek isyan değildir!.
Baskıya başkaldırmaktır!, hak istemektir! Sokak sokak yürümektir, karanlığa mum dikmektir, haksızlığı, yolsuzluğu, aymazlığı, kanunsuzluğu haykırmaktır! Bilmeyeni bilgi sahibi yapmaktır! Uyuyanı uyandırmaktır! Direnmeyi eşkiyalık saymak, direnmenin gücünden korkuyor olmaktır! Halkın iktidarlarına giden yolun başlangıcıdır direnme. Tıpkı Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundaki Ulusal Mustafa Kemal Direnci gibi! Direnme, bir çağrıdır! Özellikle de yönetim erkini ellerinde tutanlara bir çağrı! Gençliğe Hitabe gibi, Bursa Nutku gibi! Daha çok demokrasi, daha eşitlikçi bir hukuk, daha çağdaş bir eğitim, daha insanca yaşam adına bir çağrı!
Çarpıtmadan,yandaş hukuk yaratmadan, art niyetin arkasına saklanmadan, ayrım yapmadan, ulusun temel değerlerini yıpratmadan, ezmeden, ezdirmeden! Yalansız, talansız ve riyasız bir yaşam için!
Alkış sesleri de, yuh sesleride, susmamak değil midir! Alkış, razı olmanın- memnuniyetin ifadesiyse, yuh sesleride razı olmamanın-karşı koymanın yankısıdır! Her ikiside biçilen ödül ve cezanın dışa vurumudur! Akış ve yuh seslerini böyle algılayamayan bir kişide demokrasi soksan durmaz! Birbaşkası için varolmanın bilincine ermektir direnme. Ciddiye alınma talebinin, en demokratik ifadesidir! Dayatmalara karşı kendiliğinden gelişen bir doğa kanunudur direnme! Şartlar oluştuğunda meşru bir haktır!..
Eğer bir toplumda, çoğunluk adına, çoğulculuk kurban ediliyorsa! Gidişatın ardı görünmüyorsa; saptırma ve kavram kargaşasıyla halk aldatılıyorsa, yanıltılıyorsa, uyutuluyorsa; doğru yolun gösterilmesinde, direnme bir hak olmaktan öte, bir görev olur!.. Hukuk üzerindeyse kurgulanan ard niyet, hukukçular direnir!
Gençlik üzerindeyse bu ard niyetli kurgu, gençlik direnir! Ordu üzerindeyse, ordu direnir!
Mehmet Halil Arık
+++
Ya anlarız ya da ağlarız
Devlete samimi bir şekilde vatandaşlık bağı ile bağlı olan milletimizin asli unsurlarını bile devletine düşman ederek azınlık olarak gösterme gayretleri planlı ve örgütlü şekilde devam ettiğini yaşayarak görmekteyiz.
Dışımızdaki dünya iç işlerimize müdahale için Kürtleri azınlık kabul edip haritalarını bile çizerken, biz bunlara göz kapayamayız. Cumhuriyetle kazanılan ulus ve vatandaşlık bilincinin tartışılmasının, bu ülkede yaşayan hiçbir kişiye faydası yoktur.
Bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün ”Ne mutlu Türk’üm diyene“ sözü kimseyi dilini, dinini, ırkını reddetmeye veya inkar etmeye zorlamaz. Bu söz, uluslaşma sürecinin; vatandaşlık bilincinin anahtarıdır.
Her gün barış,özgürlük,insan hakları laflarıyla sanki en gaddar ve barışı tehdit eden millet bizmişiz gibi uyutulmaktan kurtulup gözümüzü açarsak Türkiye’de yaşamanın ve güçlü Türkiye’yi kurmanın yolunu bulabiliriz. Tek çare, bütün milletin satılmamış, kimliğini unutmamış siyasi yelpazenin ister sağında ister solunda olsun birlikte hareket etmesidir.
Vural Gündüz
+++
Rahat bırakın
Son iki gündür bütün haber kanallarında asgari 45 dakika olmak üzere merhumenin vefatı, döne döne magazin basınına kurban ediliyor. Göğüsleri hain kurşunlarla paramparça olmuş hangi vatan evladı için bugüne kadar böyle duyarlı davranıldı? Hangisi çamurlu köy mezarlıklarında başuçlarına bir parça tahta yerine Zincirlikuyu’da önceden tahsisli yerlere yatırıldı. Türkiye’nin çok sevdiği Defne’yi rahat bırakın, sevenlerini daha fazla üzmeyin.
Göker Fırat
+++
Polis ve vatan borcu
Polis ,vatan borcu olan askerlik
görevini yapmayacakmış, ne dersin?
-Güçlü ordu, güçlü Türkiye yerine
-Güçlü polis ,güçlü polis devleti
diyeceğiz,desene
Gık diyenin vay haline...
Turan Kırılmazoğlu
+++
Dünya değil cumhuriyet
kenti istiyoruz
Yerel seçimlerde belediye başkan adaylarının birçoğu “Mersin’i bir dünya kenti yapacağım” sloganıyla sahneye çıkarlar. Cumhuriyetimiz yıkımı yaşarken
maalesef birçok ihanet niteliği taşıyan
faaliyetlerin ilk eylemleri şehrimizde uç vermiştir. Avrupa Birliğinin diplomatik casusu Karen Fogg ilk konferansını Mersin’de vermiştir. (1996)
Amerika’nın Adana konsolosu Nevruz bahane edilerek Cumhuriyet alanında halka alkışlattırıldı.(1996)
Misyonerlik faaliyetleri, güney Kore’nin Daglıs Gemisi elemanlarınca Mersin’de yürütüldü. (2003)
Liboşlar takımı 2. Cumhuriyet konferanslarını Mersin’de başlattılar. (1998)
ABD ve AB desteğiyle PKK’nın üst kadroları ilk bölücü konferanslarını Mersin’de verdiler. (1999)
Bayrak yakma provokasyonu ilk önce Mersin’in hanesine yazıldı. (2004)
Hizbullah’ın vahşi cinayetlerinden Mersin’in payına da büyük acılar düştü. (1997)
Avrupa Birliği; Mersin’de İlköğretim okullarında Mersin Sanayi ve Ticaret
Odası eliyle çocuklarımıza insan hakları safsatası adıyla batı hayranlığı şırınga edildi. (2009)
AKP Mersin’deki okulda, kız-erkek öğrenciler arasına 45 cm mesafe koymayı denedi. (2010)
Mersin’de yaşanan bu örnekleri
çoğaltmaya gerek yok. Fakat bu
olgular bile “düşman dayamış vatanının bağrına hançerini” söyleminin resmini vermektedir. Bu resim bize Mersin’in dünya kenti değil; ivedilikle Cumhuriyet kenti yapılması gerektiğini göstermektedir.
Süleyman Çelikcan
+++
Bilinç abidesi!
62 yaşındayım. 45 yıldır İstanbul’da yaşıyorum. TRT’de 30 ocak akşamı yayınlanan röportajınızda etkilendim. “En üzüntülü günümde dahi programıma çıkarım” dediniz, tebrik ederim. “Umreye gittiğinizi ballandıra ballandıra anlattınız, parası olmayanları gönderebileceğinizi söylediniz. Müslüman kişinin ibadeti gizli olmalı eşgare yapılanı makbul değildir, reklama girer. Umreye gönderdiğiniz kişilerden bahsetmemeniz gerekir! Sağ elinizin verdiğini sol elinizin bilmemesi gerekir.
Velhasıl Müslümanlık uygulanışı güzelse yüceleşir; yoksa kötülük yapmış olursunuz.
“Benim her şeyden haberim var, bilirim ben, Türkiye’de iyi şeyler yapılıyor” diyorsunuz. Türk askerinin başına çuval geçirildi, okul birincisi teğmen telefonuna eklenen kayıtlar yüzünden 30 aydır hapiste, teröristle mücadele ederken iki ayağını kaybeden askerimizin neden intihar ettiğini biliyorsunuzdur o zaman! Denizli’de en büyük tekstil fabrikasının sahibinin bu krizde intihar ettiğini, Koç’un Migros’u , Sabancı’nın Toyota’yı, sattığını da biliyorsunuzdur. İsrail’i koruyacak füze kalkanının bizim vergilerimizle Türkiye’ye kurulacağını biliyorsunuzdur.
Nuri Cengiz
+++
Kürt aydınına da görev düşüyor
1983 ve sonrası, Türkiye için terörle yaşamak anlamına gelen, hedefi de Türk-Kürt çatışması ile bölünmenin hesaplandığı dış beslemeli bir oyun, bir senaryo...
Yalan ve sahtekârlığın kol gezdiği bu dönem, ayrışmadan medet umanların hesapsız salvolarıyla toz duman bir Türkiye yarattı.
Her şeye rağmen Türk aydınları hala kardeşlik ve ayrılmazlıktan yiğitçe söz ediyor.
Sözünü ettiğim medet umucular belki onlara gülüyorlar, ama Yugoslavya örneğini hiç hesap etmiyor bunlar.
Bazen, Yugoslavya olursa olsun, diyebilen aymazlarla bile karşılaşı-yoruz.
Türkiye, benzerlikler ve aynı tarz yaşamın sonuçları üzerine kurulmuş ve ”Ne Mutlu Türküm Diyene“ felsefesinin birleştirici gücü ile varlığını sürdürmekte.
İşte bunca desiseye rağmen, asla ayrılma gerçekleştirilemiyor.
Kürtler, bu kalleşlikler çatışmasını, asla bir Kürt hareketi olarak görmüyorlar. Bunun bir çete harekâtı olduğunu söylüyorlar.
Birçok Kürt, PKK’nın Kürtler adına hareket eder havasına bürünmelerine de, ayrıca çok kızıyorlar.
Televizyonlara çıkan birçok Kürt Aydını var.
Ama nedense, sanki çete elemanı gibi ahkâm kesiyorlar.
Oysa gönül, onların da sade Kürtler gibi birlikten söz etmelerini istiyor.
Haydi, Kürt aydınları görev başına.
Serdar Orhaner
+++
Laf çok icraat yok
Yıl,1987...
Türkiye dünyanın en büyük 14. ekonomisi... 1999 yılında 16. sıraya gerilemişiz... (Zaten G-20’ye taa o zaman girdik, siz bakmayın AK Parti’nin, bizim zamanımızda girdik, imalarına) AK Parti iktidara geldi, sene 2002...
Dünyanın en büyük 17. ekonomisiyiz... Sene 2010... Şu anda dünyanın en büyük 16. ekonomisiyiz...
Yani, güya cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik atılımını gerçekleştirmiştik ya hani... Oysa AK Parti’nin 8 yıllık macerası süresinde, anca 1999 yılıyla aynı seviyedeyiz...
Ki bazıları hala bizim dünyanın en büyük ilk 20 ekonomisine AK Parti döneminde girdiğimizi sanıyor... Oysa şu andaki büyüklüğümüz 1987’den bile az...
Çünkü bizde laf var, icraat yok... Yoksa siz hala AK Parti’nin, Türkiye’de kişi başına milli geliri 15 BİN Dolar yaptık, lafına da mı inanıyorsunuz?...
Miraç Yıldırım