Kafkasya ve Orta Asya’da bahar hesapları
Arap Baharı” adı altında propaganda edilen demokrasi (!) getirme projesinin, soğuk savaş sonrası ABD’nin yürüttüğü küresel hâkimiyet stratejisinin devamı olduğu açıktır. Nitekim soğuk savaş sonrası Amerikan stratejilerine yön veren uzmanlar bunu o dönemlerde net ifadelerle ortaya koymuşlardı. ABD yönetiminin, soğuk savaş sonrası edindiği Afganistan, Bosna-Hersek ve Irak deneyiminden sonra hedef ülkelere deniz piyadesi yerine ’demokrasi ve özgürlük’ ihraç etmeyi daha ekonomik ve fizibıl (gerçekleştirilebilir) bulduğu bir gerçektir.
Son zamanlarda Kuzey Afrika ve Orta Doğu eksenli olarak yürütülen ve ülkelerin demokrasi’yi ithal diktatörleri ihraç anlamına gelen ayaklanmaların bu bölgelerle sınırlı kalmayacağı açıktır. Bu hareketleri planlayanların uzak hedeflerinin İran olmasına karşın yakın hedefleri arasında Kafkasya ve Orta Asya’nın olduğu da tartışılmaz bir gerçektir.
Nitekim ABD’nin Eski Başkanlarından Carter’in danışmanlığını yapmış olan Brzezinski, daha 1998 yılında Kafkaslar ve Merkezi Asya için Fransız Nouvel Observateur dergisine şöyle bir değerlendirmede bulunmuştu: ABD’nin, Orta Asya ve Kafkaslar üzerinde etkinliği yetersizdir. Hâlbuki bu bölgenin Amerika’nın jeo-stratejik politikasında öncelikli öneme sahip olması gerekir. Bölgenin çok önemli gaz ve petrol yatakları var. Dünyadaki enerji tüketimi aşırı biçimde artıyor. Rusya, Türkiye ve İran gibi güçlerin, bölgenin kontrolünü elde etmek için karşı karşıya gelmeleri burayı gerçek bir istikrarsızlık ve kaos ortamına sürükleyebilir. Bu çelişkileri yumuşatmak ve bu ülkelerden birisinin bölgenin liderliğini ele geçirmesini engellemek için Amerika’nın yoğun biçimde müdahale etmesi gerekir. Bunu da “Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan gibi anahtar ülkelere mümkün olduğunca yardım ederek” yapabilir.
Bu yardım bir yandan ABD’nin sert gücü (Afganistan, Irak ve son olarak Libya ve Suriye’de) ve baskısı kullanılarak diğer yandan sivil toplum kuruluşlarını harekete geçirerek sürece yayılarak yapıldığı bir gerçektir. Yaklaşık yirmi yıldır Avrasya bölgesinde Soros Vakfı benzeri STK’lar, ABD’nin dış politik çıkarlarının aracı olarak başarılı bir biçimde kullanılmaktadır. Bu bağlamda Soros, açıkça “Amerika’nın diğer ülkelerin iç işlerine karışmadan edemeyeceğini” açıkça yazar. Ancak o, ABD’nin ülkelerin iç işlerine karışırken “bu işi sadece meşru temeller üzerinden” yapması gerektiğini söylemeyi de ihmal etmemişti.
Soros’un ifade ettiği ülkelerin iç işlerine karışmak için üzerinden yürünülecek “meşru temel” liberalizm, modernizm, demokrasi, insan hakları ve özgürlüktür. Bunun için bir anlamda Küresel Sermayeye (ABD’ye) kapalı toplumlar, “Açık Toplum Fon” ları vasıtasıyla “Açık Toplum” haline getirilmektedir. Bu amaçla çeşitli ülkelerde, eğitim, sosyal değişim ve hukuk reformu alanlarında muhalif partiler ve programlar desteklenmektedir.
Dünden bugüne “dünya demokrasisi” ne katkıda bulunmak gibi bir iddia çerçevesinde küresel odaklar, Gürcistan’dan Ukrayna’ya, Azerbaycan’dan Kazakistan’a, Özbekistan’dan Kırgızistan’a milyonlarca dolar aktarmışlardır. Bu ülkelerde, ülke yönetimlerinin değiştirilmesi amacına yönelik olarak bürokrasi, diplomasi, medya ve gazetecilik alanlarının birlikteliğiyle oluşan muhalefetler yaratılmıştır. Her şey hazırdır.
Üzerinde küresel hakimiyet projesi yürütülen ülkelerin diktatörlük ya da baskıcı yönetimler altında bulunmaları, bu odakların işlerini kolaylaştırmaktadır. Bu durum da sistemin işleyen kısmının dışında kalan ülkelerin, küresel sermayenin ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesinde ABD ve müttefiklerine olağan üstü imkânlar sunmaktadır.
“Arap Baharı” ile Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki ülkeler, büyük ölçüde küresel ülkelerin ihtiyaçlarına uydurulmuştur. Bu ülkelerde yeni kurulmuş güçsüz ve geçiş hükümetlerinin kendilerini ayaklanma sırasında destekleyen bu ülkelerin taleplerine hayır deme özgürlükleri bugün için yoktur.
Sırada hangi bölge yahut ülkeler var? Onu da yarınki yazımızda ele alacağız!