Kafa sorunu
Akıl kafayı, gönül de kalbi temsil eder. Çağımızın kaderini aklın gönülle olan savaşı ya da işbirliği tayin edecektir. Bu anlamda akıl imparatorlukları gönül imparatorluklarına dönüştürülmedikten sonra insanlığın huzur ve sükûn bulması beklenmemeli!
Makineden sonra otomasyona geçiş, aklı kafadan ruhsuz demir bloklara aktarmıştır. Bugün kafalar fiziki olarak yerindedir. Ancak gönülle, ruhla ve imanla bağlantısı kopmuştur. Bütün sorun da buradadır. İnsanların kafalarının büyüklüğü küçüklüğü değil, bağlantılarıyla önem kazanır. Bu açıdan da kafanın değeri, yürekle birleşip birleşememesine bağlıdır.
Gövdenin emrinde olan kafalar vardır. Burada ayaklar kafaları taşır. Duyguların, güdülerin ve şehvetin emrinde olan kişilerin ayakları nice büyük kafaları peşinden sürüklediği bilinmektedir... Ayaklar kafayı sürüklemeye başlayınca da bütün görme, işitme, hissetme ve düşünme melekelerinin körleşmesi kaçınılmaz olur. Diğer yandan kafaların ayakların arkası sıra sürüklenmesi söz konusu olduğu gibi; aynı türden kafaların ayakların önünde “ite-kaka” , “tekme-tokat” veya “düşe-kalka” kendi vücudu tarafından götürülmesi de çok rastlanan bir durumdur. Ayakların güttüğü kafalar ve kafaların yürüttüğü ayaklar vardır. Başkalarının omuzlarında yükselen kafalar, başkalarının ayakları çökünce yuvarlanırlar. Kendi düşen ağlamaz sözü başkalarının yuvarlanmasıyla düşenler için geçerli değildir!
Kendi aleyhine alışkanlık edinen insanları düşünün. Hangisinin ayakları, kalbi, midesi ya da vücudu kendi emrindedir ki? İnsanlar vücutlarını sakatat vitrini olarak görmekten kurtulmadıktan sonra kafalarını omuzlarının üzerinde dik tutamazlar. Bugünlerde şerefini, ahlakını, vicdanını, kalbini, hatta namusunu açık artırmaya çıkarmamış insanların neredeyse nesli tükenmek üzeredir.
Asıl olan ayakların emrinden çıkmış olan kafaya sahip olmaktır. Bazı insanlar için kafa omuzun üzerinde olsun da isterse toplu iğnesi başı kadar büyüklüğünde olsun fark etmez! Elbette kemiyet olarak küçük, keyfiyet olarak “boşluğu ense kökünde taşıyacak” kadar büyük kafalar da vardır. Medeniyet, insanlık, ilerleme ve ahlak adına ne varsa hepsi bu kafaların ürünüdür. Özgür kafalar gövdesi tarafından güdülemeyen kafalardır. Derisiyle sınırlı bir kafanın özgürlüğü burun hizasını geçemez.
Kafanın büyüklüğü ile şan, şöhret ve çerçevelenmiş kişi olmak arasında da bir ilişki yoktur. İnsanın fiziki olarak dik durma ve ayağa kalkma imkânını veren omurdur. İnsanı manevi sürüngen olmaktan kurtaran da onurdur. Onur üreten ve yönlendirense kafadır. Yeri ve zamanı gelince kafayı ortaya koyamayanlar gerçek anlamda insan olma onurunu koruyamazlar.
Kafayı korumak için kalbi feda etmek ise ucuz insan tavrıdır. O bakımdan “ser verip sır vermeyenler” hayranlık uyandırırlar. Hiç ölmemek amacıyla kafasını kucağında muhafaza edenler; en büyük zararları bizzat kendi kendilerine verirler. Çevrede yalnız gövde ve yalnız kafa görünümü bu tavırların ürünüdür. Bazı kafaları taşımaya vücut yeterli olmazken, bazı vücutlar da taşıyacak kafa bulamazlar.