Kaçış yok 'kaplanı tadacan'
Nasıl diyor Ata Demirer Berlin Kaplanı’nda:
- Kaplanı tadacaannn!
O misal biz (“biz” derken bir çete, örgüt, derin yapılanmayı değil hukukun guguklaştırılmasınının sakıncalarını savunan kişi ve kurumlar bütününü kast ediyorum) ne diyorduk yargısız infaz manşetlerini, yargısız infaz ekranlarını, köşe kadılarını, medya cellatlarını vs. gördükçe:
- Ergenekon’u tadacaannn!
Tattılar nitekim!
Haliyle hoşlanmadılar kekremsi tadından!
Genizleri yandı...
“Aman ağzınızın tadını kaçırmayın” minvalli tarifler yapıyorlar şimdi gazetelerinden.
Akif Beki onlardan biri... Radikal’deki uzun yazısında önce “Ergenekoncu” ilan edilmenin ne kadar kolay olduğunu anlatmış:
“...Normal bir hukuk düzenine geçilmeden Türkiye’nin normalleşemeyeceğini söylemeye hiç kalkışmayın...
Açıktan konuşmayı ise asla düşünmeyin...
İşte o zaman, sırtınıza uğursuz bir Ergenekoncu damgası yemeğe müstehak olursunuz...”
***
Yazısının ikinci bölümünde bu kez “Aman Ergenekon’un tuzağına düşmeyin” ikazlarına(!) gönderme yaparak “yırtmanın” yollarını paylaşıyor okuyucusuyla. Beki’nin tüyolarından bazıları şöyle:
“Bir kere, MİT’in suç teşkilatı kurup yöneten bir terör örgütü olduğu iddiasına inanacaksınız. MİT Müsteşarı’nın da teröristbaşı olduğundan şek ve şüphe etmeyeceksiniz...
Türkiye’nin dış güvenliğinde açılan yaraları hiçbir surette umursamayacaksınız...
Sağdan soldan üfürülenlere, fabrikasyon haberlere, uyduruk bilgilere, manipülasyonlara, dezinformasyonlara, tezvirat ve telkinata aklınızı yatıracaksınız. Önünüze düşen her zokayı bağını sormadan ham hum şaralop yutacaksınız...
Her sihirbazın illüzyonuna kapılmayacak, bir tek illüzyonun peşine takılıp gideceksiniz. Yanılsamanızı kimin icat ettiği, hayal ülkenizi kimin kurduğu önemli...
Ütopyanız olacak. Amentünüz olacak. Fakat önünü ardını karıştırmayacak, içine kurt düşürmeyeceksiniz. Her türlü vehimden, zandan, eleştiri kılığına girmiş şeytani kuşkudan uzak tutacaksınız aklınızı... ”
***
Trajikomik olan şu ki, yukarıdaki satırların yazarı düne kadar aynı “kriterleri” esas alarak birilerini “Ergenekoncu”, yahut “darbeci”, yahut “vesayetçi”, yahut “statükocu” ilan etmekteydi!
Hatırlasanıza, TSK’nın “suç teşkilatı kurup yöneten bir terör örgütü olduğu iddiasına” inanmayanlar ve Genelkurmay Başkanı’nın “teröristbaşı olduğundan şüphe etmeye kalkışanlar” anında “Ergenekon’un medyadaki uzantıları” diye hedef gösterilmedi mi?
Bir sürü subay, 1 Mart tezkeresi sürecinde “Türkiye’nin dış güvenliğinde açılan yaraları umursadıkları için” hedef haline gelmedi mi?
Bir sürü gazeteci, “sağdan soldan üfürülenlere, fabrikasyon haberlere, uyduruk bilgilere, manipülasyonlara, dezenformasyonlara, tezvirat ve telkinata kanmadıkları, her zokayı yutmadıkları” sorguladıkları için “sakıncalı” hale gelmedi mi?
“Yandım Allah” diye feryad eden onca insana kulak tıkayanlar, kendi kazdıkları/kazılmasına alkış tuttukları/seyirci kaldıkları o dipsiz kuyuya düştüklerinde, evvelce oraya atılmış olan “erdem”i keşfettiler...
Ne anlamı varsa “kaplanı tattıktan” sonra!
“Bu ülkenin Başbakanını çete ve mafya kurmakla, infaz timleri kurmakla itham etmek çok büyük bir saygısızlıktır... MİT, melanet bir kurum değildir; ülkemizin gözbebeği kurumlarımızdandır” diyen AKP’li Bekir Bozdağ’a:
Bu ülkenin Genel Kurmay Başkanı’nı terör örgütü kurmakla itham etmek nedir peki? Bunu “normalleşme” saydığınıza göre TSK melanet bir kurumu mu yani?
+++
Ucu sana da dokunur diye mi korkuyorsun
Bir kere yazdın... İki kere yazdın... Okuyan okudu; anlayan anladı... Amaaaa “MİT Müsteşarı’nı ifadeye çağırma” krizi patlak verdiği günden bu yana iktidara ısrarla “Aman buna izin verme, gözünü seveyim Müsteşarı koru-kolla” diye neredeyse yakardığını görünce ister istemez huylanıyor insan...
Cengiz Çandar’dan bahsediyorum... Dün bir kere daha söylenenlerin aksine MİT’le ilgili soruşturmanın KCK değil Oslo süreciyle ilgili olduğu savunmuş.
Eğer bir MİT Müsteşarı ve “selefi!” PKK ile görüştü diye şüpheli durumuna düşüyorsa, yandı gülüm keten helvaymış!
Bu “devletin gizli istihbarat örgütü şeflerinin ’tutuklanması ihtimali’ni ifade eder”miş!
Eeeee?.. Bundan, yıllardır “devletin güvenlik politikası gereği” yığınla “gizli operasyon”a imza atmış en üst düzeydeki askeri yetkililerinin bırak tutuklanma ihtimaline karşı çıkmayı, haklarında verilmiş bir hüküm olmadığı halde hapislerde sürüm sürüm sürünmeye mahkum eden sana ne!
Yoksa MİT’teki “seleflere gitme” harekatı mesela Sönmez Köksal’lara kadar uzanır diye mi korkuyorsun...
“PKK ile” görev gereği “görüşmek” soruşturma konusu olursa Hasan Cemal ile “görev gereği” yaptığınız Kandil seferlerinin de hesabı sorulur diye mi bu kadar telaşa kapılıyorsun!
Cengiz Çandar
+++
Ya değnekçi yazarlar
Türkiye’nin Washington’dan nasıl göründüğünü yazan Ergun Babahan “ama” diyor “Washington’dakilerin tam göremediği veya çok öne çıkarmadığı noktalar da var. Basın özgürlüğü açısından en büyük sıkıntı, medyanın yapısında. Asıl geliri medya dışı işlerinden sağlayan ve bu işleri genelde Ankara desteğine ihtiyaç duyan medya patronları, iktidarı memnun etme peşinde...”
Bütün suçu “patronlar”a atıp da zeytinyağı gibi üste çıkmak yakışık alıyor mu!
Asıl gelirini “medya sayesinde edindiği medya dışı işlerden sağlayan” köşe yazarları neyin peşinde peki!
Sen iyi bilirsin özel üniversite otoparklarında değnekçilik yapan köşe yazarlarının durumunu da bir yazında irdelesene!
Ergun Babahan
+++
İşin uzmanı anlatıyor
Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) çevresinde yaşanan birçok benzer tartışma, CIA’i Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ya da özel yetkili savcılarla karşı karşıya getiren nice sürtüşme siyasi iradenin müdahalesiyle sonlanmış. “İstihbaratçılardan hesap sormanın kuralı ne” sorusunun, daha doğrusu kitabi olarak “cevaplar” mevcut olsa bile, pratikte ortada kocaman bir “gri alan” var. Başkan’ın bu konuda açık bir yetkisi olmamasına rağmen, istihbaratçılarla ilgili bir soruşturmanın önünü “ulusal güvenliği ilgilendiren bir konuda, siyasi iradeye tâbi özel görevi soruşturamazsınız” diyerek kesmesinin örneklerine rastlamak mümkün...
1972’de bir gece, Washington’da Watergate Apartmanları’ndaki Demokratik Parti ofisine giren hırsızların devletle ilişkisini soruşturmakla görevlendirilen Özel Yetkili Savcı Archibald Cox’u durdurmak isteyen Başkan Richard Nixon, önce CIA Başkan Yardımcısı Vernon Walters’a talimat verip, “ABD’nin Meksika’daki istihbarat faaliyetini deşifre edeceği” iddiasıyla soruşturmadan vazgeçilmesi için FBI’la konuşmasını istemişti. Bu yol tutmayınca, Nixon, Watergate Özel Yetkili Savcısı’nı görevden alma yetkisini kullanması için Adalet Bakan Yardımcısı William Ruckelhaus’a aynı talebi iletti, cevap yine “ret” oldu ve Adalet Bakanı ile Bakan Yardımcısı istifa ettiler. Sonuçta Nixon, başkanlık genelgesiyle ve istifalar üzerine Adalet Bakan Vekili konumuna gelen Danıştay Başkanı eliyle, Watergate Savcısı’nı soruşturmadan atmayı başardı. Ama son gülenin Nixon olmadığını hepimiz biliyoruz.
Yasemin Çongar Taraf
+++
Atın köstebekleri içimizden
Şu sıralarda bol bol MİT ile Emniyet’i tartışıyoruz. Peki bu tartışmaların içindeki medyamız neden kendisini sorgulamıyor.
Taraf ve Baransu
Önce Balyoz operasyonuna yol açan belgelerin nereden geldiğini gösteren resmi bir belgeyi okuyalım: “20.Ocak.2010 tarihli TARAF gazetesinde, “Fatih Camii Bombalanacaktı” başlığıyla ve 21.Ocak.2010 tarihinde “İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama” başlığıyla yayınlanan haberlerle ilgili olarak bu haberleri yaptığını söyleyen TARAF gazetesi muhabiri Mehmet BARANSU, Başsavcılığımıza başvurarak bu haberlerde geçen konunun belgelerinin 4 adet DVD’de bulunduğunu belirterek bunları vermek istediğini bildirdi. Ben bu haberi yaparken orijinal klasörleri gördüm ve tarayarak aldım. Bir kısmını da orijinal CD’lerden aktarma yaptım. İleride bu konuda soruşturma savcıları isterse tanıklık da yapabilirim, dedi. 4 adet DVD’yi teslim etti’
Muhabir mi muhbir mi?
Bu kişi son olarak kendisini MİT’in izlediğini de iddia ederek basına açıklama yaptı.
Yıllardır Başbakan Erdoğan’ı da AKP’yi de Ergenekon operasyonlarını eleştiririm. 1998’den beri Fethullah Gülen aleyhinde de yazmadığım kalmadı.
Bu MİT, bu polis niye beni takip etmez de Mehmet Baransu gibi daha piyasaya yeni çıkmış birisini izler? Bu da gösteriyor ki Mehmet Baransu gazeteci değil gazeteci elbisesi giymiş özel görevli birisidir. Bunların gazetecilerin içinde ne işi var?
Basın, kendisini bunlardan temizlemezse siyasetçileri eleştirme hakkı olabilir mi? Gazeteci cemiyetlerini ajan gibi çalışan gazetecilere karşı harekete geçmeye çağırıyorum.
ABD’ye causluk yapanlar
Bir de Amerikan elçiliğine çağrılan ve oraya çok özel bilgiler veren gazeteciler var. Ne var bunda, demeyin. Türkiye’ye ait bildikleri özel konuları yabancı bir ülkenin diplomatına aktarmak, casusluğun yeni biçimidir. WikiLeaks belgeleri gösterdi ki bugün kendisini büyük gazeteci veya yazar olarak gösteren kimi isimler bu casusluğu yapmışlar. Bunlar köşelerinde AKP iktidarını bol bol övüyorlar... Övebilirler de...
Ama gelin görün ki ABD’li diplomatlara bilgi verirlerken; AKP’ye atıp tutmuşlar. Bu arada Başbakan Erdoğan’ı da kötülemişler.
Bunları çalıştıran yayın yönetmenlerine de söylüyorum: Atın bu köstebekleri içimizden.
Bir de ‘Başbakan Erdoğan beni çok seviyor!’ diyerek medya patronlarına şantaj yapıp birkaç kanalda, birkaç gazetede birden çalışıp yüklü paralar götürenler var. Bunlara helal olsun. Bu çağda bile Karaköy köprüsünü, ’Benimdir!’ diyerek satabilecekleri müşteri bulduklarına göre.
Rıza Zelyut / Güneş
+++
O savcı bir konuşsa...
Başbakanın atadığı adamları için “yeni dokunulmazlık alanlarını” güvenceye almak için MİT kanununda değişikliklere gidilir. Onlar CIA görevlisini gözlemci yapıp (ABD’yi hakem devlet konumuna getirip) terör örgütü ile Türkiye’nin bütünlüğünü bozma toplantılarını yapsalar bile savcı onları ifadeye çağıramaz.
Dokunulmazlık katmerleniyor. İşte görevden alınan savcının (Sadrettin Sarıkaya) araladığı perdeden görülenler bu. O savcı bir konuşsa!
Necati Doğru / Sözcü
+++
Daha çok tokat yer bu demokrasi
Oslo yok. Diyarbakır’da ele geçirilen MİT-PKK görüşmelerinin ses kayıtlarıyla belgeler yok!
MİT elemanlarının kimin emriyle KCK kuruluşuna katıldığı, MİT-Kandil arasındaki iletişimin nasıl gerçekleştiği, Öcalan’a evde cezasını çekme vaadi, özerk Kürdistan uzlaşması ve benzeri sorular, sorular, askıda.
Döndürüp dolaştırdılar, skandal olaylardan Başbakan’ı soyutladılar. Üç beş MİT ajanı yetkiyi aştı noktasına getirdiler.
Başbakan’ın sorumluluğunu tartışamayan, sözüm ona bağımsız yargı...
...medyadaki olayların Başbakan’ı daha da güçlendirdiği yorumunu yapan Akşam’ın Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya; pekâlâ öyleyse bu gelişmeler RTE’nin tek adamlık kariyerine, yani RTE’nin faşizan eğilimli değirmenine su taşıyor değil mi diye soramayan CNN Türk’ün haber sunucusu Bayramoğlu ve benzerleri...
...savcılıktaki polis belgelerini sızdırarak günlerce tefrika eden bir gazete kadar beceri sahibi olmayan partiler...
...RTE korkusu karşısında medya, iktidarın Meclis’teki ezici çoğunluğu karşısında muhalefet partileri ne yapsın diyorsanız... ...Demokrasimiz ensesine RTE’den daha çoook Osmanlı tokatı yer!
Cüneyt Arcayürek / Cumhuriyet
+++
Süresiz izin iddiası
Son dönemde yazıları nedeniyle patron katında sıkıntı yarattığı öğrenilen Nuray Mert’in köşe yazarı olduğu Milliyet Gazetesi tarafından “süresiz izne çıkarıldığı” belirtiliyor. Bir süredir polemikte olduğu hükümete yakın gazete yazarlarının hedefinde olan Nuray Mert’i Başkan Erdoğan, “PKK ile bu muhabbetiniz nereden kaynaklanıyor” şeklinde sert şekilde eleştirmiş ve “namert” demişti.
Nuray Mert, Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan “Mit Olayı” başlıklı son köşe yazısında yıllık iznini kullanacağını yazmıştı. Mert, konuyla ilgili açıklama yapmak istemediğini belirterek “Zaten açıklama yapması gereken Milliyet Gazetesi’dir” dedi.
Gazeteport