Kabir azabı...

Her gece başını yastığa koyar koymaz aynı rüyaya dalıyor:
“Kulları” 90 derece bükülmüş önünde, haykırıyorlar “The Başkan’ım çok yaşa” diye!
İster mi hiç Ata’nın “Kayıtsız şatsız tabiriyle açıkça ifade edilen egemenliği, milletin sorumluluğunda tutmak demek, bu egemenliğin en küçük bir parçasını; sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir (...) bir tek adama bu yetki verilemez” ikazı yüzünden hayallerinin yıkılmasını...


***


Sırf kendisine biat etmiyorlar diye kadın, çoluk, çocuk, genç, yaşlı, bebek demeden tazyikli çamur sıktırıyor milletin üzerine!
Tahammül edebilir mi Ata’nın “Egemenlik korku üzerine kurulamaz” deyişine...


***


O, sözünün üstüne söz söylenemez bir rejimin inşasına çalışırken, her soranı, her sorgulayanı, her itirazı olanı, karşı duranı, “kalıbından” çıkmayanı “darbeci” diye zulme uğratırken, gerektiğinde “Meclis’e bile güvenmemeyi” vasiyet edip “Milletler egemenliklerini geçici olarak da olsa verecekleri meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile istibdat (keyfi hareket) edebilirler...” diyen Ata’nın huzurunda kendisini “güvende” hissedebilir mi!


***


Gitmez tabii!


***


Muhalefet partilerinden, iktidar milletvekillerinden, kendi tayin ettiği bakanlardan velhasıl TBMM’den gizli saklı ülkeyi terör örgütüne pazarlarken gidip de “Benim istediğim sadece memleket işlerinin Büyük Millet Meclisi’nde açıkça münakaşa edilmesidir. Büyük Millet Meclisinde Türk Milletinin gözü önünde açıkça konuşulamayacak hiçbir iş yoktur.” diyen Ata’ya “İzindeyim” selamı çakabilir mi!
“İzin” istedi haliyle;
‘Bana müsaade şu ara isim babası aramakla meşgulüm millete!’
Ata’nın “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir” ifadesi tarihe kazınmış halde, orada öylece dururken hem de!


***


“İspatlamayan şerefsizdir, ben görüşmem memurum görüşür, devlet görüşür, hükümet görüşür, ben görüştüm, eee kim şerefsiz şimdi” dosyası bir yafta gibi asılıyken boynunda, “Gizli iş kalamaz. Er geç meydana çıkar. İyisi mi başından açık olun, açık açık!” diyen Ata’ya koşacak ha!


***


Diyelim Ata’nın “Adalet bir devletin esası olduğuna göre; mahkemelerin söz ile değil, gerçekten tarafsızlığını sağlamak her işin başında gelmelidir” sözüne uymadığı halde gitti pişkin pişkin huzurunda dikildi; Silivri’de, Hasdal’da, Maltepe’de, Sincan’da, Mamak’da, Şirinyer’de yıllardır kanıtlanamamış suçların hükmü kesinleşmemiş cezalarını çeken(!) yüzlerce askerin, subayın, yazarın, gazetecinin, milletvekilinin, bilim adamının, hukukçunun ahı tutar; kolay mı göze almak “hak çarpması” ihtimalini?


***


“Çocuklarımız ve gençlerimize vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz:
Milletine
Türkiye Devletine
Türkiye Büyük Millet Meclisine
Düşman olanlarla mücadele...” derken Ata;
“Milletin irade
ve isteğine uymayanların sonu yokluktan yok olmaktır!” diye akıbetini 90 yıl önceden haber vermişken karşısına çıkabilir mi?
Yürek ister...


***


Bir kere daha minnetle anıyorum seni Ata’m;
Çektirdiğin bu “kabir azabı” yeter!
Uykularını kaçırdığını bil; rahat uyu!

Üzülerek arzedeyim ki Türkler aleyhinde delil yok

ABD merkezli iftiraların yıldönümü arifesinde, ben peşin peşin not düşeyim de yarın gazete köşelerini kaplayacak olan “soykırımcı Türkler” hakaretlerini, hedef göstermelerini, nefreti okurken şu tarihi itiraf, “karartmaya-karalamaya” ışık tutar, “gerçeği” görünür kılar belki. Bakın İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Sir A. Geddes “soykırım” iddialarına konu olan dönemde, nasıl bir mesaj yollamıştı ülkesine:
“Ermeni kırımından dolayı yargılanmak üzere Malta’da tutuklu Türklerle ilgili olarak çalışma arkadaşlarımdan biri dün Amerikan Dışişleri Bakanlığına gitti. Ermenistan’da yapılan zulümlerle ilgili Amerikan Konsolosları raporlarını incelemesine müsaade edildi. Üzülerek arzedeyim ki belgelerin içinde, Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiçbirşey yoktur.”

Yazarın Diğer Yazıları