Jules Verne’e tur bindirdiler!
İçimizde daha sportmen, fit, hızlı ve çevik arkadaşlar illa ki vardır; ama kendi adıma söyleyeyim, ben, “52 saniye” de, Kabataş gibi “arapsaçı” bir noktada değil karşıdan karşıya geçebilip; - pusetten bebek çıkarıp -malum kırk tane alengirli emniyet kemeri işlevi gören bağ ile sabitliyorlar çocukları oraya-, onu havaya fırlatıp -çocuk taşa çakılıp, Allah esirgesin beyni dağılmadığına göre orada, sonradan insafa gelip bir de tutmuş olmalılar tabii-, annesini bir yandan sövmek suretiyle tekmeleyip, -hadi üstler çıplak, karından mı fışkırıyor insanoğlunun idrarı, sonra doktor tahlil için istese yarım saatte gelmeyen şey, nasıl metabolizmaysa eş zamanlı hepsinin birden geldi de senkronize halde fışkırdı- deri pantolonları soyup, bacımızı bir nevi klozet olarak kullanıp, -hiç var olmamış gibi, tek bir iz bırakmadan toz olmak, buharlaşabilmek-;
Arada tramvay yolu da olan o iki paralel caddeyi geçmeyi başaramam be!
Ki şu paragrafı yazmak bile -eyleme geçmeden önce bir de kurgusunu yapmak, düşünmek gerekiyor ya- “52 saniye” den uzun sürüyor; denemesi bedava!
İddia olunan “mağdure” hanımın ifadesini okumaya kalksan, eh işte anca yetiyor zaman;
Aman diyeyim bence fazla bulaşmamak lazım; zira sesten hızlı yeni bir tür var karşımızda!
***
Benim anlatmasını “52 saniyeye” sığdıramadığım bütün o Vandallıkları, sapkınlıkları, sapıklıkları, vahşiliği, işkence yöntemlerini, hunharlığı, fantezileri 1 dakikadan kısa sürede tam tekmil uygulayabilen bir canlı türü varsa...
Bilemedim ben şimdi ya;
Kızsak mı yoksa sarıp sarmalasak mı onları!
Öyle ya demek ki şarkıdaki gibi “O bir He-Man, Bat-Man, Pac-Man Mad-Man” diye tanımlanabilir her bir Kabataş saldırganı!
Durun, hemen celallenmeyin canım;
Zinhar “bacımıza” yapılanları onayladığımdan demiyorum. Ama madem böyle doğaüstü güçlere sahip bir vatandaş grubu var elimizin altında ehlileştirelim, “karanlık sokaklardan” kurtarıp topluma kazandıralım!
TSK bünyesinde “Özel Kuvvetler” kuralım mesela;
Ha şuraya yazıyorum, değil üç ay-beş ay, üç saatte Şam’da Cuma namazı kılmazlarsa ne olayım!
O “kaçırdığımız” Süleyman Şah türbesini de alır, Esad’ın sarayının yerine kondururlar; o derece yani!
Veya ne bileyim; 112’de görevlendirelim! Sesten hızlılar ya, sen daha “kaza yaptım” diyemeden bitiverirler yanında alimallah!
Deri pantolonlu Vandallara kıymayın efendiler;
İnsanlığın hizmetine açın!
***
Bakmayın sözcüklerimi, baştan sonra alabildiğine gayriciddi sularda yüzdürmeme; böyle bir manşetin atılabildiği gerçeğiyle yüzleşip de kendimi bu manşeti atanlarla -mesleki sınıflandırmada- aynılaştırmaya kaldıramadığımdan bir tür “inkar” süreci benimki...
Ki... Dün, Türk basın tarihinin “utançları” , “kara lekeleri” arasında yerini alan bu manşetin akıbeti belli;
“Bülent Arınç’a suikast planlarken yakalanınca ev krokisini yutan subay” manşetleri nasıl “yalancılıklarını” tescillemek üzere girdiyse gazetecilik hafızasının delil klasörlerine, bu “görüntü de var ama biz sanatımızı konuşturalım diye grafiklerle izah ettik” trajikomikliği de öyle olacak ama ne fayda!
***
Dolayısıyla, ben huzurlarınızda bu “hiç unutmayacağımız” , her zaman “tebessümle” anacağımız bu “eser” de imzası bulunan Hayrettin ve Emir kardeşlerimi de kutlamak isterim;
“Bilim kurgunun ağa babası” bildiğimiz Jules Verne’e bile tur bindirdiler, az buz şey değil başardıkları(!)
Phileas Fogg’un, Londra Bilim Kulübü’yle, üstelik de 1800’lerin ulaşım araçlarıyla -hava yolu kullanmadan- dünyanın çevresini 80 günde dolaşma iddiası bile yaya kalır, “Kabataş’ta 52 saniye” ye sığdırılanlar yanında!
Aklımdayken...
Bu manşetten sonra Erdal Şafak’a “Ne içiyorsun sen bu gazeteyi yaparken?” diye sormaya gerek kaldı mı!