İyi polis kötü polis oyunu
Cengiz Çandar, “Öylesine bir bilgi okyanusuna saygıda kusur etmemeye bakarım” diyerek yere göğe sığdıramadığı “hocası” Kemal Karpat için, neden “O benden değil” mesajı vermiş olabilir?
Kemal Karpat’ın “ulus-devlet” yapısını hedef alan görüşlerinin aynı gün iki “farklı” gazetede, iki farklı okur kitlesine yayınını “Neo-Osmanlıcıların evlere servisi” olarak nitelendirmeden önce “Karpat kimdir?” ve “Karpat ne söylemektedir?” sorularına cevap aramıştım.
Cengiz Çandar dünkü yazısıyla bu konudaki şifreleri çözmemize önayak oldu: “Bilgisi kadar sezgileri müthiştir. Daha Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olarak ilk yıllarında onun ‘geleceğin başbakanı’ olduğunu görmüş ve benden kendisini İstanbul Belediye Başkanı ile tanıştırmasını istemişti. Erdoğan hapse düştüğü vakit, 1998 yazında New York yakınlarında Long Island’daki yazlığında Hoca ile unutulmaz anılar paylaştık. Okyanus kıyısında yaptığımız uzun yürüyüşlerde Karpat, hapisteki Tayyip Erdoğan’ın yakında ‘Türkiye Başbakanı’ olacağına ilişkin kanısını ısrarla ifade ederdi. Benim Amerikan düşünce kuruluşlarına başvuru projemin metni onun elinden geçti, bazı bölümlerini o yazdı. Üzerimde emeği vardır. Öylesine bir bilgi okyanusuna saygıda kusur etmemeye bakarım.”
Eski gerilla, e-postal darbecisi, Bebek müttefiki Cengiz Çandar “hocam” diyorsa, varın gerisini siz hesap edin işte...
Ha, olur ya, “Ben hesaptan kitaptan anlamam” diyen çıkar... Onlar için de biz kısa değerlendirmeler yapalım.
Eski gerilladan böyle övgüler almak her kula nasip olmaz. Hele ki biata varan bir bağlılık mümkün değil. Muhatabı kestiği makbuzları ödeme gücüne sahip bir AB parlamenteri veya kaderi saydığı ABD’den teşrif eden önemli biri değilse Çandar’ın böylesi sadakat gösterisine girişmesi zor. Hal böyleyken Çandar’ın hocasının “Türk diye görmediğim hakaret kalmamış. Elimden bütün mal mülk alınmış. Ben kurtuluşu vatanım diye Türkiye’ye gelmekte bulmuşum. Niye onlarınkinden de söz edilmiyor?” sözlerini ‘sorunlu’ bulması manidar.
Çünkü Karpat bunları, Çandar’ın makale ortağı CIA şefi Graham Fuller’in önermesini yaptığı “Neo-Osmanlı/İkinci Cumhuriyet” tezini savunurken elini güçlendirmek için kullanıyor.
Yine de Çandar Karpat’ın küreselleşmeye düzdüğü övgüleri söylenmemiş sayıyor. Hocasını “Rumeli’den, Kafkasya’dan büyük göç dalgalarıyla gelen Türk ve Müslüman ahalinin çilesini, uğradıkları mezalimi bir Müslüman-Türk olarak yüreğinde hisseden bir tarihçi” olarak konumlandırıyor...
Bütün bu tutarsızlık beni, Karpat’ın sözlerini yorumladığım yazıdaki “iyi polis - kötü polis” tezinin arkasında durmam konusunda cesaretlendirdi.
Karpat, Çandar’ın yansıtmaya çalıştığı kadar sorunlu yani ‘milli’ bir ruh haline sahip olsaydı;
Bir; Üzerinde büyük emeği olduğu Cengiz Çandar’da da az biraz millilik kırıntısı olurdu...
İki; Milli devletlerin yerine emperyalizme meze olacak kültür devletçikleri kurulmasını arzu etmezdi...
++++++
Babıali Şenliği notları...
Burhan Kuzu Yeniçağ standında
Her şey güzel başladı
Kabul; niyet medyanın ne kadar “besili” olduğunu göstermek değilse, sektörle ilgisiz firmaların tanıtım alanları biraz uygunsuz kaçtı. Cemiyet Başkanı açılış konuşmasında basına ‘daha fazla özgürlük’ istemeden önce ‘gazeteci’ sıfatını kullanarak kabul görme peşindeki kalemşörlerin, tetikçilerin mevcut hak ve özgürlükleri dahi nasıl ahlaksızca kullandığı üzerinde daha fazla durabilirdi.
Yine de Babıali Şenlikleri’nin ikincisi güzel başladı. Standların düzeninde, gazetecileri bir araya getirecek etkinlikler yaratma çabasında gözle görülür bir iyileşme vardı. Bu olumluluk alana da yansıdı. Öyle ki geçen yıl standımızı transit geçen Vali Güler bu kez arkadaşlarımıza iyi çalışmalar dilemiş, “muhalif gazeteleri boykot” eden partinin önemli isimlerinden Burhan Kuzu, Türkiye’nin milli çıkarları ile örtüşmeyen gelişmelere en sert muhalefeti geliştiren Yeniçağ’ın standına samimi bir ziyarette bulunmuştu.
Yanlış duymadınız. Yukarıdaki fotoğraf asla fotomontaj değil. Saklamaya çalışsa da AKP Milletvekili’nin elindeki gazete Yeniçağ! Olay aynen şöyle gelişti:
Kuzu uzaktan Yeniçağ tabelasını süzdü. Sonra gözü çadırın önünde bulunan yazarımız Arslan Bulut ve İcra Kurulu Başkanımız Ahmet Yabuloğlu’na takıldı. Samimi bir selamlaşmanın ardından standa girip, 29 Ekim 2004’te Erdoğan ve Gül’ün ‘egemenliğin AB’ye devri’ sözleşmesini imzalamasının ardından attığımız “Kanımıza Dokundu” manşeti ve muhtelif tarihlerdeki “Vatan toprağı kutsaldır satılamaz” haberlerimizi inceledi... Hiç “Haddinizi bilin”li yüksek perdelere çıkmadan, sakin bir tonda “Evet... Anlıyorum...” gibi tepkiler verdi...
Tamam itiraf ediyorum, okuması için eline verdiğimiz Yeniçağ’ı görünce, “suç aletiyle yakalanmış şüpheli” psikolojisine girdi ama onu da “Tam adamına veriyorsunuz” diyerek şakayla savuşturmayı bildi... Kuzu’nun Yeniçağ çadırında verdiği fotoğraf, alışılmış AKP’li saldırganlığından uzak olduğu için aktarmaya değerdi...
++++++
Emeklilerin susup köşelerine çekilmeleri gerekiyorsa;
Başbakanlık koltuğunu neden işgal ediyorsun?
Başbakan dün partisinin Meclis Grubu’nda yaptığı konuşmada “emekli bir asker”i fena halde topa tuttu!
Çünkü o “haddini bilmeyen” gafil (!), “mayınlardan arındırılacak arazilerin yabancılara verilmesini öngören yasa çalışması” nı eleştirme cüretinde bulunmuştu!
Esti, gürledi Başbakan:
“Bir emekli yarbay çıkıyor, ’Bana iki tabur versinler, ben bu işi çözerim’ diyor. Sen bir defa haddini bil, artık emekli oldun, git bir kenarda dur. Sana ne oluyor ya, otur oturduğun yerde.”
Öncelikle belirtmekte yarar var; Başbakan’a bilgi vermekle görevli olan ve bunun için çuvalla para alan danışmanları, yine
çuvallamış!
Çünkü Kemal Güner “emekli yarbay” değil, “emekli albay...”
Aynı zamanda, bugün çıkarmaya çalıştığımız o mayınları 1956’da bölgeye yerleştiren 7. Kolordu İstihkâm Taburu’nun da komutanı!
Gelelim Başbakan’ın Kemal Bey’e ağzının payını verdiği sırada kırdığı büyük “pot”a:
Kemal Bey üzerinden, sık sık yaptığı gibi yine tüm “emekli”lere giydiriyor!
Milyonlarca kişinin onlarca yıllık birikimini ve deneyimini aşağılıyor!
Onların köşelerine çekilip, sessizce “ölümü beklemeleri” gerektiğini ima ediyor!
Başbakan Erdoğan:
Peki siz neden hâlâ aktif siyaset yapıyorsunuz?
Madem emeklilerin köşelerine çekilmesi, susup oturmaları gerekiyor, o zaman neden Başbakanlık koltuğunu işgal ediyorsunuz?
Neden Kasımpaşa’daki bir kahvede tavla oynamıyorsunuz da, Türkiye’nin geleceğiyle oynuyorsunuz?
Öyle ya; siz de tam üç yıldır emeklisiniz...
Üç ayda bir Emekli Sandığı’ndan hesabınıza yatırılan 7 bin 500 lirayı alıp, afiyetle yiyorsunuz!
Bu durumda sizin de “bir kenarda durmanız” ve “haddinizi bilmeniz” gerekmiyor mu?
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
SKANDAL
Sultanahmet’te Kandil çiçeği
Malum mu oldu nedir, dün Miniyorum’da, “Umarım Babıali ‘İstanbul Basını’ olarak anlaşılmaz” demiştim. İstanbul basınından kastım, milli mücadeleyi engellemek için vargücüyle çalışan işbirlikçi zevat; satılık kalemlerdi...
Şenliklerin ikinci günü amfi tiyatrodan yükselen sesler ürpermemize neden oldu. Sahneye türkü söylemesi için davet edilen bayan bu “coğrafyalar”daki “halklar”ın kanını daha fazla dökmemek gerektiğinden bahsediyordu... “Sivas şehitlerinin”, “Deniz Gezmişler”in ruhunu yaşatacaklarını söylüyordu... “Dağlara atamadığı sevdası”nı anlatan türküler söylüyor ve yine aralara benzeri nutuklar serpiştiriyordu...
Çoğu kez bölücü örgüt mitinglerinde duymaya alıştığımız “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganı... Militan bir üslup... Sert bir hitap... Yoksa Emine Ayna veya Sabahat Tuncel mi sahnede?
Merak ettim. Sahneyi gören bir yere geçtim. Kot pantolonun üzerine, sarı-kırmızı-yeşil renklerinde bir tunik giyinmiş bayanın adı Pınar Sağ imiş. Ben gittiğimde veda ediyordu:
“Nevruz çiçekleri gibi kalın!”
Bunlar Hasan Cemal’in Kandil’den inerken tarif ettiği çiçeklerle aynı aileye mi mensuptur bilemem...
Gazetenin standına döndükten az sonra bir bey yaklaştı: “Sivas’ı anıyor da, Başbağlar katliamı şehitlerini niye anmıyor?” dedi.
Sorunun muhatabı biz değiliz... Sorunun muhatabı bu bayanı oraya davet edenler... “Bu soruyu organizasyonu yapanlara sorun” dedik...
Çünkü biz de aynısını yapacağız... Sayın Gazeteciler Cemiyeti Yöneticileri; Siz sadece Hasan Cemal gazeteciliğini mi temsil ediyorsunuz?
Katıldığı bir televizyon programında “Dağlarda ölenler de öldürülenler de bizim kardeşimizdir” diyen Pınar Sağ’ın Babıali ruhunu yansıttığına kim adına karar verdiniz de onu o sahneye çıkardınız?
Not: Mesele Deniz Geçmiş, Sivas meselesi değil, mesele Gazeteciler Cemiyet’inin bu tercihi ile medyanın bütününü temsil eden bir etkinliği siyasal/ideolojik propaganda alanına dönüştürmüş olması...
++++++
‘Akman üst düzey bir molla olabilir’
Bir süre önce ben, Zahid Akman’a çevresinin ‘Molla’ olarak hitap ettiğini ve onun da bundan çok hoşlandığını yazmıştım. Akman’ı da ‘Molla’ları da tamamen unutmuş, mutlu bir şekilde yaşarken, bana bazen Mehmet Altan’dan bile daha sevimsiz gelip imkansızı başaran bu adam yine bir şekilde kendisi hakkında düşündürdü beni.
Görüyorum ki; adamın gerçekten de ‘Molla’ olması ihtimali var. Bir başbakan yardımcısı düşünün Türkiye’de, bağlı kamu kuruluşunun başındaki bir bürokratın görevden alınması gerektiğini düşünsün ve bunu ona direkt söyleyemesin. Bülent Arınç, Zahid Akman’ı bir türlü görevden aldıramıyor. Görüştüklerinde ise utangaç gelinler gibi konuşuyor, ‘Acaba istifa etmeyi düşünmez miydiniz’ türünden kırıtık sorular filan soruyor. Soran da hayatta olağanüstü nezaketi ve lafını sakınması ile tanınan bir şahsiyet değil, Bülent Arınç... Akman ise Arınç’ın suratına sıvıyor ‘İstifa et’ sözünü...
Başbakan Erdoğan ise her konuda yerli yersiz konuştuğu halde bu konuda hiçbir şey söyleyemiyor. Bu korku neden? Kim bu Zahid Akman Allah aşkına?
Gayet tabii ki ben ‘Molla’lar dünyasındaki hiyerarşik ilişkileri, rütbeleri filan bilmiyorum. Bu umurumda da değil ama gördüğüm kadarıyla Zahid’in hayli üst düzey bir ‘Molla’ olması gerekiyor. Hem Başbakan hem Bülent Arınç ona bir şekilde biat ettiklerinden, bir türlü dokunamadıklarından bunun başka bir mantıki açıklaması da akla gelmiyor.
* Serdar Turgut / Akşam
++++++
MİNİ YORUM
Babahan artık ‘gazeteciyim’ diyemez
Ergun Babahan, Erdoğan’a kara sevdalı olan “Star ailesinin bir ferdi olarak” yazdığı ilk yazıda rüştünü ispat etti. Bu “yandaşlık tarihi”ne altın harflerle yazılacak bir başarıdır. Ancak Babahan’ın benim algıladığım biçimiyle, iktidar tetikçiliğine imza bastığı yazısı “gazetecilik tarihi”ne ancak utanç vesikası olarak geçebilir. Ergun Babahan, Ethem Sancak’ın “aile şirketi”nde çalışmaya devam etsin... Çünkü dün itibariyle “gazetecilik” iddiasını kendi elleriyle çürüttü.