İyi ki VATAN var; etik cilası 2 günde döküldü
Adana’daki yolsuzluk iddialarını ortaya çıkarmakla övünen Vatan, konu AKP’li belediye olunca tek satır yazamadı. “İstanbul’da kaç Aytaç Durak var” diye sorduğu yazının sansürlendiğini öğrenen Necati Doğru, istifa etti
Türk basınının tecrübeli kalemlerinden Necati Doğru, yazarı olduğu Vatan gazetesinden istifa etti. Hem de neden biliyor musunuz?
AKP’li bir belediyenin “unutturulan” yolsuzluğunu hatırlattığı için! Gazetesinin Adana Büyükşehir Belediyesi’ndeki yolsuzluk iddialarını gündeme getirerek “öncülük” ettiği “temiz siyaset” kampanyasına, “sadece muhalefet değil iktidar belediyeleri de temizlensin” diyerek katkıda bulunmaya çalıştığı için!
Oysa daha iki gün önce kasım kasım kasılıyorlardı: “5 gündür süren haberlerimiz savcıları harekete geçirdi, hakkında vahim iddialar olan Aytaç Durak istifa etti!..”
Algılatmak istedikleri şuydu: “Yolsuzluğu biz ortaya çıkardık. Biz böyle gazetecilik yapıyoruz. Bizden dürüstü yok. Sahtekarların korkulu rüyası, avantacıların can düşmanıyız. Savulun rant yiyiciler, hortumcular, cukkacılar VATAN geliyor!”
Kişiye özel dürüstlük
Bu tantanalı “gurur tablosu” karşısında, o gün şunu demiştik: “Bir gazete, görevini kötüye kullanan bir yöneticiyi afişe etmişse ayakta alkışlayalım. Bir şartla; Bu ”kişiye özel“ bir haber değilse. Bir yandan vurun abalıya derken, diğer yandan ”başkanda pişer, bize de düşer“ diyen gazeteci müsvettelerini kayırmıyorsa!”
İyi ki VATAN var; anladık ki kayırıyormuş!
Biz o gün şundan yakınmıştık: “Onca film fırıldak çevrilirken en acar muhabirler, medyanın en kulağı delik etik bekçileri hiç mi duymuyor? Burunları pis kokuları hiç mi almıyor?”
İyi ki VATAN var; anladık ki, nerede bir film, nerede bir fırıldak varsa kulak kabartan, kötü kokuları koklaya koklaya sistemin “çürümüş” köklerine ulaşan Necati Doğru gibi gazeteciler varmış hala. Varmış da, onlara duyduklarını, gördüklerini, bildiklerini yazdıracak patron kalmamış!
Muhalefette aslan kesildi
Biz o gün şunu sormuştuk: “Bu meşakkatli mesleğe ömür verip, tırnaklarıyla haberi kazıyarak saygın bir ada sahip olmak yerine, gazeteciliği maske, kalkan, örtü, silah olarak kullanarak, dolgun bir cebe, yata, kata sahip olmak uğruna, belediye başkanlarının akçalı işlerini görmezden gelen, akçalı ilişkiler kuran gazeteci bozuntuları yok mu?”
İyi ki VATAN var anladık ki, Adana’daki iddialara “aslan” kesilip, İstanbul’dakilerin karşısında “fare” gibi kaçacak delik arayanlar varmış gerçekten.
Biz o gün şunu teklif etmiştik: “Temiz bir toplum, temiz bir siyasetse hedeflenen gerçekten; açacaksınız Pandora’nın kutusunu, kötülük namına ne varsa yayılacak meydana.”
İyi VATAN var; anladık ki, en “etik bekçisi” kesilen gazete bile, iş Pandora’nın Kutusu’nu aralamaya gelince, buna gönüllü olan yazarının köşesini de, tıpkı o kutunun içindeki kötülükler gibi “karanlığa” hapsedebiliyor...
Sahi siz karanlıkları da aydınlatacaktınız değil mi?
Defolu gazetecilik
Biz o yazıda demiştik ki: “Madem bir işe kalkıştınız tam yapın, medyada ”meslek etiği defolu “ olan gazetecilere de ilk taşı VATAN atsın!”
İyi ki VATAN var; yerleşik basın düzeninin “gazetecilik” yapması gerektiğinde, gerçeği ve tarafsızlığı hedef alarak yaptığı ilk atışın sonucunu gördük:
Karavana!
Necati Doğru’nun AKP’li bir belediyeci hakkkındaki yolsuzluk iddialarını hatırlattığı yazısını sansürleyerek, günlerdir böbürlendiği “gazetecilik etiği” cilasını kendi elleriyle döken Vatan’ın düştüğü durum, Türkiye’de gazeteciliğe, siyasetçinin takkesi ile medya patronunun külahı arasındaki pazarlıkta takas ölçüsü olmaktan başka rol biçilmediğini göstermiyor mu?
Hani nerede özgür, baskılara boyun eğmeyen basın? Nerede demokrasi?
Askerisiyle, siviliyle uğraşırken fazla başına buyruk kaldı tabii;
Bu da temiz toplum üzerindeki medya vesayeti mi?
‘Gazeteciliğin gereği neyse onu yaptım’
Yazısı sansürlenince istifa eden Necati Doğru, odatv.com’a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Yazım, gazetenin beş günden beri sürdürmekte olduğu, Adana Belediye Başkanı’nın servetini açıklayamaması ve onunla ilgili birtakım iddiaların sergilenmesinin devamı olan bir yazıydı. Başlığını, “İstanbul’da kaç Aytaç Durak bulunuyor?” diye koydum. Gazetecilik, sadece muhalefet partisi belediye başkanlarının yolsuzluklarını, uğursuzluklarını yazmak değil, iktidar partisine mensup belediye başkanlarının da bir defosu, yanlışı varsa onları da yazmayı gerektirir diye düşündüm. Evime geldim. Saat 9’da gazetenin yazıişlerinden aradılar. Yazımın girmeyeceğini ve yedek yazı yazmamı istediler. “Hayır” dedim. Ve şimdi, bu yazım yayımlanmadığı için istifa ediyorum. Gazetenin üzerine büyük bir iktidar baskısı geliyor ve yazıişlerinin başındaki arkadaşımız bunu taşıyamıyor olabilir. Dolayısıyla yazılarım gazeteye zarar veriyor olabilir. Ama ben iktidar partisinin hoşuna gidebilecek yazılar yazamam. Susarak da duramam. O zaman muhalefeti de yazmamam gerekiyor. Hiçbirşey yazmamam gerekiyor. Benim kalemim 30 yıldan beri temiz toplum, temiz vatandaş, temiz siyaset arayışında olan bir kalemdir. Onun için ayrıldım. Bundan sonra benim yazılarımı kaldırabilecek bir gazete arayacağım herhalde. Yandaş gazetelerde yazamam ben.”
Hesap sormak için mi geldin?
İbrahim Şahin, Milliyet Gazetesi’ne verdiği röportajın dün yayımlanan ikinci bölümünde, “Genel müdürlükten istifa etmeyi düşündünüz mü?” sorusuna ilginç bir çıkışla cevap verdi: “Tam tersine üzerime gelinmesi beni daha çok hırslandırıyor, gelecek bir dört yıla daha niyetleniyorum. Çünkü birilerinin bu sektörde dersini alması gerekiyor diye düşünüyorum. Bakın, aleyhimize bir sürü yazılar yazıyorlar, çiziyorlar...”
AKP’lilerin takım arkadaşı
Bir yönetici elbette görev süresinin uzatılmasını talep edebilir. Ama neden?
Yarım kalan projeleri vardır, başladığı işi bitirmek ister vs. değil mi?
Şahin’in projesi kendisine muhalefet edenlerden hesap sormak mı? Ne o öyle “intikam meleği” gibi!
Şahin’le ilgili bir ayrıntıyı daha öğreniyoruz. Meğer 1984 yılından beri her hafta düzenli maç yaptığı bir voleybol takımı varmış. Adı: Aksaçlılar... Takımdaki isimler de “adına yaraşır” türden: Savunma Bakanı Vecdi Gönül, AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu, Eski ANAP Genel Başkan Yardımcısı Galip Demirel, TBMM Başkanlık Başmüşaviri Hüseyin Zayıfoğlu, TRT Türk Genel Yayın Yönetmeni Ümit Sezgin, PTT Genel Müdürü Osman Tural ve Eski Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç...
Nasıl “kadro” ama?
Ekip ruhu böyle birşey olmalı, 20 küsur yıllık mücadeleden sonra, hep birlikte kazandılar!
“Ajitasyon”un mumu...
Şahin’in röportajındaki sözlerine bir de yalanlama geldi. Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, TRT Genel Müdürü’nün “Kanadoğlu ’Ben polise kapıyı açmam, savcı gelsin ondan sonra’ deyince aradan bir süre geçti. Öyle olunca sanki TRT haberi önceden vermiş gibi oldu” sözlerinin gerçeği yansıtmadığını vurgulayarak “TRT 2’deki alt yazı sabah 09.15 civarında çıktı ve ’Kanadoğlu gözaltına alındı’ şeklinde verildi. 13.15’ten önce benim evimin kapısı çalınmadı bile” dedi.
Eski MİT’çi açıkladı: Kullanışlı gazeteciler
Sabah’tan Sevilay Yükselir, Ergun Babahan, Fatih Altaylı, Tuncay Özkan eksenindeki “ajan gazeteci” kavgasını fırsat bilip, eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ı aramış. Bakın Köksal neler demiş: “MİT’e çalışmak kötü bir şey değil. Bir meselenin aydınlığa kavuşması, yalan, yanlış bir iş olmaması için MİT’in bir gazeteciye bilgi vermesi ve dahası o meselede doğru yol bulunsun diye yönlendirmesi son derece normal bir tutumdur. Bir gazetecinin bir haber hakkında MİT’e bilgi vermesi de doğaldır! Hem zaten MİT ve bazı gazeteciler arasındaki fikir teatisi yani bilgi alışverişi ülkenin çıkarları açısından sağlıklı bir yöntemdir. Bunun yanlış olduğuna dair yapılan tartışmalar da son derece gereksizdir. MİT kötü bir şey mi ki bazı gazetecilerin ilişkiye girmesi tartışma konusu oluyor. Ve doğrusu şu ki, bu kuruluşun en çok faydalanabileceği insan tipinin başında da gazeteciler gelir!” MİT-gazeteci ilişkisi açısından, Köksal’ın Yeniçağ okurlarının hafızasında ayrı bir yeri olduğunu hatırlatalım. Eski MİT Müsteşarı Köksal’ın, CIA kökenli meslektaşları ve Soros’dan fonlanan işadamları ile yediği gizli yemekte, kendisine eşlik eden iki gazeteci; Amerikan yanlısı eski gerilla Cengiz Çandar ve provokatör-itirafçı Hasan Cemal de vardı. Acaba onlar da MİT’in en çok faydalanabildiği, “kullanışlı” gazetecilerden miydiler? Hazır konusu açılmışken, keşke Yükselir bunu da sorsaydı!
Sıra size de gelebilir...
Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, “İçimizdeki Gladio İle Yüzleşmek” adlı bir kitap yazdı. Zaman’da Nuriye Akman, Selvi ile kitap üzerine konuşuyor. Selvi konuşmanın bir yerinde AKP içindeki Ergenekonculardan söz ediyor: “Şunu görüyorum, özellikle sekiz on kişilik bir milletvekili grubu ciddi olarak Ergenekon operasyonlarından rahatsız. İçerisinde bakanlar da var, eski bakanlar da var. Yani Ak Parti kendi içerisindeki Ergenekoncuları tam olarak tasfiye etti diyemem...” AKP içindeki muhalifler dikkat... Sıra size de gelebilir...
l Melih Aşık / Milliyet
‘Aslan Yürekli Richard’lar
28 Şubat’ta ne yaptın?
Yeni moda soru bu..
Zannedersin ki bugün ortalıkta dolaşanlar, demokratlık taslayanlar o gün ’Aslan Yürekli Richard’dı..
En Kahraman Rıdvan!..
Kedi gibiydiler!..
Elleri ayakları zangır, zangır titriyordu..
Bugün meydan boş diye atıp tutuyorlar..
Demokrasiyi onlar kurtarmış dümeni yapıyorlar..
Yaparken de karşılarındakileri suçlamayı da ihmal etmiyorlar..
Bilgiç bir tavırla; ’Senin 28 Şubat’ta ne yaptığını ne yazdığını iyi biliriz’tarzında suçlayıcı veya lekeleyici bir havaya da giriyorlar!
İzleyenler vay be, adama bak, dersini iyi çalışmış diyerek on üzerinden sekiz verecekken, suçlanan kişi soruveriyor..
Söyle bakalım, o zaman nerede çalışıyordum?
Ne yapıyordum?
Suçlayan bilmiyor.. Biraz önce ’ne yaptığını iyi biliriz’ diyen adamın senin 28 Şubat’ta ne yaptığından haberi yok.. Nerede çalıştığından, ne iş yaptığından..
Hık mık, büyü bozuluyor tabii..
Tiyatro yarım kalıyor..
Yaftalama da..
l Mehmet Tezkan / Milliyet
MİNİ YORUM
Halktan Taraf; kendi çalıp kendi oynuyor
Bekir Sürur adlı okurumuz, Ahmet Altan’ın “Milliyetçilik insanları böler, din ise bölmez” tezine karşılık “o zaman neden mezhepler ve aralarındaki çatışmalar var” demek üzere Taraf’ı aramış. Ancak Sürur ‘güvenlik’ engelini aşıp da kendisine muhatap bulamamış. Taraf yöneticilerinin, yazarlarının, çalışanlarının “tepkileri bağlamayın” talimatı varmış. Kendin çal kendin oyna, nasıl da halktan taraf ama!