İyi de, şimdi ne yapacağız?
Görünen o ki DTP sine-i millet diyerek âdeta dağa çıkacak.
Diyarbakır’ı Kandil haline getirecek. “Öcalan’a ev hapsi” talebinde bulunulması bir bakıma “imkânsızı istemek”tir ve imkânsızı istemenin de tek sebebi sadece “savaş”tır.
Bir yandan Türkiye’nin her noktasını işinde gücünde vatandaşlar için yaşanmaz hale getirerek, diğer yandan da, halkı kendi can ve malını korumaya mecbur bırakacak bir Türk-Kürt çatışması çıkartmak niyetleri artık iyice açığa çıkmıştır.
İşte gidiş gelişlerde kullandığınız belediye otobüsü iki akşam da bir molotoflu saldırıya uğramakta, dükkânınız, tezgâhınız taşlarla tuz-buz edilmekte, yakılmakta, can ve mal güvenliğiniz sıfıra inmiş bulunmaktadır, ne yaparsınız?
Elinize sopa da alırsınız, belinize silah da sokarsınız.
DTP’nin istediği de işte budur.
Ama DTP bunu istiyor, aman alet olmayayım diye bir insan işyerinin yakılmasını seyredebilir, kafasında molotofkokteyli patlatılmasına tepkisiz kalabilir mi?
DTP’nin derdi, “Görüyorsunuz, siyaset yapmamıza izin verilmiyor, görüyorsunuz Türk-Kürt birlikte yaşayamıyor!” dedirtmektir.
Zor durumlarda ne yapıldığını öğrenmek için Türk tarihi sanki her derde deva istiflenmiş bir ecza deposu gibidir.
Falih Rıfkı Atay Çankaya’sında anlatır:
General Parshing’in kurmay başkanı olan general Harbord, Sivas’ta Mustafa Kemal’le görüşürken der ki:
- Türk tarihini okudum. Ulusunuz büyük komutanlar yetiştirmiş, büyük ordular hazırlamıştır. Bunları yapan bir ulus elbette bir uygarlık sahibi olmalıdır. Takdir ederim. Ama bugünkü duruma bakalım. Başta Almanya müttefikinizle dört yıl harp ettiniz, yenildiniz. Dördünüz bir arada yapamadığınız şeyi, bu durumda tek başınıza yapmayı nasıl düşünebiliyorsunuz? Kişilerin intihar ettikleri zaman zaman görülür. Bir ulusun intihar ettiğini mi göreceğiz?
Mustafa Kemal generale “teşekkür ederim” dedi. “Tarihimizi okumuş, bizi öğrenmişsiniz. Fakat, şunu bilmenizi isterim ki biz emperyalist pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş aşağılık bir ölüme mahkûm olmaktansa babalarımızın oğulları olarak vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz.”
General ve arkadaşları sessizce ayağa kalktılar.
“Biz de olsak öyle yapardık!”
Saltanatın dört müttefikle birlikte yapamadığını Ankara hükümeti onca isyanlara ve İstanbul’un onca çelmesine rağmen tek başına yapmış, dünyaya parmak ısırtmıştır.
Yine Falih Rıfkı Atay “En mutlu Türkler O’nun sağlığında yaşayanlardı!” dedikten sonra der ki:
- Evet, Atatürk dönemi bu milletin başı dik olarak yaşadığı bir dönemdi ve bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti bütün dünyada itibar sahibi bir devletti! Hindistan’ın kurucusu Mahatma Gandi, anılarında Türkiye hakkında şunları söyler: “Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni, dünyanın en güçlü devletlerini dize getiren bir büyük devlet olarak tanıdık. Türk Milleti’nin emperyalistlere karşı verdiği mücadeleden ilham da aldık. Fakat Atatürk öldükten sonra Türkiye küçük bir Balkan devleti derekesine düştü!”
Şu anda Türkiye bir yandan Balkanlar ve Asya’ya, diğer yandan Güney Amerika’dan Afrika’ya kadar açılabilen, dünyanın en güçlü askeri güçlerinden birine ve dünyada ilk 20’ye giren ekonomiye sahip bir ülkedir.
Yani asla Sivas Kongresi öncesi ve sonrasının gerçekleştirildiği şartların Türkiye’si değildir bugünün Türkiye’si.
Eğer bugünün Türkiye’si 1920’lerin Türkiye’sinin, eğer bugünün Türkiye Büyük Millet Meclisi 1920 Türkiye’si Büyük Millet Meclisi’nin, eğer bugünün Türk Ordusu 1920’lerin Türk Ordusu’nun başardığını başaramayacak, Misak-ı Milli’yi delik deşik edecek, üniter yapıyı gevşetip Lozan’dan Sevr’e yumuşak geçiş yapacaklarsa...
Kenara çekilsinler...