İsyanı körükleyen asıl kaos!..
Siyaset, magazin, spor vs., hiçbirinin önemi yok aslında "yaşamak" karşısında... Asıl konu "ekmek" meselesi...
Çünkü yokluk, ihtiyaç, çaresizlik ve açlık karşısında insanı eğlendiren-oyalayan tüm aktivite ve eylemler "fasarya"dan ibaret!.. İnsanlığı ayakta tutan asıl gerekçe bellidir; İnsan gibi yaşamak...
Herhangi bir memlekette zaten insanlar isyan etmeye kalkışmışsa, unutmayın ki bunun en büyük nedeni de ekonomik sıkıntılardır... Emperyalizm de ekonomik çıkmazı kullanır, terör de... Çaresizlik her şeyi yaptırır insana...
Yıllar önceydi; ekmeğe zam yapıldı diye bir milyon Arjantinli'nin sokağa dökülmesi yalnızca o ülkede değil, tüm dünyada ders niteliğinde bir sarsıntı yaratmıştı ki, hükümet geri adım atmak zorunda kalmıştı...
Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde baskıcı iktidarların yol açtığı yoksulluk, çaresizlik ve açlık sorunlarının hangi kaotik manzaralara gerekçe yapıldığını ise tüm dünya çok iyi biliyor...
Krallık, hükümdarlık, şeyhlik ve hatta padişahlık özentisi yöneticiler; emperyalizmin "böl-yönet" planının değirmenine kendi pervasızlıklarıyla, ihmal ve sorumsuzluklarıyla su taşıyınca olanlar oldu;
Örneğin; "Arap Baharı" adı altındaki kalkışmalarda halkın yoksulluğu da kullanılırken; Saddam gibi kimler asılmadı, Kaddafi gibi kimler sokaklarda linç edilmedi ve kimlerin hükümdarlıkları yıkılmadı?..
Neler oldu sonra herkes biliyor; şatafat içinde yaşarken halkı fahiş zamlara, ağır vergilere, açlığa ve çaresizliğe mahkûm eden iktidarlar, temelinde aslında petrol hırsı da olan emperyalist tuzakların işgal-ölüm-yağma planlarına zemin hazırladılar... Yani, olan yine halka oldu...
Son dönemde halkın yoksulluk altında da ezildiği Irak, İran, Libya ve Suriye gibi ülkelerin içinde çırpındığı kaos bile halka eziyet edilen, rantın tepelerde paylaşıldığı coğrafyalara hiçbir zaman huzur gelmeyeceğinin kanıtıdır...
Soygunu kim durduracak?..
"Kader"cilik anlayışı tüm İslam ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de toplumu sardığı için Demokrat Parti iktidarının egemen olduğu 1940'lardan itibaren toplum yanlış siyasi kararların insanları kıskaca almasının travmalarını yaşadı...
12 Eylül öncesindeki ağır zamlar, büyüyen yoksulluk, bitmeyen işsizlik ve zengin-yoksul arasındaki uçurum "terör" unsurlarının eylemlerine de bahane edilmişti... Sonucu biliyoruz; ne yazık ki darbe!..
Özal-Çiller iktidarlarında da enflasyon, işsizlik sıkıntıları bitmedi, AKP iktidarlarında ise zirve yaptı...
Yani, neredeyse son 60 yıldır Türkiye'yi kıskaçta tutan kaos gerekçeleri hiç değişmedi; fahiş zamlar, ağır vergiler, yoksulluk- çaresizlik ve bunun karşısında hırsızlığın-yoksulluğun iğrenç zenginliği!..
Türk toplumu iyi ki memleket ve "demokrasi" sevdalısı da, huzurundan geri durmamak adına, çaresizliğe boyun eğdi, "vatan sağ olsun" sloganını en ağır ekonomik çıkmazlar karşısında bile kalkan olarak kullandı...
Peki; ülkenin huzuru açısından bu kadar dirayetli olan bir millet bu kadar ezilmeyi, fahiş zamları, piyasa fırsatçılığını, ezici vergileri, intiharlara sürükleyen enflasyonu, döviz spekülatörlerinin körüklediği buhranı, üretici-tüketici fiyat dengesizliğini, kısacası işsizliği, açlığı, yoksulluğu ve çaresizliği hak ediyor mu?..
Lafı hiç uzatmayalım; Bu ülkede dolar 7 TL seviyesine yükseldi mi, son günlerde ise 5 TL bandına düştü mü?.. Yanıtı; "Evet..."
Peki; "dolar arttı" diye iğneden ipliğe kadar her şeye ağır zamlar yapan piyasa ahlaksızları halkı daha ne kadar soyacak, milleti daha ne kadar kandıracak ve sömürecek acaba?..
Sorular bitmedi; Yükselttikleri fiyatları döviz düşerken, "enflasyonla mücadele" adı altında düşürdüklerini (!) iddia eden sözde ucuzluk marketi zincirleri ve her köşedeki piyasa soyguncularının "etiket" oyunları daha ne kadar sürecek, devlet daha ne kadar seyredecek?..
Sorumuz yalnızca cumhurbaşkanına, tarım, sanayi, maliye bakanlıklarına da değil; tam anlamıyla aslında İçişleri Bakanlığı'na;
Piyasa soygunculuğu da düpedüz hırsızlık, gasp hatta "terör"ken, halkı ısrarla soyanlara karşı operasyonlar bir kaç patates deposundan ibaret olacaksa yazıklar olsun...
Genelkurmay'dan açıklama...
Cumartesi günü bu köşede, "Genelkurmay'ın tuhaf suskunluğu" başlıklı bir yazı vardı...
1.5 ay önce olduğu gibi; Urfalı asker Ömer Faruk Demirkol'un Antep'teki birliğinde "intihar"a sürüklendiği şeklinde iddialara ikinci kez yer vermiştik...
Ve bu "kuşkulu ölüm" olayıyla ilgili hem Genelkurmay'ın hem de Millî Savunma Bakanlığı'nın (MSB) suskunluğunun dikkat çekici olduğunu yazmıştık...
Genelkurmay yetkilileri sonunda ses verdi... Yazının çıktığı gün, Genelkurmay'da daha önce basın-halka ilişkiler yetkilisi olarak görev yapan ve MSB adına arayan Tuğgeneral Erkal Kuzuoğlu, Ömer Faruk Demirkol'un "jandarma" olarak görev yapması nedeniyle olayla ilgili Genelkurmay'ın bir "soruşturma" yürütmesinin mümkün olmadığını söyledi.
Jandarmanın Genelkurmay'dan ayrıldığını ve İçişleri Bakanlığı'na geçtiğini anımsatan Kuzuoğlu, MSB'nin de koordinasyon sağlamak dışında bir müdahalesinin olmadığını ifade etti...
Yani Millî Savunma Bakanlığı diyor ki, "soruşturma" açılacaksa bu İçişler Bakanlığı'nın inisiyatifinde!!!
Bakanlık yetkilileri; Türkiye'de askere alma yetkisinin MSB'ye ait olduğunu, askerlerin sınıflandırmasının da aynı kurum tarafından yapıldığını ifade etmemize rağmen "soruşturma" yetkisinin Jandarma Genel Komutanlığı ile İçişleri'ne ait olduğunda ısrar ettiler.
Bu tuhaf durum tabii ki kafa karıştırıyor ama biz yine de Antep'teki bu gizemli ölüm olayıyla ilgili soruları hem Jandarma Genel Komutanlığı'na hem de İçişleri Bakanlığı'na soralım;
Ailesi ve bizzat kendisinin de internet yazışmalarında dikkat çektiği gibi, Demirkol "baskıyla ölüme" mi sürüklendi?.. "İntihar" ettiği ileri sürülen Demirkol'un gizemli ölümüyle ilgili kapsamlı bir soruşturma var mı, yok mu?..