“İstikrar sürsün diye”dir...
Hiç kusura bakmayın ama size de yaranılmıyor!
Belli ki kalp sağlığınızı düşünmüş Cumhurbaşkanı! Belli ki “sürpriz” bir atama yapmaktan, sizi şaşırtacak, heyecanlandıracak vücut kimyanızı bozacak bir karar almaktan kaçınmış. ve son tahlilde “kendinden bekleneni” yapmakta karar kılmış!
Hal böyleyken, kendi adıma iki gündür kopan fırtınayı anlamakta hayli zorlanıyorum aslında. Abdullah Gül’ün Mümtaz’er Türköne tercihinde “garip” olan ne?
***
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene” lafını her yere yaza yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür” diyen bir Cumhurbaşkanı, elbette “Bu ilkel düzenin senyörleri direniyor; ayrıcalıklarını, saltanatlarını, despotluğu sürdürebilmek için ayağa kalkıyor ve ilk sözleri “Anayasa’da Atatürk’e dokundurtmayız” oluyor. Atatürk heykellerinin, büstlerinin kaideleri üzerine inşa edilmiş çağdışı saltanatlar bunlar” diyen kişiyi atayacaktı...
“Bu resmi ideolojinin tabii karakterleri, bu sistemi kuran tek partinin altı sloganı ile ortaya çıktı. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Hakçılık, Devrimcilik, Devletçilik ve Laiklik. Ama işin ilginç yanı, bu milletin halkı bir araya gelip biz devletçi olalım, laik olalım, milliyetçi olalım diye böyle bir karar vermediler. Bu ilkeler bu millete zorlatma şeklinde dayatıldı”diyen bir Cumhurbaşkanı, pek tabii “Bu sığ ve ilkel ideoloji, bütünüyle geçekliğin çarpıtılmasına dayandığı için ülkemizin ilmen ve fikren gelişmesine engel oldu. Bu zorba azınlığın iktidarını sürdürebilmesi için herkesin Atatürkçü olması gerekiyordu. Atatürkçü olması için de çocukça yalanlara, çarpıtmalara herkesin inanması gerekiyordu.
Gerçeklik duygusu ters yüz edilmiş bir toplumdan hangi başarıyı, hangi performansı bekleyebilirsiniz?
Allah’tan Atatürkçülük metazori, dar ve sıradan beyinler tarafından üretildiği için akıl ve izan sahiplerinin idrak duvarını geçemedi” diyen kişiyi atayacaktı.
“Devletin kutsallığına inanmayan” bir Cumhurbaşkanı o devlet için kolaylıkla “Atarsınız çöplüğe, olur biter” diyen biri varken “seçme” hakkını kimden yana kullansaydı?
“İdeolojisiz bir Anayasa” öneren bir Cumhurbaşkanı doğal olarak “Şu kısır resmî ideolojiden vazgeçmek zorundayız. Resmî ideoloji çökerken, bu güzel ülke ve bu güzel insanlar neden altında kalsın?” diyen birini atayacaktı.
“Türkiye’de 75 yıldan beridir resmi ideolojinin inkarcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulamalıyız” diyen bir Cumhurbaşkanı’ndan kalkıp da Atatürk’ün emanetini “asimilasyoncu, baskıcı” ve dahi “çılgın Türkler”i yere göğe sığdıramayan Turgut Özakman’a filan emanet etmesini beklemiyordunuz herhalde değil mi!
***
Hem size ne vaat etmişlerdi; “İstikrar sürsün diye” değil miydi bir kere daha ülkeyi yönetmeye talip olma nedenleri?
Ne yapsaydı yani adamlar, “Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır. Türkiye’nin yarınında artık Kemalizme veya başka herhangi bir resmi ideolojiye yer yoktur” derken bir anda “U dönüş” yapıp Atatürk’ün emanetine sahip çıkarak istikrarı mı bozsaydılar!
Yeni görevi için biçilmiş kaftan olduğunu gösterdi(!)
Teşekkür yazısı...
Cumhuriyet ulus devlet için bir kalıp biçerken kimse bir yere kaçmasın diye en dar ölçüleri tercih etti.
Sağlıklı bir dengeyi, bütünleşmeyi ve toplumsal barışı sağlayan dinamikler yerle yeksan edilirken yenileri oluşturulamadı. Bu daracık elbise hâlâ duruyor. Eski bir hatıra gibi; siyah-beyaz bir fotoğraf gibi. Bir işe yaramıyor ve kullanılmıyor. Bu elbisenin içinde kimse kalmadı. Değiştirmeyi ise henüz başaramadık. Her tarafı sökülmüş, paçaları dizlerimizde, kolları dirseklerimizde bu modası geçmiş ulus-devlet elbisesinin içinde çok komik ve garip duruyoruz.
Cumhuriyet Türkiyesini gayrı meşru ilan etti
Diyanet’in ’mele’ uygulaması, Cumhuriyet’in resmî ideolojisine, bu ideolojiye hayat veren temel yasalara aykırı. Şöyle diyelim: Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu tepeden tırnağa ihlal eden Doğu’daki medreselerden yetişenlere, anayasal bir devlet kurumu, yani Diyanet İşleri Başkanlığı kadro tahsis ederek bu eğitime resmiyet ve meşruiyet kazandırıyor. Resmî ideolojinin o daracık sınırlarına aldırmadan, bu ülkenin hatta devletin geleceğini esas alarak cevaplayalım: Doğru mu yapıyor? Kesinlikle. Bu uygulama ile gerçekte medreseler değil, bizatihi devletin kendisi vatandaşları nezdinde meşruiyet kazanıyor. Üstelik bu meşruiyete en çok ihtiyaç duyduğu bölgede.
Federalizmi yapılandıran bir “Yeni anayasa” önerdi
Bütün bu sorunlar ulus-devletin dar ve boğucu yorumlarından çıktı. Üniter devlet bir ulus devlet formudur. Ama federal devlet de bir ulus devlet şeklidir. Özal, Kürt sorunu için ’federalizm bile tartışılabilir’ dediği zaman ulus-devlet dışında bir şey söylemiyordu. Kürt sorunu, uzlaşma dışındaki bütün çarelerin tüketildiği istikamette ilerliyor. Çözüm ulus-devleti Kürtlerin kendilerini içinde rahat, eşit ve onurlu bir şekilde yer alacakları bir şekilde yeniden inşa etmek. Dar gelen elbiseden kurtulup, filinta gibi duracağımız çağa uygun bir ulus devlet elbisesi dikmek. Ne ile? Elbette anayasa ile.
“Güç bende artık” deyip meydan okudu
Bu dar elbisenin çöpe atılması ve yeni anayasanın son model bir ulus devlet formunda yapılması lâzım. Korkacak bir şeyimiz yok. Kaybettiklerimizin hepsi geride kaldı. Kendi çıkarları peşinde ülkeyi sağa sola savuranların artık sesi çıkmıyor. Kontrol bizde, yani halkın elinde. O büyük enerjiyi gelecek için mucizelere dönüştürmek için her şeyimiz var. Mümtaz’er Türköne Zaman
Höt zöt politikasıyla varılan yer
İki sene önce... Fransa’nın Nancy kentine bağlı Pont-a-Mousson kasabasındaki Jacques Marquette Lisesi’nin tarih dersinde Ermeni soykırımı işleniyordu. Sınıfta bulunan beş Türk öğrenci, soykırım iddiasını reddetti, öğretmenle çatır çatır tartıştı. Öğretmen kızdı, çocukları sınıftan attı.
Haftaya... Aynı öğretmen sınav yaptı, “Ermeni soykırımını anlatın” dedi. Dört Türk öğrenci dilleri döndüğünce “soykırım yoktur”u anlatırken... 13 yaşındaki Mustafa, çocuk aklıyla sinirlendi, “varsa da hak etmişlerdir” yazdı. Anında disiplin’e verildi. Okuldan uzaklaştırıldı.
Mustafa’nın babası derhal okula çağırıldı, “Oğlunuz Fransız yasalarına karşı suç işledi” diye fırçalandı.
***
“Çocukla kan davası” başlatan okul yönetimi, bu sefer Mustafa’yı çağırdı, affedilmen için şans tanıyoruz, “Ermeni soykırımı, insanlığa karşı suç” konulu ödev hazırlayacaksın denildi.
Mustafa n’aaptı? Buyrun size, Fransa’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşu COJEP’in raporları dedi... COJEP’in soykırım olmadığını belgeleriyle anlatan raporlarını ödev olarak verdi. Okul morardı.
Ancak... Diaspora, mevzuya balıklama atlamıştı. “Fransa soykırımı tanıdı ama, soykırımı inkâr yasasını çıkarmadığı için sadece tanımanın bir anlamı yok” kampanyası başlattı... İki sene geçti. Fransız “horoz”u dölledi. Yumurta kapıya dayandı!
***
13 yaşındaki Mustafa ödevini başarıyla yapmıştı ama, koca koca adamların yönettiği Türkiye yan gelip yatmış... Uyumuştu.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Bu isimler size bir şey hatırlatıyor mu
Eğer iktidar sözcüleri ve yandaş medyanın şişirdiği kadar büyük ülke olsaydık Fransa böyle bir tertip hazırlamaya cesaret edemezdi... Büyük ülkeyi bir başka ülke bu şekilde hiçe sayamaz... Sayarsa cevabını misliyle alacağını bilir. Çekinir.
CHP’li Osman Coşkunoğlu geçtiği mesaja güzel bir son cümle eklemiş:
“Uluslararası ilişkilerde güç olmayı öğrenmek için Atatürk ve İsmet İnönü’yü saygı ve dikkatle okumak gerekir, onları reddetmek değil...”
Cumhuriyet Türkiyesi tutarlı, kişilikli, onuru ön planda tutan bir dış politika izlemişti. Bugün ise adımız sadece taşeron ülke... Dış politikada başarılı olmak için içerdeki güçleri büyütmeniz gerekir...
Bizde tersi yapılıyor. İsviçre’deki soykırım yasasına karşı mücadele eden Talat Paşa Komitesi terör örgütü muamelesi görüyor... Rus arşivlerini tarayarak Ermeni soykırımı iddialarını aydınlığa kavuşturmaya çalışan Mehmet Perinçek - suçunun ne olduğunu hâlâ kimse öğrenemedi- hapiste... Soykırım iddiaları konusunda çalışmalar yapan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Halaçoğlu da Ermenistan’ı memnun etmek için görevden alındı hatırlarsanız...
O Ermenistan ise bugün perde gerisinden Fransa’yı üzerimize salıyor.
Yakında diğer AB ülkelerini de hareketlendirecek. Dört milyonluk ülke diye küçümsediğimiz Ermenistan dış politikada cüssesinin çok üzerinde bir güce sahip.. Çünkü iç ve dış politikası ulusal çıkarlarına ve güttüğü davalara göre şekilleniyor. Bizimki ise gündelik beklentilere göre...
Üstelik bu ülkenin cumhuriyet tarihi bugüne ışık tutacak dış politika dersleriyle doludur...
Melih Aşık / Milliyet
Urfalıların kovaladığı eli silahlılar, çantalarla dönüp vatanı satın aldılar
Her sene 11 Nisan günü saat 11.30’da dayak yerdi...
11 Nisan bizim Urfa’nın Fransız işgalinden kurtuluş günüdür. Kutlamalarda temsili savaş sahnesinde bizimki düşman kumandanı “Sacor” rolünde...
Kurusıkı silahlar patlayıp da tabii düşman kaçmaya başlayınca... Tribünlerde kim varsa atlıyor aşağı, “Allah... Allah...” diyerek önce bunu yakalayıp bir güzel dövüyorlar...
Sonra... Sonra uğruna çok insanın şehit olduğu o tepelerdeki çimento fabrikasını Fransızlara sattı özelleştirme...
Urfalıların kovaladıkları eli silahlılar, bu kez çantalarla dönüp oraları parayla satın aldılar...
Tıpkı bizim Gima gibi...
2005’te gitti Fransız’a...
Ziraat Bankası’nın sigorta şirketi, banka, gıda işletmeleri, cam sanayii, ulusal turizm kuruluşları, kıyılardaki cennet koylar... Tümü milletin malı... Bu ulusun öz varlıkları gitti gider... Sen aptallık yap... Dayağı Hilmi yesin...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
İlahi Mengi Allah da seni güldürsün e mi
Sarkozy bugün Cumhurbaşkanı ama onurlu bir yenilgiyi kabullenecek asalete sahip değil maalesef... İlk şantaj denemesinde “Tarih yazmak parlamentoların işi değil” diyordu.
Şimdi bu sözünü hatırlatacağından korktuğu için Türkiye Cumhurbaşkanı Gül’ün telefonuna çıkmıyor!
Güngör Mengi / Vatan
Eğer Türkiye’yi söyledikleri gibi Ortadoğu’nun lider ülkesi yapmış olsalardı bugün Ortadoğu’da “Arap Baharına benzer bir rüzgar” dalga dalga; Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da, Yemen’de, Suriye’de, Irak’da yükselir; milyonlar meydanlara akarak; “Biz de soykırım yapıldığını düşünmüyoruz” diye ifade özgürlüklerini yükseltirlerdi. Hani nerde İslam dünyası! Hani nerde Afrika ülkeleri!
Necati Doğru / Sözcü