İstifanın olmayan anlamı
AKP, tek başına iktidara geldiği 2002 yılından itibaren ’devlet’i kendisinin, “derin devleti” ise devlet görevi yapan güç odaklarının temsil ettiğini dillendiriyordu. Seçilmişlere karşı atanmışların baskısından yakınıyor, her türlü yasa dışılığın kaynağında oligarşi ve bürokrasinin vesayetinin olduğunu iddia ediyordu. Kendisinin temsil ettiği toplum zeminini “Kara Türk” olarak niteliyor ve bu kesimin “Beyaz Türkler”in baskısı altında tutulduğunu söylüyordu. Halka da bu baskıyı kırmanın yolunun kendisine güçlü bir destek vermesinden geçtiğini anlatıyordu.
Açıkçası AKP, kendisini “vesayetçi rejimi” yıkmakla görevli sayıyordu. Bu bağlamda başta TSK, Emniyet olmak üzere HSYK, YÖK, Anayasa Mahkemesi’ne ve merkez medyaya yeni bir çekidüzen verilmeliydi. “Anayasa Değişikliği” gerçekleştirilerek HSYK, YÖK yönetimi yandaşlaştırılarak üniversiteler, medya korkutulup sindirilerek, merkez medya satın alınarak, yandaş medya denetim altına sokuldu. “Ergenekon”, “Balyoz” operasyonlarıyla da TSK kontrollü bir denetime tabi tutuldu. Bu operasyonlar gerekçe gösterilerek kuşkulanılan komutanlar hakkında iddialar ortaya atılıyor, ardından da ya tutuklanıyor ya da etkili bir konuma gelmeleri engelleniyordu.
Halk arasında “en güvenilir kurum” olması sebebiyle TSK’ya yönelik müdahale sezdirmeden, ince yöntemler kullanılarak ve uzun vadede gerçekleştirildi. AKP iktidarının dokuz yılı her konudan daha çok TSK’yı edilgenleştirme ve itibarsızlaştırma faaliyetlerine yoğunlaştırıldı. Emniyet-asker gerilimi bu nedenle çıkarıldı. Demokrasi ve güvenlik karşılaştırmaları bu yüzden ortaya atıldı. “Kozmik Oda” operasyonları bu nedenle yapıldı.
AB’nin malum mahfilleri de Türk halkının ordusuna güveninin bu denli yüksek olmasını, demokratikleşmenin önündeki en büyük engel olarak ilan etmişti. Dünya Değerler Araştırması’nın Türkiye ayağıyla ilgili olarak Bahçeşehir Üniversitesi’nin yaptığı son araştırma, TSK’ya halkın duyduğu güvende büyük bir kayma olduğunu göstermektedir. Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve ondan öncekiler, öncelikle TSK için itibar infazına karşı gerekli önlemleri almalıydı. TSK’yı yalnız cepheden fiziki saldırılara değil, aynı zamanda psikolojik operasyonlara karşı koyacak biçimde de yapılandırmalıydılar. Aktütün’den şehit haberleri gelirken “golf” oynayan komutanlar, Heron iddialarına halkı ikna edecek cevapları vermeliydiler. “Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” türünden yaklaşımla gelinecek nokta burasıdır.
Bir de Orgeneral Koşaner, TSK’ya yönelik yayınladığı mesajda şunları diyor: “173’ü muvazzaf 250 subay tutuklu.../...hiçbiri kesin yargı kararı bulunmayan 14 general/amiral ve 58 albay bu YAŞ’ta değerlendirmeye girme hakkını kaybetti. Soruşturma ve tutuklamaların amacı TSK hakkında bir suç örgütü izlenimini yaratmaktır... Personelimin hak ve hukukunu koruma sorumluluğumu yerine getirmeme engel olundu”.
İyi de bütün bunlar bugün, bu döneme özgü olgular değil. AKP’nin tek başına iktidara gelmesiyle bu süreç başlamıştı. İstifa neden bu şûra öncesinde geldi. Bu istifalar AKP’nin elini daha da güçlendirmeyecek mi? Askerin sitem, istifa ve çaresizliğe teslim olma hakkı var mıdır? Komutanların istifası sıradandır. Bu istifalara kimse gerçekle ilgisi olmayan anlamlar yüklememelidir.