İşte gerçeğin ta kendisi!

Kafkaslarda, Balkanlarda, Ortadoğu ve Asya’da kıran kırana bir ABD-Rusya rekabeti sürüyor.
Suriye bu rekabetten kârlı çıkıyor.
İsrail bu rekabetten kârlı çıkıyor.
Kıbrıs Rum Kesimi ve dolayısıyla Yunanistan bu rekabetten kârlı çıkıyor.
Fener Patrikhanesi fırsatı değerlendiriyor, Rus Patrikhanesi’ne bağlı Polonya Ortodokslarını kendine bağlayarak bu rekabetten kârlı çıkıyor.
Barzani bu rekabetten Kerkük ve Telafer’e kadar genişleyen bir “devletçik” kotararak kârlı çıkıyor.
İran bu rekabetten kârlı çıkıyor.
Ermenistan bu rekabetten kârlı çıkıyor.
Hindistan ve Çin bu rekabetten kârlı çıkıyor.
Avrupa Birliği bu rekabetten kârlı çıkmaya çalışıyor.
Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Asya’daki Rus-ABD rekabetinde Türkiye öyle bir konumda ki, ağırlığını hangi tarafa koysa o taraf yarışın galibi olacakken, ilginçtir, bu işlerden zararlı çıkan tek ülke Türkiye oluyor...
Kıbrıs’ı kaybediyor.
Irak’ın kuzeyinde gözü ve etkisi Türkiye’nin Diyarbakır’ına kadar uzanan, arkasına ABD ve AB’yi almış bir devlet kuruluyor.
Toprak bütünlüğü tehlikeye giriyor.
Nesi var nesi yoksa satıyor, ama borcu azalacağı yerde çoğalıyor ve öyle bir noktaya geliyor ki yalnızca borçlarının faizi olarak yabancılara her hafta bir milyar doların üzerinde bir miktarı Türk halkının alın terinden yabancı tefecilere aktarmak zorunda kalıyor.
Yabancı ülke elçileri, bilhassa ABD’liler, özellikle de Adana Konsolosu Güneydoğu’yu mesken tutuyor ve Kürtlere, “Bırakınız Türklerle bir arada yaşamayı, ayrı yönlerinizi öne çıkarın, arkanızda bizi bulacaksınız!” propagandası yapmayı sürdürüyor ve milli bütünlüğe yönelmiş şer tezgâh böylesine apaçık ortadayken ülkeyi yönetenler “Mahalli İdareler Yasası” kılıfı altında Türkiye’yi federasyonlara bölmenin adımlarını atmaya hazırlanıyor.
Topraklar satılıyor.
Bankalar, ülkenin en kârlı, en stratejik şirketleri bir bir yabancıların eline geçiyor. Üyesi hiçbir ülke bir tek limanının bile özelleştirilmesine izin vermezken Türkiye’de deniz ve hava limanları yangından mal kaçırır gibi özelleştiriliyor, böylece ülkenin gümrük kapıları Türk devletinin kontrolünden çıkıyor...
Özetle Balkanlar, Kafkaslar, Asya ve Ortadoğu’daki ABD-Rusya rekabetinde Türkiye özellikle Batılılar ne isterse veriyor, hatta onların istemeyi akıl erdiremedikleri şeyler için bile, “Size şunları da verebilirim” diye masanın üzerine koyan taraf oluyor, bunun adına da, “Kazan-kazan”
diyebiliyor.
İran ve İsrail kadar olmaktan vazgeçtik, Suriye kadar bile olamıyor.
Barzani kadar olamıyor.
Kıbrıs Rum Kesimi kadar olamıyor.
Ermenistan kadar olamıyor.
Oysa ne Suriye’nin, ne Ermenistan’ın, ne Rum kesiminin, ne Fener Patrikhanesi ve ne de Barzani’nin aralarındaki acımasız rekabette Rusya ve ABD’ye Türkiye’nin yüzde biri kadar imkân sağlama ve engel koyma kabiliyetleri yok.
Ekonomisi, stratejik konumu, tarihî kabiliyeti ve askeri gücü böylesine nimetler sunarken askerinin başına çuval geçirilen ülke Türkiye oluyor.
Ermeni soykırımını kabule zorlanan ülke Türkiye oluyor.
Londra ve Zürih anlaşmalarından doğan hakkını kullanamadığı için Rum kesimine AB üyeliğini kaptıran ve adada “İşgalci” olarak suçlanan ülke Türkiye oluyor.
Böylesine münbit bir ortamdan ülke olarak kazandığımız hiç ama hiçbir şey yok. Ülke her geçen gün kan kaybediyor, kurumlar birbirleriyle kavgalı hale getirilmiş bulunuyor.
Üstelik tam bu noktada çok iğrenç bir başka şey oluyor.
Hani Bandırma’da Ro-Ro gemisi battı, can ve mal kayıpları yaşandı ya...
Ve işte bâzı şerefsizler bu felâketi kendileri için kâra çevirmek amacıyla kıyılara koşup sahile vuran malları yağmalamaya yeltendiler ya...
Filler tepişirken kendini ezdiren Türkiye’de de bâzıları “Allah, Allah” diyerek koşuyor, bekliyoruz ki elden tutacak, yardım edecek, ayağa kaldıracak, oysa o, fırsat bu fırsat diyerek cepleri yokluyor, ülke nimetlerini talana koyuluyor, çoluk çocuğuyla sürekli semir babam semiriyor...

Yazarın Diğer Yazıları