İstanbul'un arazilerinde neler dönüyor?..

Şöyle bir bakınız çevrenize, devlet diye bir olgu eskisi kadar içten, samimi, güçlü ve güven verici biçimde ayakta mı?..

Bürokrasi eskisi gibi devletin kurallarına- kaidelerine bağlı mı?..

Torpil-rüşvet- liyakatsızlık üçgeninde, haksızlığın büyük boyutlara ulaştığı bir dönemde, devlete güven eskisi gibi mi?.. Toplum başı sıkıştığında devletin kural ve kaidelerine sığınınca, gerçekten hak-hukuk- adalet denilen dayanak eskisi gibi yeterince harekete geçebiliyor mu?..

Yüzlerce anket yapılsın bakalım; toplumun, siyasetin yönettiği devlete ve bizzat siyasetin adaletine, liyakatla ilgili özene zerre kadar ilgisi ve desteği kaldı mı acaba?..

"Devlet malı deniz, yemeyen domuz" şeklindeki utanç verici deyimin onlarca yıldır daha gür biçimde seslendirildiği bir ülkede, devletin malını korumaya yönelik çocukluktan beri toplumun her bireyine aşılanan o ahlak- dürüstlük ve bağlılık ilkeleri ne kadar ayakta?..

Tüm bu sorular şaşırtıcı olduğu kadar, en çok da kahredici...

Çünkü devlet denen olgu; sadece ulusu ve ülkeyi koruyarak değil, aynı zamanda milli kaynakları ayakta tutarak, toplumu daha müreffeh bir yaşam seviyesine yükselterek, tüyü bitmemiş yetimin hakkını sonuna kadar koruyarak, ulusal sınırlar içerisinde tüm değerleri- tüm varlıkları ayakta tutarak kendini gösterebilir ve varlığını sürdürebilir...

Peki; AKP''nin iktidara gelişi ile birlikte, cumhuriyetten rövanş alma çabaları rejimin tüm sınırlarını zorlarken, bir yandan sistemle savaşanların, diğer yandan da cumhuriyeti var eden kural ve kaidelerin yanı sıra, fabrikaları -arazileri ve ulusal kaynakları adeta yağmalarcasına tüketmesine ne demeli?..

Adım adım talan...

Türkiye sadece bürokratik güven, hiyerarşi ve sistem açısından değil; ulusal kaynaklar bakımından da hızla tüketiliyor, adına özelleştirme denilen talan yetmemiş gibi, bir de ulusun malları üzerinde dehşet verici bir erozyon var ki, durdurulamıyor...

Baksanıza; genç cumhuriyetin ayağa kalkması, gericilik ve geri kalmışlığın cenderesinde tükenmiş bir toplumun kalkındırılması için, Atatürk''ün talimatıyla inşa edilen onlarca fabrikanın özelleştirme yağmasıyla yok edilmesi yetmemiş...

Yap- işlet- devret talanıyla, yolların- köprülerin- hastanelerin- havaalanlarının rantiyeye teslim edilmesi ve bu yöntemle devletin milyarlarca lira zarara uğratılması da az gelmiş...

15 Temmuz''daki darbe girişimi bahane edilerek, kent dışına taşınan askeri birliklerin, metropollerin göbeğindeki milyarlarca lira değerindeki çok önemli arsalarının yandaş müteahhitlere peşkeş çekilmesiyle yetinilmemiş...

Şehir merkezlerinde, AKP''li belediyelerin yeşil alanları imara açması, hata deprem sırasında insanların toplanacakları alanlarda AVM''lerin ve plazaların yükselmesine göz yumulması yeterli gelmemiş...

Ege ve Akdeniz''de, sahillerin- körfezlerin- koyların, bir vakıf aracılığıyla kontrol altına alınarak imara açılması bile siyaset- rantiye hattındaki işbirlikçiliğin gözünü doyurmamış...

Ve nihayet tarım hızla yok edilirken, en sıradan gıda maddesinde dışa bağımlı hale gelinirken, Türkiye''nin en önemli yaylalarının- ovalarının yeşil alan statüsünden çıkarılması ve koruma kararlarından vazgeçilmesi de, sırtını siyasete dayayan rantiyeciliğin hızını kesememiş...

Peki; millet "fakru zaruret içerisinde harap ve bitap düşmüş"ken, devleti var eden kurum ve kuruluşların yanı sıra, milli kaynakları tüketmek için hız kesmeyenlerin son dönemdeki çabalarına ne demeli?..

Yok.. yok... Adına "beşli çete" denilen yandaş müteahhitlere devlet ihalelerinin yağdırılmasından söz etmiyoruz...

Durmuyor velhasıl siyaset- rantiye işbirliğinin o sinsi ve açgözlü çabaları...

Marmara Üniversitesi''nde neler oluyor?..

Toplumun suni gündem karmaşasında oyalandığı bir dönemde, Türkiye daha nelerini kaybediyor acaba?..

Son günlerde gazetelere siyaset-rant işbirliğinin öyle kahredici örnekleri yansıyor ki, bir yandan "bu ne pervasızlık" diyorsunuz, diğer yandan da "yeter artık!.."

İşte İstanbul''da rantçıların daha nerelere göz koyduğunu apaçık ortaya çıkartan ve büyük kuşkulara dikkat çeken o vahim haberlerden bazıları;

- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, doğal sit alanında bulunan Boğaziçi Üniversitesi çevresi ve yakınlarının bir bölümünü "nitelikli koruma alanı"na, bir bölümünü ise "Sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı"na çevirdi... Yani rektör dayatmaları boşuna değilmiş, çünkü bölge yapılaşmaya açılıyor...

- "AKP''nin yönettiği Tuzla Belediyesi''nin ilçedeki parkları bundan sonra yap-işlet-devret modeliyle yaptıracağı ortaya çıktı...

- Ulaştırma Bakanlığı''nın, yeni yapılan 69 kilometre uzunluğundaki iki yeni metro hattını İstanbul Belediyesi''ne devretmemek için plan hazırladığı ve bunları işletmek için şirket kuracağı ortaya çıktı...

Gazetelere yansımayan bir önemli haberi de biz yazalım;

Söyler misiniz; Boğaziçi Üniversitesi çevresinde, sit alanındaki arazilere göz konulduğu ortaya çıkmışken, İstanbul Göztepe''de 200 dönümden fazla değerli arazi üzerine kurulu olan Marmara Üniversitesi''nin fakülteleri neden Kartal Cevizli ve Maltepe''de, eski Kenan Evren Kışlası''nın dağ başındaki arazisine taşınıyor?..

Kadıköy''de, tam da Fikirtepe dönüşüm bölgesinin yanıbaşında bulunan milyarlarca lira değerindeki o çok önemli arazi üzerinde nasıl bir oyun oynanacak?..

Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, neden bir başkası değil de, bu üniversitenin rektörü Erol Özvar''ı YÖK başkanı yaptı acaba?..

Hiç kuşkunuz olmasın; Marmara Üniversitesi tamamen taşınınca, bu tuhaf göçün perde gerisi deşifre olacaktır!..

Bakalım arkasından neler çıkacak?.. Üniversitenin o devasa kampüsüne Göztepe Özgürlük Parkı''nın dibine dikilen o utanç verici gökdelenlerin benzerleri mi yapılacak, bölge yap-işlet-devret rantiyecilerine mi verilecek, yoksa arkasından Katar ve benzerleri mi çıkacak?.. Muhalefetin acilen bu konular üzerinde yoğunlaşmasında yarar var...

Yazarın Diğer Yazıları