İstanbul’daki müzeyi de cunta mı yağmaladı?
Fişlemeler, terörist eylemler derken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın dün bazı gazetelere manşet olan açıklamasından sonra “darbeci”lerin suç hanesine bir madde daha eklendi: Tarihi eser kaçakçılığı!
Daha adileştirmek mümkün: Hırsızlık!
Kenan Evren’in emekliliğinde depreşen ressamlık hevesi şüphe çekmiyor değil! Ama öyleyse de, kimi kime şikayet ediyorsunuz? Gördüğü halüsinasyonları yargılayıp, darbecileri köşkte ağırlayan ben değilim herhalde!
Elalemin en teknonoljik düzeneklerle gözü gibi baktığı tablolar bizde muhtemelen odacıların sırtlarında o makam senin, bu çalışma ofisi benim, şu bakandan, bu başkana ve hatta ‘saray’larda yaşamak isteyen ‘first lady’lerin fiskos masalarına ‘fon’ niyetine de dolaştırılmıştır...
Buna rağmen bir Kültür Bakanı kalkıp da ”Müze Nisan 1980’de açıldı. 12 Eylül’de de darbe olmuş. O dönemin üst makamlarına tablolar hediye edilmiş“ diyebilir mi? Madem böyle bir illiyet bağı var; 1937’de açılan İstanbul Resim Heykel Müzesi’ndeki talanın hesabını hangi darbe ve dabecilerden soracağız? Müzenin Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesinde olduğunu da hesaba katarak, açılışı takip eden sene, yani 1938’in 10 Kasım’ındaki ‘darbe’yi ‘sevinçle karşılayanlar’ mıdır dersiniz 50-60 yıldır yılan hikayesine dönen tadilatın sorumluları? Milletin tarihi ile kaynaşma alanı olarak tasarlandığı için, Atatürk’ün “ulus-devlet” projesinin önemli adımlarından olan bu müzenin, Başbakan’ın “çalışma ofislerine doyamadığı” sarayın bahçesinde kaderine terk edilmesi normal mi?
Bir Kültür Bakanı, Atatürk’ün müze binalarını, milli kültür mirasımızın korunmasına vesile olsun diye, ‘özellikle’ tarihi binalardan seçtiğini bilmez mi ki, kendini “Resim Heykel Müzesi, müze olarak yapılmamış. Bu yüzden sıkıntılar yaşıyoruz” diye savunur?
Bir Kültür Bakanı yağmaya karşı tedbirini “Kamu kurumlarına tablonun aslını değil, reprodüksiyonunu vermek” olarak açıklarsa, biz gazetecilere de şu soruyu sormak düşmez mi:
Ya özel kurumlar? Holdinglerin fahiş giriş fiyatlarıyla gezilebilen salonları? Oralara da “reprodüksiyon” mu veriyorsunuz?
Picasso’lar, Dufy’ler, Matisse’ler... Merakımdan soruyorum yerli yerinde duruyor mu?
Gittiğimde İbrahim Çallı’nın Manolyalar’ını görebilecek miyim mesela? Cemal Tollu’nun Atlar’ını? Hikmet Onat, Hüseyin Avni Lifij, Sami Yetik, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabri Berkel, Refik Epikman... Müzeye kayıtlı eserler, bugün, şu saatte gittiğimde görebileceğim vaziyette mi? Ki orda olmaları yetmez; nemden ne haldeler, çatladılar mı, patladılar mı, hurdaya mı çıkarıldılar?
Toplumun büyük bölümünün aç, açıkta olması en büyük şansınız. 10 kişiden 9’una “Şeker Ahmed Paşa” deseniz, “hı?” cevabı alacağınızı bilmenin rahatlığı içindesiniz belli... Ama emin olun 10 kişiden 1 kişi bile olsa, bir gün bir yerde, Odatv.com’dan A. Mümtaz İdil’in sorduğu şu soruyu soracaktır size: “7 yıldır niye yapmadınız?”
1 kişi deyip omuz silkmeyin, 1 oy çok şey değiştiriyor biliyorsunuz...
Al o oyu, dedene karşı kullan
‘Soykırım’ iftirasına ‘evet’ oyu kullanan Van’lı Gulan Avcı’ya, “haddini bilmeyen cahil cühela” diyen Fatih Altaylı, Kürt vekili tarihiyle yüzleştirdi: Ermeni isyanlarını bastıran Hamidiye Alayları dedelerinden oluşuyordu!
İsveç parlamentosu soykırım kararını onaylarken, dengenin değişmesini sağlayan tek oyu kullanan kişi Türkiye kökenli bir Kürt. Gulan Avcı.
İsveçli Kürt parlamenter Gulan Avcı, oyunu verdikten sonra şöyle diyor:
“Türkiye geçmişiyle yüzleşsin diye oy verdim. Oyumun belirleyici olduğunu biliyorum. Bu gerekliydi.”
İsveçli Kürt milletvekili, verdiği oyla Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmesini sağlıyor ama acaba kendi tarihiyle yüzleşmeyi bilecek kadar bilgisi ve haysiyeti var mı merak ediyorum.
Çünkü eğer böyle bir yüzleşme
yapmaya kalkışırsa, tarihe biraz geri dönmeyi becerirse, görecekleri çok da hoşuna gitmez.
Çünkü Gulan Avcı’nın “soykırım” olarak tanımladığı şey, Doğu Anadolu’daki Ermenilerin bir bölümünün Ruslarla ve daha sonra Fransızlarla birleşerek tebaası oldukları Osmanlı Devleti’ne karşı isyanının bir sonucudur.
Ve Gulan Avcı belki bilmez belki bilmek istemez ama o isyanların bastırılmasında Osmanlı Devleti “Hamidiye Alayları”nı kullanmıştır.
Ve doğası gereği, o bölgedeki Hamidiye Alayları da Kürtlerden oluşuyordu.
Ve zaten isyancı Ermenilerin öldürdüğü bölge halkı arasında Kürtler de vardı.
Gulan Avcı’nın “soykırım” dediği şeyi yapanlar, büyük ihtimalle kendi dedeleriydi.
Ya da onun dedesini öldürenlerin ırkdaşları.
Böyle bir yazı yazmaktan çok mutlu olmadığımı itiraf etmeliyim.
Ama haddini bilmeyen cühelaya bazen böyle yazmak gerekiyor.
l Fatih Altaylı / Haber Turk
Onurunu koruyamayanı böyle şamar oğlanı yaparlar
Cumhurbaşkanı Gül, İsveç Parlamentosu’ndan geçen soykırım tasarısı için “Önemli değil” demiş. Kendilerinin
kişisel mutluluğu için önemli olmayabilir. Ama ülkenin ulusal gururu ve onuru adına önemli bir olumsuzluk bu...
İsveç’te bu gelişmeyi yakından izleyen Yazar Abdullah Gürgün notlar
yollamış:
- Bu önergede artık sadece Ermeniler yok. Süryani, Asuri, Keldani ve Pontus Rumları da var.
- Bu önergede yalnız İsveç’in kabul etmesiyle yetinilmiyor. Soykırımın Avrupa Birliği’ne, Birleşmiş Milletler’e ve Türkiye’ye kabul ettirilmesine çalışılacağı karara bağlandı...
- Uluslararası Hukuk Profesörü Ove Brink’e göre soykırımı tanımak yetmez, kurbanlara sembolik bir tazminat
verilmelidir. Sırada ne olduğu sanırız anlaşılmaktadır.
- İlginç bir söylem de İsveç Parlamentosu’nun Yunan kökenli milletvekili Nikos Papadopulos’dan geldi: Nikos, “1915 -1925 arası Osmanlı’nın yaptığına soykırım denir” dedi. Böylece soykırım 1925’e uzatıldı!
- Çok yakında soykırım diğer İskandinav ülkelerinde gündeme gelecektir.
- Tasarı geçtiği takdirde yaptırımlar uygulanacağı, Başbakan’ın İsveç gezisini iptal edeceği vb, açıklansa bunun bir anlamı olabilirdi. Ama hükümet hiçbir ön tepki koymadı.
- Banu Avar İsveç hakkında bir belgesel yaptı ve belgeselde Laponlara uygulanan haksızlıkları dile getirdi diye geçmişte ortalık birbirine girdi. İsveç Dışişleri anında devreye girdi. Banu Avar’ın programı kaldırıldı sonra da zaten kendisi yok edildi.
- Bir ülke onurunu korumasını bilmezse elbette dünyanın şamar oğlanı olacaktır.
l Melih Aşık / Milliyet
Ermeni soykırımını tanıyan İsveçli soylu parlamenterler, şu an Irak’ta Afganistan’da süren katliam için ne düşünüyorsunuz?
Akif Kökçe
Üçlü zirve yeni bir Dolmabahçe miydi?
Önce eski Genelkurmay Başkanı’nda gördük bu tavrı. Henüz Genelkurmay Başkanı bile olmamıştı ki yayılan söylenti şuydu: “Büyükanıt Paşa Atatürk ilkeleri ve laik Cumhuriyet konusunda çok hassastır. İktidar önünü kesmek için çok çaba harcıyor.” Sonra Paşa göreve geldi. Bir iki irtica çıkışı yaptı. Sonra ünlü 27 Nisan bildirisini yayınladı. Ardından Başbakan kendisini Dolmabahçe’de bir görüşmeye çağırdı. 2.5 saat süren görüşmeden sonra her ikisi de çok gizli görüştüklerini, konuşulanların ikisi arasında kalacağını tek tanığın ise Allah olduğunu açıkladılar.
Bu görüşmeden sonra Paşa’nın süngüsü düştü. Ardından İlker Başbuğ göreve geldi. Başbuğ’un Büyükanıt’a benzemediği söylendi. Paşa da önce buna yönelik bir iki çıkış yaptı. En son “Benim de bildiklerim var, açıklarım” dedi. Başbakan tıpkı eski paşaya yaptığı gibi Başbuğ’u görüşmeye çağırdı. Bu kez işe daha bir ciddiyet kattı ve toplantı Cumhurbaşkanı’nın huzurundaki bir zirveye dönüştü.
Başbuğ da tıpkı Büyükanıt gibi bir Dolmabahçe toplantısına mı zorlandı? Bu toplantıda neler konuşuldu, zabıt tutuldu mu? Bu görüşme de üçlü arasında sır olarak mı kalacak yoksa kısmen de olsa açıklanacak mı? Bu toplantıdan sonraki gelişmeler hayli kuşkulandırıcı. l Can Ataklı / Vatan
GÜNÜN SÖZÜ
DTP’nin eş başkanlarını bilirdik, BOP projesinin Türkiye eş başkanlarını bilirdik ama TSK’nın EŞ-başkanlarını doğrusu çok tuttuk. Atatürk’ün kadınlara verdiği önemi şimdi daha iyi anlıyoruz. Erkeklerin dile getiremediklerini Anıtkabir’de göz yaşları ile ortaya döken sayın Başbuğ’u kutluyoruz... l Engin Balım
Niçin kızıyorsunuz, kendiniz istediniz
Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden ülkelere niçin kızıyorsunuz?.. Siz değil misiniz; Türk devlet güçlerinin her türlü melaneti! yaptığını ve yapacağını mahkemelerde kanıtlamaya çalışan?.. Şu aşağıdakiler, 1915’lerdeki Ermeni soykırımı iddiaları mı, yoksa 2010 yılında iktidar ve yandaşlarının kendi ordusu hakkındaki iddiaları mı: “Yüzlerce kişiyi asit havuzlarında erittiler... Cesetler petrol kuyularında... İnsan kemikleri çıktı... Köyleri yaktılar... Her yerde toplu imha silahları... Büyük katliam... 200 bin kişiyi statlara dolduracaklardı... İmha... Camiye bomba... Toplu katliam...” Tüm bunlar bu ülkeyi yöneten iktidar ve yandaşlarının iddiaları...
l Bekir Coşkun / Haber Turk
Yarım pabuçlu entellolara ithaf
Jean-Paul Sartre’ın Nazi Almanya’sının Yahudilere karşı uyguladığı soykırım ile ABD’nin Vietnam’daki kırımlarını karşılaştırdığı yazısından iki cümle aktarmakla yetineceğim: “Bir Yahudi’nin (...) sadece bir Yahudi olduğu için öldürülmesi gerekliydi.” (s. 66) “Birinci Dünya Savaşı’nda, soykırım eğilimleri sadece nadiren görüldü.” (s. 68) Filozof neden 1915 Ermeni olaylarını soykırım tarihine almadı. Demek ki, bu olaylarda,1948 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 2. maddesine uyar bir gerçeklik bul(a)mamış. Sartre’ın metnini, Skanialı kasabı İsveçli; Kızılderili, Vietnamlı, Iraklı ve Afganların seri katilleri okumaz ama sizler okuyun. Bizim yarım pabuçlu entellolar, tarihçi ve filozof bozuntuları, uzaktan kumandalı sefil toplum militanları mutlaka okumalı. Utanmak için!
Özdemir İnce / Hürriyet
MİNİ YORUM
Kamuoyu yoklamasına devam
CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu “TRT’yi izlemeyin” dedi, vesile oldu. “TRT’yi neden izlersiniz?” ve “Haberi neden TRT’den izlersiniz?” sorularından oluşan mini kamuoyu yoklamamız devam ediyor. Cevaplarınızı e-posta adresimize yollayabilirsiniz. Gelen cevapları derleyip, TRT Genel Müdürü’ne sunacağız. Bir nevi “pazar araştırması”... Arz-talep dengesini tutturabilsin diye...