'İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele'

“Olay yeri”nden bildirince adettendir “izlenim” aktarılır ya, ben de böyle planlamıştım dün Silivri’ye gitmeden önce. Ne gördüysem onu yazacaktım. Kısa ve net:
- MHP lideri cezaevinden önce Silivri İlçe Teşkilatını ziyaret etti.
- İlçe binasında partililerle yaptığı toplantıda yerel seçim için aday kriterlerini ortaya koydu: 1. Sevilen, sayılan, oy alma potansiyeli bulunan bir aday olacak 2. Seçimden sonra başarısını tek başına değil, sizinle birlikte kazandığını unutmayacak, sizlerle barışık bir aday olacak. 3. İlinde/ilçesinde yaşayanların hayatını kolaylaştıracak, güzelleştirecek “proje”si olan bir aday olacak.
- Cezaevi girşinde “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganlarıyla karşılandı.
- Her iki görüşmeyi de Şefkat Çetin, Semih Yalçın, İsmet Büyükataman, Atila Kaya, Celal Adan ve Ruhsar Demirel’den oluşan bir heyet ile yaptı.
- Miting organizasyonu yoktu ama MYK’nın genç üyelerinden Erol Gül’ün ifadesiyle “olayın şuurunda olan” insanlardan oluşan nitelikli bir grup Silivri’de hazır bulundu.
- Kalabalıktan en çok “Bülent Arınç PKK’lıların cenazesine gitsin dizini döve döve ağlasın” cümleleri duyuldu.
- Başkanlık Divanı üyeleri hem Başbuğ hem de Alan’ın hayli moralli olduğunu, her iki komutanın da şahsi mağduriyetleri yerine Türkiye’nin meselelerini konuşmayı tercih ettiklerini aktardı.
- “Silivri süreci” ni en başından bugüne analiz eden Başbuğ yargının siyasallaşması ve bunun yarattığı tahribat üzerinde özellikle durdu.
- Engin Alan’ın “Yıllarca mücadele ettiği teröristlerle aynı kefede salıverilme” ye itirazı ve bu konudaki tavizsiz tutumu biliniyordu. Başbuğ da benzer şekilde “PKK’lılarla tahliye olmaktansa zindanda çürümeyi tercih edeceğini” söyledi.
- MHP lideri, Başbuğ’a adının yazılı olduğu bir köstekli saat ile İlber Ortaylı, Yılmaz Öztuna ve Sina Akşin’in özel seçtiği kitaplarından oluşan bir set hediye etti. Bu “özel seçim” kitaplardan biri de “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele” setiydi.
Ve... Dı-dı-dı-dımmmmm.
İşte tam burası -en azından benim için- dananın kuyrunun koptuğu yerdi!
Bugün de, Yakup Kadri’nin “İngiltere’yi ortaksız bir ilah” olarak gören, “bütün dünya milletlerinin alınyazılarının onun vereceği hükümlere bağlı” olduğunu savunan “Sami Bey” i gibi “muhip” ler yok mu?
Bugün de, Mustafa Kemal’in deyişiyle “düşmanlarımıza düşmanlarımızdan daha çok hizmet edenler, amaçlarını kolaylaştıranlar” yok mu?
Bugün de, 13 Kasım 1918’de 55 savaş gemisiyle İstanbul’u işgal eden düşman kuvvetlerine övgüler yağdıran mütareke basınının takipçileri yok mu?
Bugün de 15 Mayıs 1919’te Yunan bayraklarıyla İzmir’e çıkanlara “mukavemet edilmemesi” emri veren iktidarlarla aynı kafada olan teslimiyet yanlıları yok mu?
Anadolu içlerine ilerleyen Yunan işgalcilere “Bu ordu bizim ordumuzdur” diyen Adliye Nazırı Ali Rüştü Efendi gibi bugün de Irak’ta 1.5 milyondan fazla Müslüman’ı katleden Amerikan askerlerinin ülkelerine sağ salim dönebilmeleri için dua eden, gözyaşı döken “efendi” ler yok mu?
Bugün de, Atatürk’ün “Osmanlı hükümeti kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeye muvafakat etmiştir” dediği Mondros’un imzacılarını andıran Oslo’cular, Roma’da egemenlik devircileri, “İmralı müzakerecileri” yok mu?
Bugün de, “Türklükten şeref ve izzetimle istifa ediyorum” diyen Mustafa Sabri Efendi’nin izinden gidip, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” lafının Türkiye’yi ilkelleştirdiğini savunanlar yok mu?
Bugün de, “Milliyetçilik demek çetecilik demektir. Soygunculuk ve yağmacılık demektir. Milliyetçilerin amacı milleti soymak aç bırakmak ve tamamen öldürmektir” diye yazan Ferda gazetesinin çağdaşları yok mu?
Bugün de, şehitlerimizin “köpek ölüsünden farklarının olmadığını” savunan Nemrut Mustafa zihniyetinde olan, bu vatan uğruna can veren evlatlarımızı “kelle” diye, “tane” diye ananlar yok mu?
Bugün de “Toprak nemize lazım; memleketi ister Rusya ister başka millet alsın yeter ki dinimize dokunulmasın” diyen Derviş Vahdeti’yle fikirdaş olan ve “Devletin kutsal olduğuna inanmıyoruz” deyip, milletin omuzlarına basarak, kutsallığına inanmadıkları devletin en tepesine kurulanlar yok mu?
Şöyle bir dolaşın Cuma’ları, bugün de, Memiş Paşa Cami’nde “Kuvayı Milliye yalandır maskedir. Buna katiyyen inanmayın. Bu heriflere inanmak cinnettir. Bunların hepsi yağmacı güruhudur.” diyen Hafız Mahmut (Hürriyet ve İtilaf’ın Adana Şube Başkanı’ydı) gibi “partili imamlar” yok mu?
Bugün de vatan toprağı işgal altındayken askerin cephanesini denize döken Anzavurlar yok mu?
Bugün de Cumhuriyet’in sadece ahlaksızlık getirdiğini savunan Ziaeddin Efendi’ler yok mu?
Bugün de “Sakın milli bir ad isteme” diyen Tanzimatçı kafasıyla “Türküm derseniz Türkiye’yi bölersiniz, çünkü Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor; Kürt’ü var, Laz’ı var, Çerkez’i var...” diyen ve Türk’ü “Vallahi Türk değilim” deme noktasına sevk edenler yok mu?
Ve bugün de, “Ya Mustafa Kemal’in üzerine bir ordu göndermemize izin verin, ya da siz bir askeri kuvvet göndererek stratejik noktaları işgal edin” diyen bir Damat Ferit’imiz yok mu?
Ve bugün de, hava Celal Nuri’nin “Artık kulak duymaz burun koklamaz beyin hissetmez göz görmez olmuş. Hiç kimse Türk değil... Türk oğlu Türkler bile annesine veya büyükannesinin akrabalarından birine danayarak Arnavutluk, Çerkezlik, Gürcülük Araplık iddiasında. Kısaca bir milli çöküş, bir ırkın tükenişi yaşanıyor ki anlatmak mümkün değil. Ancak ” milli can çekişme “ deyimi ile bu tarihi durum anlatılabilir...” diye tarif ettiği iklimde kokmuyor mu?
Evet bir terazi var.
Bu terazinin bir kefesini “milletin sırtına yükte ağır, yüreğine değerde hafif” gelen bu güruhla doldurmuşlar “Türk Milletinin tercihini” tartıyorlar.
Bu “İmralı’ya karşı Silivri” meselesi değil;
Terazinin bir kefesinde madem ki “İstanbul hükümetleri” var, diğer kefenin ağır basması, galip gelmesi için gerekli olan belli:
Bu milletin mücadelecileri!
Bahçeli’nin Silivri’de işaret ettiği yer bu yüzden önemli!
Bahçeli, Başbuğ’u, Alan’ı, ve “zindana atılan bütün terörle mücadele kahramanlarını” Öcalan’la değil ama İstanbul’un işgal edildiği gün tutuklanıp “savaş suçlusu” ilan edilen Hamidiye Kahramanı Bahriye Nazırı Rauf Bey’le bir tuttuğunu gösterdi. (Uygulanacak perdelemeyi düşünürsek; en azından denedi...)
Bu ziyaret, Başbuğ nezdinde bütün boyunlarında “terörist” yaftası asılı TSK mensupları için seçtiği o kitap, onları Öcalan’la değil ilk Malta sürgünü Ali İhsan Paşa ile bir tuttuğunun belgesiydi; malum o da “orduyu düşmana teslim etmediğinden suçlu” ilan edilmişti.
Bu ziyareti, bu ziyaret sonrası verilen mesajları değerlendirirken, hep Mustafa Karaalioğlu’nun, Mümtaz’er Türköne’nin günlerdir “zafer sarhoşluğu içinde” yaptıkları itiraflar gelsin aklınıza:
“O komutanlar Silivri’ye atılmasaydı, ‘İmralı süreci’ başlayamazdı!”

Yazarın Diğer Yazıları