İstanbul Baro Başkanı Kocasakal “tarihi seçimi” değerlendird

İstanbul Barosu, tarihinde eşi-benzeri olmayan bir seçimi geride bıraktı. Görev süresi boyunca iktidar yanlısı yayın organlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve “bağımlı hukuk”un “boy hedefi” haline getirilen Galatasaray Üniversitesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal, Baro Başkanı olarak girdiği seçimi 12 bin 836 oyla kazandı.
Bu seçimi “tarihi” yapan ayrıntılar bu “12 bin 836” sayısında gizli. İşte bu sayının “tercümesi”:

Kocasakal;
1.
Karşısındaki bütün adayların (Rıza Saka, Filiz Kerestecioğlu (ki oda ittifakla aday gösterilmişti), Muammer Aydın) aldığı toplam oyu geride bıraktı.
2. En yakın rakibine 8 bin 186 oy fark attı yani üçe katladı.
3. Genç avukatların sandıklarında yüzde 80 oranında üstünlük sağladı.
4. (Kendi ifadesiyle söylüyorum) TKP’lisinden ülkücüsüne kadar geniş bir yelpazenin desteğini almayı başardı.
Peki nasıl oldu da böyle oldu?
Bu tartışma götürmez “devam/güven oyu”nu nasıl okumalı?
İstanbul Baro Başkanı Kocasakal’la konuştum. “Biz kimseye mavi boncuk dağıtmıyoruz, neysek oyuz, kimliğimiz bu’diyerek net bir duruş ortaya koyup da TKP’lilerden tutun ‘Kurtuluşçular’a kadar, ülkücülere kadar böyle geniş bir kesimden oy almış olmayı çok önemsiyorum” diyor.
Peki beş benzemezi aynı isimde buluşturan bu “kimlik” nedir?
Genel Kurul’da yaptığı konuşmayı hatırlatıyor Kocasakal:
“Beni en çok KCK davasından tutuklu avukatlara yeterince sahip çıkmadığım ve “yüksek siyaset” yaptığım için eleştirdiler. Ben de Genel Kurul’da yaptığım konuşmada dedim ki ‘Eğer Cumhuriyeti, onun değerlerini, üniter devleti, Atatürk ilke ve devrimlerini korumak yüksek siyasetse, biz seçilirsek, bu yüksek ve şerefli siyaseti yapmaya devam edeceğiz. Herkes bilsin. Bir takım şeyleri de sahiplenmek zorunda değilim. Bu kimliğimizle seçilirsek seçiliriz.’
Verilen oylar bunun tescillenmesi olması açısından önemli. İki yıl içinde yaptıklarımız sonunda, genel kurul bize bu görevi oyumuzu katlayarak veriyorsa, yaptıklarımız onaylanıyor demektir.
Böylesi bir Genel Kurul iradesinin, hukuksuzluklara meydan okumamızda bizi daha kuvvetli hale getireceğini düşünüyorum.”
Kendisini ve önümüzdeki dönemde yapmak istediklerini tanımlarken Kocasakal’ın en sık kullandığı kavram “dik duruş”. “Ya deve olacaksınız, ya kuş; devekuşu olmak, kimliksiz olmak en kötüsü” derken siyaset kurumuna “gönderme” yapmaktan da geri durmuyor:
“Bizim avantajımız çok “net” oluşumuz. Ne istediğimiz belli. Ne istemediğimiz belli. Kimliğimiz belli. Cumhuriyet duyarlılığımız belli. Kıvırtmıyoruz.
Hizmetlerimiz de ayrı ama esas olarak anti-emperyalist, açık, keskin, dik duruşumuz sebebiyle aldık bu oyu.
Bence siyasetçilerin de bundan çıkarması gereken şeyler var. Demek ki bir kimliği açık ortaya koyarak da birşeyler yapılabiliyor.”
Peki ya eleştiriler?
“Hukuki bir konuda, bir hukuksuzluk karşısında TÜSİAD görüş açıklayacak ama BARO’nun söyleyecek sözü olmayacak öyle mi! Bu benim mantığıma uymuyor. İki şey var anlamadıkları; yargı bağımsızlığının, hukuk devletinin olmadığı bir ortamda zaten avukatlar mesleki faaliyetlerini icra edemezler. Bu dediğimiz kavramlar da mevcut siyasi konjonktürden bağımsız değildir. Zorunlu olarak öyledir.
Baronun kanundan kaynaklanan iki görevi var; hem mesleki sorunlarla uğraşmak hem de 76. maddeden dolayı hukuku, hukukun üstünlüğünü, hak ve özgürlükleri korumak-kollamak. Bu ikincisi sosyal ve toplumsal görevi. İkisinden birini tercih etmek gerekmiyor.
Aynı anda, ikisi birarada yapılabilir.
Biz bunu yaptık.
Sağlığı çözdük, servisler koyduk, İstanbul’un her iki yakasında da sosyal tesisler yaptık; bunlar kolay işler değil. Ama öbür yandan da “hukuk devletini koruma” mücadelemizi verdik.”
Bundan sonrası mı?
“Bugüne kadar ne yaptıysak aynısını yapmaya devam edeceğiz” diyor Kocasakal, tek fark;
“Daha güçlü şekilde...”

Barkey’inki “dört parçalı Kürdistan” itirafı
Türkiye’de son yıllarda “Kürt açılımının mimarlarından biri” diye anılan Henri Barkey, 1970’lerin ikinci yarısından beri, Orta Doğu Sorumlusu olarak da görev yapan CIA ajanı Graham Fuller ile birlikte “Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgeleriyle Irak-İran ve Suriye’nin kuzeyini de kapsayan bölgeleri içine alan bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulmasına” çalışıyor.
“Hak, özgürlük” hikaye; “militan Kürt gruplara dönük” asıl açılım projelerinin temelinde, onları “İslam’a döndürmek!” yatıyor.
Yahudi kökenli ikilinin bir anda “tebliğci” kesilmesi boşuna değil.
Fuller ve Barkey’e göre, Türkiye’yi dönüştürmek için birinci şart ülkenin “etnik ilişkiler dinamiğini” tersine çevirmek;
“Militan Kürt gruplar Marksizmden İslam’a dönerlerse, Kürtleri devlete karşı harekete geçirme olanağı artar. Daha da önemlisi, İran ve Irak’taki Kürtlerle ilgili gelişmeler, Türkiye’nin Kürt azınlığı üzerinde önemli etkiler yaratır.” (Yılmaz Polat, CIA pençesinde açılım, s.44)
(Barkey aynı zamanda, Fuller ve ABD eski Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz ile birlikte, Erdoğan’ın 2002 yılında, Ecevit’in Irak işgaline ortaklık konusunda Bush’u tatmin edemediği ABD gezisinden sadece bir hafta sonraki Washington ziyaretini “örgütleyenlerden!” biri. Ve o Erdoğan’ın dün TBMM’de konuşan MHP Isparta Milletvekili Nevzat Korkmaz’ın hatırlattığı gibi daha 1991 yılında Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu sırada “Türkiye’de yerel parlamentolar kurulmalı” dediğini unutmamalı.)
Barkey’in Radikal’den Ezgi Başaran’a verdiği röportajda “Barzani unsuru” üzerinde özellikle durmasına bakılırsa, Amerikalı görevlinin 30 yıl önceki hedefinde bir sapma yok. Çünkü Barzani, bölgede “Kürt-İslam çizgisi” nin de temsilcisi; hem de en koyu tondaki!
Nitekim bu röportajın yayımlandığı gün, Barkey’in 1970’lerden bu yana bölgede işbirliği yaptığı isimlerden olan Cengiz Çandar’ın da Türkiye’nin “PYD (PKK-BDP) ağırlığı altında bir ‘özerklik’ yerine, Suriye’nin kuzeyinde Barzani’ye yakın bir federal yapıyı tercih edeceği” yolunda bir “öngörü(!)” de bulunması dikkat çekici.
Üzerine Erdoğan’ın Barzani’yi AKP kongresinin “onur konuğu” yaparken, ondan farklı bir yatakta akan “özerklik” yanlısı BDP’yi “çözümün dışına” itmesini koyunca; Irak’tan sonra Suriye politikasının da baba Barzani’nin 60’lı yıllarda ilan ettiği “dört parçalı Kürdistan” yapısına göre şekillendirildiği ortada değil mi!


BOP
bu zaten

Barkey’in Başaran’a söylediği ilginç bir şey daha var: “Artık ABD’nin Müslüman ülkeleri bombalamaması lazım. Yetti de arttı! Tampon bölge yaratalım derken siviller ölecek ve herkes bizim sivilleri öldürdüğümüzü hatırlayacak.”
BOP da bunu öngörmüyor mu zaten; biz elimizi kirletmeyelim, içeride kışkırttığımız gruplar birbirini yesin!

Yazarın Diğer Yazıları