İsrail saldırganlığının anlattıkları!
Bir yerde güç kimdeyse orada onun dini, ahlakı ve adaleti geçerlidir. Bir milletin bağımsızlığının, egemenliğinin ve kendini savunacak bir gücünün olmadığı yerde gerçek anlamda o millet de yoktur. Böyle bir yerde esir kitleler, köle halklar ve sürü haline getirilmiş topluluklar vardır. “İnsan hakları” nın bütün insanların değil, güçlülerin insan saydıkları kimselerin hakkı olduğunu, son İsrail saldırısı bir kez daha kanıtlamıştır.
Bu bağlamda binlerce Filistinlinin İsrailliler tarafından vahşi ve gaddarca katledilmesini alkışlayanların bilmem insan haklarından söz etmeye hakları var mıdır? Ortada işgalci, istilacı, ırkçı ve saldırgan olan İsrail diye bir ülke var. Karşı yanda da ülkesini, toprağını ve şerefini korumak için mücadele eden Filistinli gruplar. Filistinli grupların izlediği bazı mücadele yöntemleri insani bulunmayabilir. Ancak bunun mukayese edilmesi mümkün olmayan güç farklılığından doğduğunu da anlamak gerekir.
Şimdi bir ülke düşünün ki bir yanda dünyaya insan hakları, evrensel değerler, demokrasi ve hukuk dersleri versin, diğer yandan da sonuç itibarıyla sivil insanların üzerine bombalar yağdırarak, binlerce insanın paramparça edilerek öldürülmesini savunsun. Bunu da “insan hakları” ve “demokrasi” denilince mangalda kül bırakmayan, hatta ülkeler işgal eden Amerika gibi bir ülke yapsın. İsrail’in yaptığı katliama Amerika’nın nasıl arka çıktığı, yaptığı açıklamalarda saklıdır. Amerika, yüzlerce sivil insanı çoluk çocuk demeden paramparça ederek öldüren İsrail’in “sadece savunma hakkını kullandığını” ve “ABD, İsrail’in kendini savunmasının gerektiğini anlıyor” diye açıklama yapmıştır. Almanya adına İçişleri Bakanı Steinmeier de İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği vahşi saldırıyla ilgili olarak “İsrail’in kendisini savunma hakkına saygı duyuyoruz” şeklinde açıklama yapıyor. İsrail’in 1948 yılından bu yana en az bugünkü nüfusu kadar bir insan kitlesini bu tür “savunma hakkını(!)” kullanarak yok ettiği de bilinmektedir. Küresel güç ABD resmen İsrail’in sözde “kendisini savunmak” için kitlesel olarak insanları “öldürme hakkı” gibi bir hakkının olduğunu söylemektedir. Bunu Nagazaki ve Hiroşima’dan sabıkalı, Irak’ta ise bu sabıkasına güncel tescil yaptırmış olan ABD söylüyor. Aynı zamanda “insan hakları”, “özgürlük” ve “demokrasi” ihracatçısı olan ABD bunu yapabilir. Çünkü insan haklarından onlar kendilerinden olmayan insanların avlanmasını anlamaktadırlar.
ABD’nin tavrı anlaşılıyor da FKÖ lideri Mahmud Abbas’ın “Hamas, füze fırlatırken bunu hesap etmeliydi!” anlamına gelen sözlerine ne demeli? Demek ki Hamas’ın yok edilmesini Filistin’de birileri İsrail’e ihale etmiş gibidir. Diğer yandan Arap ve İslam ülkelerinin de İsrail-Filistin anlaşmazlığının çözümünü ABD’ye bırakmaları ilginçtir. İslam dünyasından yükselen tepkilerin “adet yerini bulsun” türünde olması bu bağlamda anlamlıdır. ABD için doğru olanın birçok İslam ülkesi için de geçerli kabul edildiği bilinmektedir. Sorun da buradadır. Sonuç şudur: Filistin halkı hem içeriden hem de dışarıdan vurulmaktadır. Filistinli masum insanların hem Müslüman kardeşlerinin hem de Arap soydaşlarının ihanetine uğradığı açıktır. Asıl olan bitenden ders alması gerekenler ise sözde insan hakları, demokrasi, özgürlük, evrensel hukuk, uluslararası kimlik, dünya vatandaşlığı ve küresel yurttaşlık peşinde koşanlar olmalıdır. Gücü olmayanın devleti, devleti olmayanın bağımsızlığı ve bağımsızlığı olmayanın da insan hakkı olmadığını meydana gelen olaylar bir kez daha kanıtlamıştır.
Kendi kimliğine, gücüne, milletine ve tarihine dayanmayan toplumların varlıklarını uzun süre devam ettirmeleri mümkün değildir. Kaderini İsrail’in, AB’nin ya da ABD’nin alacağı kararlara bağlayanların akıbeti Filistin’den farklı olmayacaktır. Bu bağlamda ABD’nin ve onun projelerinin aracı olmaya aday olanların bu katliam dolayısıyla döktükleri timsah gözyaşlarının anlamsız olduğu da bilinmelidir!