İsrail ile aramız gerçekte ne kadar kötü?
İki ülke arasındaki ilişkilerin ne kadar iyi veya ne kadar kötü olduğunu anlamanız için bazı ölçütler vardır. Bunlardan birisi iki ülke liderlerinin karşılıklı olarak yaptıkları açıklamalardır. İkincisi, uluslar arası platformlarda/meselelerde birisinin savunduğu bir teze diğerinin verdiği veya vermediği destektir. Üçüncüsü, birisinin düşmanı veya dostu ile diğerinin nasıl bir ilişki içinde olduğudur. Dördüncüsü aralarındaki ekonomik ilişkilerin seviyesinin ne olduğudur.
Genellikle eğer iki ülke liderlerinin birbirleri ile ilgili yaptıkları açıklamalar düşmanca ise uluslar arası platformlarda/meselelerde birbirlerinin aksine görüşleri savunurlar veya farklı tarafları tutarlar. Düşmanımın düşmanı dostumdur kuralı işler ve aralarındaki ekonomik ilişkiler kötüye gider.
Bu dört ölçütü Türkiye-İsrail ilişkilerine uyguladığımız zaman ortaya garip bir tablo çıkmaktadır. İki ülkenin liderleri birbirlerini çok ağır diller ile suçlamaktadırlar. Bu konuda Türkiye’nin daha ağır bir dil kullandığı, İsrail’in biraz daha alttan alıcı bir tavır sergilediği görülmektedir. Arap Baharı ile Ortadoğu büyük bir dönüşümden geçer iken aralarında büyük bir çatışma görüntüsü olan Türkiye ve İsrail’in menfaatlerinin de çatışıyor olması lazımdır.
Oysa görünen odur ki, Türkiye ile İsrail Arap Baharı’nda karşı taraflarda değil ayni taraftadırlar. Tel Aviv, Libya’da Kaddafi gitsin demiştir. Türkiye daha da ileri giderek Kaddafi’nin gitmesine yardımcı olmuştur. İsrail, Suriye’de Esad rejiminin devrilmesini istemektedir. Türkiye, Esad rejimine karşı en sert tepkileri gösteren, Suriye muhalefetini fiilen destekleyen ülkedir. İsrail için Suriye baş düşman olan İran’ın bölgedeki en büyük temsilcisidir. Halen İran istihbaratı ve özel kuvvetleri Esad rejimini ayakta tutmak için fiilen savaşmaktadırlar. Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi, İran’ın ön cephesinin düşmesi anlamına gelecektir. Bu gelişme İsrail’e stratejik bir avantaj sağlayacaktır. Türkiye, Suriye politikası ile İsrail’e büyük katkı vermektedir.
Bölgede İran’ın bir ikinci önemli müttefiki Hamas’tır. Hamas, Şam’da oturmaktaydı. AKP Hükümeti’nin Hamas ile uzun görüşmeleri sonucunda özellikle Suriye’de iç çatışmaların başlamasından sonra Hamas, El Fetih ile uzlaşmıştır. İran’dan aldığı yardımları durdurmuştur. Ve şimdi Basra Körfezi’nde ABD’nin Ortadoğu politikasının ileri üssü olan Katar’a ve Türkiye’ye yerleşecektir.
Türkiye, İran’ın bölgedeki üçüncü müttefiki olan Irak’ın şii başbakanı El Maliki ile de nerede ise kanlı bıçaklı şekilde kavgalı durumdadır. İki ülke başkentlerinden diplomatik nezaketi zorlayan açıklamalar yapılmaktadır. Maliki, Türkiye’nin Irak’ta desteklediği sunni Arap lider Haşimi’yi siyasetten tasfiye etmiştir. Haşimi’ye destek veren İsrail’in desteklediği Barzani olmuştur. Barzani’yi bazı şüphelere rağmen Türkiyede desteklemektedir.
Türkiye, Malatya Kürecik’e yerleştirilmesine izin verdiği ve İran füzelerinin havada imhasını sağlayacak radar sistematiği ile İran’ın İsrail’i vurmasını engelleyecek alt yapıyı kurmuştur. Bu adım Washington’da son on yılda Amerikan-Türk ilişiklerinde kat edilen en büyük mesafe olarak nitelendirilirken, Tahran, Kürecik radarını bir ABD saldırısı sırasında ilk vuracağı hedef olarak ilan etmiştir.
Gözden kaçabilecek bazı hususları da Aslı Aydıntaşbaş yakalamış. Fransa parlamentosunda sözde soykırımı inkar yasa tasarısına karşı çıkanlar arasında Musevi Fransız politikacılar var. Ayrıca İsrail parlamentosunda yapılan bir sözde Ermeni soykırımı girişimini İsrail Dışişleri Bakanlığı hızla müdahale ederek engellemiş.(Milliyet, 30 Ocak 2012)
Üstelik bütün bunların üstüne 2011 senesi ticaret rakamları açıklanınca gördük ki, 2011 senesi içinde İsrail ile ticaretimiz % 29 oranında artmış. Bu çok büyük bir artıştır. Liderlerinin birbirlerini bu kadar ağır suçladıkları ülkeler arasında eğer AB üyeliği gibi özel bir ilişki yok ise ticaret nerede ise 1/3 oranında artmaz. Attığınız her stratejik adım, bu kadar ağır suçladığınız ülkeye yaramaz. Bütün bunlardan sonra sormamız gerekiyor: İsrail ile aramaz gerçekten bu kadar kötü mü yoksa öyleymiş gibi mi yapıyoruz?