“Ismarlama hatim”le mi kurtulacaksın yani!

TİKA’nın proje açılışındaydı; TİKA, “TÜRK İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı”.
Azerbaycan’dan girip Doğu Türkistan’dan çıkacak, Makedonya’dan başlayıp Altay’a uzanacak diye bekledik haliyle; Bakü’yü, Astana’yı, Aşkabat’ı, Bahçesaray’ı duymaya koşullandırdık kulaklarımızı.
Sonra ilk birkaç “duyduklarına inanamama” dakikası.
Somali’yi bırak Soma’ya bak diyen “tam sopalık”lara inat Somali’de yaptıklarını anlattı; yapacaklarının teminatı!
Tunus’taki yatırımlarını...
Filistin’e yardımlarını...
Eh “günün anlam ve önemi”ne binaen “bağlamasını” çekmeden olmazdı;
“Çanakkale’ye gelip de ezan sesini duyunca silah bırakan Senegalliler”i hatırlattı!
Efendim?
Çanakkale’de, “milli onurumuz” 57. Alay ve 27. Alay’lar canları pahasına sorumlu oldukları alanları geri alırken, düşmanı denize doğru sıkıştırması gereken “77. Arap Alayı’nın çil yavrusu gibi dağılması” mı?
O kısmı sümenaltı... Tabur Komutanı Binbaşı Hacı Mehmet Emin Bey’in “utanç içindeyim” diyerek gözyaşlarıyla rapor verdiği o tarihi yüzüstü bırakışı tabii ki anlatmadı; hiç anlatır mı?
Onun yerine “Erzurum, İzmir, İstanbul işgal edildiğinde, benim Müslüman kardeşimin döktüğü gözyaşlarını” andı!
Taş olsa çatlar...
Taş olsa ağlar...
Bu kadarını da sormayalım mı:
- Mısır’da, “krizol” basılmış havuzlarda kör edilen, “gözsüz” bırakılan 15 bin askerimizden de mi utanmıyorsun?
Yumruksa yumruk, tekmeyse tekme, tokatsa tokat; çıkar siyaseti şiddetinle gel istersen, bizi sustursan tarih haykıracak suratına:
11 Mart 1917...
“Bağdat’ı Turanilerden kurtardığınız için Allah’a şükrediyorum. İngilizlerin başarılarına duacıyım...”
İmza:
“Benim Müslüman kardeşim” Emir Hüseyin!
Eylül 1918...
“Esir almak yok! Bütün Türkleri öldüreceğiz!”
İmza:
“Benim Müslüman kardeşlerim” Tallal, Auda ve Nasır!
11 Ağustos 1919...
“Bütün Müslümanların gözleri İngiltere’ye dikilmiştir. Türk-Müslüman İmparatorluğu’nun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar...”
İmza:
“Benim Müslüman kardeşim” Emir Faysal!

***

“Ezan sesi”yle çıkma artık karşımıza;
O “kalkan”ın, Müslüman’ın, Müslüman’ın camisini, türbesini bombaladığı Irak’ta nasıl kevgire döndüğünü gör de ibret al artık! Ezan seni durdurabildi mi Suriye’de birbirini boğazlayan “Müslüman kardeşler”i? “Dört parmak” kaldırarak kurtarabildin mi yağlı urganlardan Mısır’daki “Müslüman kardeşler”ini?
Alemi kör, milleti sersem sanıyorsun; bin kere anladık da...
Yeter artık;
Çek Taksim’den ayrı, Silivri’den ayrı, Mamak’tan ayrı, Tahrir’den ayrı, Necef’ten ayrı, Şam’dan ayrı, Diyarbakır’dan, Kerkük’ten ayrı kan sıçrayan ellerini “kutsal”larımızdan... Kimsenin “imanını ispat” borcu yok sana!
“Ismarlama hatim duaları”yla yırtarım sandığın, o tabutlarına omuz veremediğin, kapkara dehlizlerde son nefeslerinde “balçıkla abdest alan” madencilerin vebali var ya;
Allah bilir ama, bizim inancımızca iki cihanda gün yüzü göstermeyecek sana!
Zorlama;
Bir de acılarını sömürüp analarının, babalarının, eşlerinin, evlatlarının ahını alma; Taşıyamazsın...
Bak çökmeye başladı bile omuzların!


GÜNÜN SORUSU
Siyasi iktidar, -Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin Makedonya’daki evini restore etmek, ziyarete açmak da iyi güzel de- ondan önce Atatürk’ün annesine hakaretler, iftiralar saydıran kalemşorlarının “kafa”larını restore etseydi daha makbule geçmez miydi?

Kim ödeyecek?
Çok havalıydılar...
Üçü bir yerde, gerine gerine, övüne övüne haykırdılar:
Hey garson! Hesap lütfen!..
Ve fakat ödenecek gibi değil; dağ gibi olmuş “yedikleri” :
“Bu bizden...”
I-ıh, “Bu damadın şeyinin şeyi...”
“Bu havuzdan...”
“Bu oğlanın bağışçısı...”
“Bu taşeron...”
“Bu tekmeci...” , “Bu tokatçı...”
“Bu çantacı...”, “Bu kutucu...”, “Bu saatçi...”
“Bunun hanımı belediye meclis üyesi...”
“Hayırsever bir iş adamı” lazımdı;
Kuradan -yine- Aydın Doğan’a çıktı! Kader!
Bekir Coşkun’un Hürriyet’teki son deminde yazdığı gibi “birini asacaklar” belli...
Ve hiç boşuna soğumasın içiniz; baş genel yayın yönetmeni’nin attığı “ortak manşet” e kanıp, gevşemeyin. Sorumlular, taammüden, kasten adam öldürmekten değil de “taksirle ölüme sebebiyet”ten yani bir nevi “yol kazası” yapmış varsayılarak yargılanıp “hesap veriyormuş” gibi yaparken, “içimizden biri” ödeyecek yine “cinayeti gördüm” demenin bedelini...
Haksız çıkmak ümidiyle...

Yazarın Diğer Yazıları