İslim arkadan gelsin...
Devlet hukuk demektir. Hukukun olmadığı gücün adı ne olursa olsun o sosyal yapı aşiret olmayı aşamaz. Devletin kimliği Anayasa ile başlar, çeşitli konulardaki kanunlar ile devletin hukuki yapısı örülür.
T.C. devletinin yapısını göz önüne alırsak “Açılım Süreci” ölü doğmuş bir bebek gibidir. Artık bayatlayan bu kavram hukuki zeminden tamamen mahrumdur. 2002 yılında sıfırlanmış terör, AKP iktidarında zincirleme yanlışlar sayesinde yeniden gündemin birinci maddesi haline gelmiştir. Terörle mücadele milli bir davadır. Bütün milli davaların sahibi TBMM’dir. Açılım programı veya planı yahut paketi ne isim verirseniz verin, TBMM’nin malı değildir. Peki hükümetin malı mıdır? Bu soruya evet cevabını vermek mümkün değildir. Yassıada’da hapis 35 bin vatandaşımızın katiliyle sulh yoluna girmeyi istemek düşünülebilir ancak öncelikle onun yolu, yordamı Meclis’te müzakere edilir ve milli bir strateji ile bu konunun üzerine gidilir. 2002 yılında iktidar olan AKP, devletin temel felsefesi ve kurucu kadrosu ile kavgalı bir düşünce ve kafa yapısına sahiptir. Cumhuriyetin bütün yaptıkları, millete kazandırdıkları ile kavga etmek AKP’nin varlık sebebidir. Bu kafa ile 12 yıl geçti. Dış politikamız ve ekonomimiz tam bir hezimet tablosu çiziyor. Sayelerinde kapanan sefaret sayımız bu gidişle açık olandan fazlaya geçecek. Terör konusu sadece seçimlerde alınacak oy açısından değerlendiriliyor. Bu yüzden de boşlukta sallanan açılım süreci yaklaşan seçimler sonrası yapılacak anayasa değişikliği ile hukuki bir zemine oturtulmak isteniyor. Hani eçheli cühela bir devletli ilk defa buharlı bir vapura binmiş, bir süre sonra etrafındakilere “Niçin hareket etmiyoruz?” diye sormuş. “Efendim islim gelmedi” cevabını alınca “Biz gidelim. İslim arkadan gelsin” demiş.
Bildiğiniz gibi vapurun buhar kazanı o devirde ateş üzerinde kaynatılır, çıkan buhar vapuru hareket ettirecek türbinlere giderdi. İşte bu buhara “islim” denirdi. İktidar da “biz gidelim islim arkadan gelsin” diyor.
Mensubiyet şuuru esastır
Konuyu hukuk devleti açısından ele alırsak aşağıdaki çarpıcı tespitlere ulaşırız:
1- Bu vatanda yaşayan Kürt kökenliler aynen Türkler, Arnavutlar, Çerkezler ve Boşnaklar gibi T.C. vatandaşıdır. Azınlık değildir. İnsanlarımız bir imparatorluk bakiyesi olarak farklı etnik kökenlerden gelmiştir. Ancak devletin kurucusu Atatürk, “Ne mutlu Türk’üm diyene” diyerek mensubiyet şuurunu esas almıştır. Ne mutlu Türk olana demediği için devletin kökeninde ırkçılık, ayrımcılık yer bulamamıştır. Ayrıca, Lozan Anlaşması’nda Kürtler azınlık statüsünde değildir. Türkiye’yi parçalamak isteyen emperyalizm, Kürt kökenli yurttaşlarımıza azınlık statüsü yüklemek istemektedir. Azınlık statüsünün ileri aşaması özerklik talebine kadar uzanabilir.
2-Açılım sürecinde Kürt ve terör kavramları bir birine karışmıştır. Devlet Öcalan’ı ve Kandil’i temel muhataplar olarak almış, BDP de aracı olmuştur. Bu süreçte BDP’nin Öcalan ve Kandil ile bağlantısı alenen ortadadır. BDP yasal bir parti olduğu ve belli oyla vatandaşlarımızı temsil ettiği için TBMM çatısı altındadır. Bu sebeple terör örgütüyle bağlantısı olamaz, olmamalıdır. Eğer bu parti 35 bin kişinin katili PKK’nın uzantısı ise o zaman TBMM’de ne işi vardır?
3-Bugünkü modelde teröre karşı olan, Kürt kökenli vatandaşlarımız yok sayılmaktadır. Bu süreç ile bütün Kürt kökenlilerin aynı zamanda PKK’lı veya PKK sempatizanı oldukları varsayılarak vahim bir hata işlenmektedir.
Özetle bu sürecin içeriği belli değildir.
Kürt açılımımı mıdır? Terör açılımı mıdır? Hedef Kürt kökenliklerin sorunlarının çözülmesi midir? PKK’nın isteklerinin yerine getirilmesi midir?
Tek adam şovu...
Siyasette başarı çok iyi yetişmiş bir kadronun desteğiyle mümkündür. Ne yazık ki son 12 yılda hep tek adamın şovlarını izledik. Günümüzün çok girift devlet ilişkileri içerisinde tek adamın düzenleyeceği politikalarla bir yere varmak mümkün değildir. Uzağı gören, kendi benlik zaaflarını aşmış olan her lider çevresini çok iyi yetişmiş bir kadro ile güçlendirmiştir. Tabii bu kadroyu dinlemek, tavsiyelerine kulak vermek şartıyla büyük başarılara ulaşmak daima mümkündür. “Gerçek büyük adam başkalarının büyüklüklerini kullanmayı bilen adamdır” sözü boşuna söylenmemiştir.
İktidar kendi kendisini ve devletimizi içine soktuğu bu bataktan zaman kaybetmeksizin çıkmalıdır. Cumartesi günü izlediniz; teröristbaşının şartlarını temsilcisi milletvekili okuyor, Başbakan Yardımcısı dinliyor... Kamuoyuna duyuruluyor. İspanya’ya, İngiltere’ye, Fransa’ya, İtalya’ya bakınız. Bunların hiç birisinde devlet adamları terör başlarından emir almak gibi bir zillete düşmemiştir. Siyasi kadrolar onurlu olmaya her hal ve şartta devletin haysiyetini korumaya mecburdur. Bu şuura ermeden aşiret reisi olabilirsiniz ama devlet adamı asla...