İşler hiç de göründüğü gibi değil
Aslında yokuş aşağı akan suya yol verme gibi oldukça imkânsız bir iş yapmaya çalışıyoruz. Neden mi? Ayın 21’inde kıyamet günü bekleyen, kadınları altın günü için diyanetten fetva alan, ülke elden giderken hala futbol goygoyu yapabilen, ordusu dağıtılmış, bütün kaynaklarına girilmiş bir ulusa ne anlatabilirsiniz ki? Tarihini bilmeyen, tarihteki liderleri tanımayan, olayları değerlendirmekten aciz bir toplum haline getirilmedik mi?
Biz de oturup mantık ve akıl yoluyla ne yanlış ne doğru onları tartışmaya çalışıyoruz. Ortada ne akıl var, ne de mantık. Ve hatta modern döşenmiş tam bir mağara çağına dönüş. Adamın, bizlere namus diye öğretilen bayrağına, toprağına, atasına, bırakın saygıyı en azından kabullenmesi bile yok. Biz de kalkıp, vatan millet Sakarya diyoruz.
Geçen hafta Rusya Dışişleri Bakanı ile ABD Dışişleri Bakanı Clinton arasında bir ikili görüşme gerçekleşti. Bu görüşme sonrası Amerikan tarafı öylesine pek bir açıklama yapmazken, Rus Dışişleri Bakanlığı’nın, Moskova’nın Libya deneyiminin Suriye’de tekrarlanmasına izin vermeyeceğini açıklamasına, ne hikmetse Ankara da sessiz kaldı.
Washington’da Yahudi lobisinin bu aralar yoğun çalışma içinde olduğu gözden kaçmıyor. Bizimkiler Filistin ve Gazze derken onlar da Yahudi askerlere yardım kampanyalarına hız verdi. Ve hatta Yahudi lobisine mensup Kongre üyeleri son Birleşmiş Milletler kararlarının İsrail’e ne kadar haksızlık olduğunu vurgulayıp, Obama’dan İsrail’e desteği artırmasını istediler.
Bizim cenahta da ilgi çekici gelişmeler var. En sonuncusu, Brookings Enstitüsü’ndeki panelde yaşandı. Yaklaşık son dokuz yıl Erdoğan hükümetini destekleyen Kürtçü ve cemaatçi lobi veya onların deyimiyle İkinci Cumhuriyetçi enteller anlaşılan yön değiştirmiş durumda. Mesela TÜSİAD heyeti için düzenlenen panelde konuşan Ömer Taşpınar, sanki ampul takımıyla yolları ayırmış gibi bir izlenim bıraktı bende.
Bu yolları ayıranlar arasında zamanında Erdoğan’a yol gösteren ABD’nin, Özal dönemindeki Büyükelçisi Abramowitz ile ondan sonraki Grossman ve Edelman hariç bir dizi emekli büyükelçisi, nedense Erdoğan hükümetini eleştirir olmuşlar. Bu adamlar Musevi olmalarının yanı sıra Obama Demokrat yönetimine yakın kişiler. Bu gruba bir zamanlar Washington ziyaretlerinde otelinde Erdoğan’ın kapısında bekleyen Barkey de dâhil. Gerçi o da Yahudi ama acaba İsrail gerginliği mi etken bu dönüşlerde.
Bu dönüşler bana Johns Hopkins Üniversitesi’nde çekilmiş ve hala arşivlerimde olan bir resmi hatırlatıyor. Yıllar önce tarikatın Washington’da düzenlediği hani şu yazar ve çizerler toplantısı var ya orada çekilmiş bendeki resme göre bir birine yaslanmış olarak duran, Henri Barkey, Ömer Taşpınar, Cengiz Çandar ve Ruşen Çakır’dan hiç biri bugün el birliğiyle yaktıkları ampulün ışığından yararlanmıyor. Bırakın yararlanmayı, söndürülsün demeye gelen yorumlar yapıp yazılar yazıyor.
Daha önceki yazılarımda da altını çizmiştim. ABD Dışişleri Bakanlığı veya Beyaz Saray’ın Erdoğan hükümetini doğrudan eleştirmesini beklemeyi bırakın. Yaptıkları eylemlere bakın. İnanın bir Gürcistan, bir Irak veya Mısır’dan daha fazla değil destek. Ve hatta bir Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail’in de tırnağı kadar bile hiç değil.
Ama kullanma adına şimdilik Ankara’yı çaresiz bırakmak istemiyorlar. Bu nedenle İran ekonomik ambargosundan Ankara’yı muaf tutma işi, kışı çıkarmak amacıyla bir altı ay daha ertelendi. Adam buna karşılık Kürtlere eyalet sistemini geçirdi, Kürt dilini soktu resmi yapılara ve haftaya Öcalan’a özgürlük, gelecek sene de Bağımsız Kürdistan ve 2014 veya 2015 Başbakan Yardımcısı Öcalan gibi gelişmeleri iteleyecek.
Amerikalılar arasında bizimkilere benzeyen bir deyim vardır. Ölene kadar suyunu sıkıp, yararlanmak gibi. Aynen öyle. Son ana kadar Erdoğan ve takımını kullanıp, suyunu sıkıp sonra da daha önceki dostlarına yaptıkları gibi yapabilirler. Haksızlık etmemek lazım, herkesin arkasından duasını falan yaptırıyorlar. Tabii bu arada Türk halkıymış, Türkiye imiş, demokrasiymiş, geçin efendim yemezler onu.